Tutulmayan Sözler, Uygulanmayan Kararlar

Efendimiz'in sözlerini tutmaya, antlaşmalara riayet etmeye ne kadar önem verdiği malumunuzdur. O an itibariyle aleyhine bile olsa daha önce verdiği bir sözden asla dönmemiştir. Bunun tarihe mal olmuş en açık örneğini Hudeybiye Antlaşması'nın hemen sonrasında işkence görmüş vaziyette defalarca kamplarına sığınan Mekkeli Müslümanları "Biz onlarla bir antlaşma yaptık, onu bozamayız, belki Allah size başka bir yol gösterir" diyerek Mekkeli müşriklere teslim edişinde görürüz.

Bedir'de İslam ordusuna katılmak için yola çıkan Huzeyfe el-Yemani ile babası yolda müşrikler tarafından çevrilince onlara Efendimiz’e katılmama sözü vererek canlarını kurtarmışlar, orduya katılmak için geldiklerinde bu durumu Peygamberimiz’e anlatınca (savaşçı sayısına olan büyük ihtiyacına rağmen) onlardan verdikleri sözü tutmalarını istemiş ve kendilerinin Allah'ın yardımına güvendiklerini söylemiştir.

İki örnekte de değil bir Müslümana; Kur'ân'da itikadi açıdan en çok eleştirilen putperestlere verdiğimiz sözlerin dahi (aleyhimize bile olsa) tutulması gerektiğini, ahde vefanın Müslümanın şiarı olduğunu görüyoruz.

Bu herkesin iyi bildiği ilkeden hareketle benim size asıl söylemek istediğim, kendinize verdiğiniz sözlerin bir müşrike verilen sözden daha değersiz olmadığıdır. Bu nedenle derler ki Müslüman bundan sonra bir nafile ibadeti yapmaya söz vermişse onu kaçırdığı zaman mutlaka kaza etmelidir. Sağlam kişiliğin en önemli temeli olan iradenin kişinin kendine verdiği sözleri (kararları) tutmasıyla alakasını anlatmaya hiç gerek yok. Sağlıklı yaşamdan, zaman yönetimine, insan ilişkilerinden, manevi tekâmüle varıncaya kadar her konuda durmadan kararlar alıp sürdürememenin bizi sadece kişilik olarak değil, inancımızın değeri açısından da zayıflattığını görmemiz gerekir.