Tuva Vadisi'nde Musa (as)'ya Refakat Ediyor Elçi

11 Mayıs 2016

Sürgünlerin en zorlusunu yaşıyor Musa (as). Gecenin koynunda. Çölün soğuğunda, yalnızlığın zirvesine yürüyor. Akrabalarından uzaklarda. Tanıdıklarından umut kesmiş halde. Yeryüzünden nasipsiz. Göğe tutuna tutuna. Issız derinlerde inci mercan arayışında. Vedaların acısı doluyor nabzına. Ayakları cam kırıklarında. Kanıyor.

Allah, elçisini hatırlatıyor elçisine. Musa (as)’nın yürüyüş yoluna koyuyor ‘En Sevgili’sini. Soğuk kışların ertesinde, kuru dalların uçlarında tomurcuklanmaya hazırlanan sonsuz ümidin rayihasını sızdırıyor Muhammed Mustafa (sav)’ya. Musa hüznünün mağarasında ağırlıyor Muhammedî telaşı… Çok sonra, Sevr Mağarasında nefes vereceği o sese hazırlıyor Elçi’sini: “Lâ tahzen; innallâhe meânâ…” “Üzülme, Allah bizimle…” (Tevbe, 40)

İçinin içinde demlediği ümit sesini Musa (as)’nın dudağından duyuruyor. Yüreğinin sessiz çığlığına nehir yatağı hazırlıyor. "Musa'nın aynasında gör kendini!" diyor Mekke’nin mahzununa. Mekke’nin çölü derinleşmek üzere çünkü. Ağır boykotların arifesinde Allah’ın Elçisi. Çekilmez hüzünlerin eşiğinde. Dayanılmaz gamlar vuruyor kalbine. Bu uzak ve yabancı iklime, bu karanlık ve soğuk yalnızlığa bir sıcak kıvılcım, bir tanıdık aydınlık sızar mı ki?

"Musa'nın başına gelenlerden haberin var mı? Hani, o [uzakta] bir ateş görmüştü de ailesine: 'Siz burada bekleyin; ben bir ateş gördüm' demişti. 'Belki size oradan bir tutam kor getiririm yahut orada ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.'" (Taha, 9-10)

Mekke'nin alnında bir vefa çizgisi olarak kanıyor Elçi. Ümidin eğilişini taşıyor İsmail (as)’in susuz kaldığı yeryüzüne. Mavinin yeniden dirileceğinin belgesi olarak yürüyor yeryüzünde. Fırtınaların durulacağını söyleyen huzur öncesi suskunluk gibi. Ak köpüklü sevdaların hiç bitmeyeceğine dair yemin üstüne yemin…

Derken, dünya çölünde, arz soğuğunda, cahiliye karanlığında bin kıvılcım olarak tutuşuyor Göklü Söz. “Ânestu nârâ…” sevincini Musa’nın ağzından insanlığa taşıyor. “Ben bir ateş gördüm…” sayhasıyla yırtılıyor yalnızlığı insanın.

Musa (as)'nın durduğu yerdeyiz şimdi. Bir tutam kor derdindeyiz; belki ısınır buraya diye kalbimiz. Ama öteye ısındırıyor Elçi bizi. Bir aşina aydınlık hevesindeyiz; belki alışır ruhumuz buraya diye… Fakat sonralara hazırlıyor kalbimizi Elçi. Belki ağyar görür kalbimiz yâr ettiğimiz dünyayı da, asıl Yâre hasreti yâr bilir diye “Lâ ilâhe”nin süpürgesiyle siliyor tutkularımızı Elçi. Yırtıyor dar gömleğini varlığın. “illâ Allah” diye bildikçe, hüsranlı uçurumlardan geri alıyor ayaklarımızı.

Artık eşyanın sahte avuntusundan çıkma vakti. Artık nalınlarımızı soyunup Rabbimizin “gel!” dediği yöne yürüme vakti. Dünya sürgününden Kur'ân'ın teselli yurduna dönüş vakti. Tûva Vadisi, “kutsanmış o vadi”, Göklü Söz'ün ta kendisi. Hece hece “Benim; Ben, Senin Rabbin!” deyişin sıcağına taşıyor bizi.

Yok, ümit yok buradan. Yüz vermiyor aynalar. Sığmıyor insan kalbi şu ufuklara. Yerleşemiyor sevdalar dünyaya. Ayrılıklar parçalıyor vuslatları. Her sevdanın ertesi veda. Öyleyse, ötesi var. Fazlası olmalı dünyanın. Dahası, daha daha dahası bekliyor olmalı insanı…

Musa (as)'nın şaşırdığı yerde şimdi Allah'ın Elçisi:

"Ateşe yaklaşınca bir ses ona 'Ey Musa,' diye seslendi: 'Benim, Ben; Senin Rabbin! Öyleyse artık ayakkabılarını çıkar! Ve bil ki, sen mukaddes Tuva vadisindesin.'" (Taha, 11-12)

Artık eşyanın sahte avuntusundan çıkma vakti. Artık nalınlarımızı soyunup Rabbimizin “gel!” dediği yöne yürüme vakti. Dünya sürgününden Kur'ân'ın teselli yurduna dönüş vakti. Tûva Vadisi, “kutsanmış o vadi”, Göklü Söz'ün ta kendisi. Hece hece “Benim; Ben, Senin Rabbin!” deyişin sıcağına taşıyor bizi.

Göğümüzdür vahiy. Nereye kaçsak, gök çıkıyor karşımıza. Yağmuruyla, güneşiyle, hilaliyle, yıldızıyla, ışığıyla, rengiyle, nefhasıyla hep bulunmak istediğimiz yer. “Biri beni bulsun!” diyesice sonsuz aşinalık mekânı. Göklü Söz; sonsuz kıvılcımlar ülkesi, kalbimizin hicretlerine Medine’dir bundan böyle. İlticalarımıza gölgelik. Sığınmalarımıza liman.

Başka bir yere gidilmez gayrı. Serinlik bulamayacağız başka sözlerde. Allah'ın Elçisi'nin dudağından akan Söz pınarı dudaklarımızı beklemekte.

“Seni seçtim Ben, artık sana vahyolunanı dinle…” (TâHâ, 13)

Seçilen kendi küçüklüğüne bakmasın bundan böyle. Seçenin büyüklüğüyle uyansın. Seçilişinin ciddiyetini yeniden kavrasın.