Toplayan ve Toplanan

20 Ekim 2015

Gölgesinde kendi karanlıklarımızdan kurtulduğumuz, bir iken bin olduğumuz mekânlar camilerimiz. Kimliğimiz. Kendisinde toplananları toparlayan, kaybolmaktan koruyan ilticagâhımız. İmanımızın şahitleri… (Tirmizi, İman 8) Kalpten bağlılarını kıyamet gününde arşın gölgesinde dinlendiren serinlik… (Müslim, Zekât 91)

İlk temsilcisi, dünyada insanla eş zamanlı olarak var olan Kâbe. Benim dünyadaki varlığım onu sebep kılmış. O var olduğu sürece ben varlığımı sürdürebilir, huzur ve güven içinde olabilirim. Mescidin/caminin var olması, dimdik ayakta durması da benim boynumun borcu.

İnkârın ve zulmün, toplumda henüz yeşermeye başlayan ilahi filizi, kokuşmuş nefesiyle kurutmaya kararlı olduğu Mekke günleri…

Hz. Peygamber ve kendisine inananlar bir araya toplanabilmek için bu defa beşeri bir filizin, Erkam b. Ebi Erkam (ra)’ın evini kendilerine merkez edinmişlerdi.

İnsan-mekân ilişkisi hakkında çok derin ipuçları barındırır bu merkez. Bir araya gelebilmek, birbirinden güç alabilmek, birbirinden haberdar olabilmek, birbirine destek olabilmek için müstakil ve özel mekânların -henüz- olamayışı kolektif şuuru inşa için yapılması gerekenleri ertelemeye bahane olamamıştır. İçinde mescid inşa edilebilecek toplum, nitelik ve nicelik yeterliliğini kazanana kadar da atılacak adımlar vardır: Mescid inşa ve imarına inanan insanları yetiştirmek. Vakit ve şartlar hazır olduğunda yapılacak ilk iş, çatısı altında toplanılacak, içinde Allah’ın ayetlerinin okunacağı, İslam’ın izzet ve ikbalinin temsilcisi olan mabedin inşası olacaktır. Yol bitmeden Kuba’da, yol bitince Medine’de olduğu gibi.

Camiler harimimiz, namusumuzdur. Ruhumuzun sığınağıdır. Bu işlevini yerine getirebilmesi bizim de ona sığınak olmamıza bağlıdır. Maksadı dışında kullanmak üzere, kötücül niyetlilerin tasallutundan korumak/kurtarmak ise her inanan kadın ve erkeğin boyun borcudur. Camilere uzanan kirli ellerle bugün musafaha yapanlar ise yarın veremeyecekleri bir hesabın altına imza atıyor demektir.

Secdeye bir kere bile varmamış baş için “mescid/ secde edilen yer” ne ifade eder. Kalbi bir kere bile başkası için çarpmamış olan için “cami/ toplayan, toplanılan yer”...

Bağlarından birer birer koparak özgürleştiğini zannetmenin trajedisi ne ağır. Karşıdakine zarar vermenin bin bir yolu arasında kutsalına saygısızlık en başlarda yer alır, malum. Ya daha derin bir zarar “kutsal”ını kutsama duygusuna verilmişse? Kesilmişse damarı, hissedecek duygusu, ölçüp tartacak bilgisi, yaralanacak izzeti kalmamışsa?

Müslüman topluma hayat damarı olsun, toplumu imar etsin diye inşa edilen camilere, mescitlere tarih boyunca sayısız hoyratlıklar sergilenmiş. Bir yanda Mescid-i Aksa’nın yarası yüreklerimizde kanamaya devam ederken; kendi ülkemizde, üstelik bu zamanda camilerimizi kendi fitnelerine alet etmeye çalışanların varlığına şahit olmak yüklerin en ağırı. (Bkz: Nusaybin Hacı Yusma Camii)

Camiler harimimiz, namusumuzdur. Ruhumuzun sığınağıdır. Bu işlevini yerine getirebilmesi bizim de ona sığınak olmamıza bağlıdır. Maksadı dışında kullanmak üzere, kötücül niyetlilerin tasallutundan korumak/kurtarmak ise her inanan kadın ve erkeğin boyun borcudur. Camilere uzanan kirli ellerle bugün musafaha yapanlar ise yarın veremeyecekleri bir hesabın altına imza atıyor demektir.

Bakara 114’te “Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır” diye sorar Cenab-ı Hakk. Bu ayetle mescitlerin maddi ve manevi yıkıp harap etmeye çalışan veya her ne surette olursa olsun işlevsiz bir duruma düşüren her tür olumsuz hareketi yasaklar. Mabetlerin dokunulmazlığı ile ibadet özgürlüğü zımnen ifade edilmiş olur. (Sormanın tam yeri: Mescitlerde Allah’ın adının anılmasına engel olmanın kaç yolu vardır?)

Camiler, inancın sessiz abideleri. Hz. Meryem’in örnekliğinde evlatlarımızı ve kendimizi adadığımız/adamak istediğimiz ocak. Müslüman toplumun kalbi. O canlı olduğu kadar toplum da canlı kalacak. Ondan pompalanacak taze kanla tıkanmaya yüz tutmuş damarlar açılacak. Onu canlı tutacak olan ise kadın erkek çocuk genç tarafından namazla, ilimle, tezekkür ve tefekkürle ihya edilmesi yani ruhunun iade edilmesi olacaktır.