Ümmetin Emini: Ebu Ubeyde b. El-Cerrah (ra)

01 Haziran 2015

Bir dilek, akla yaklaştırılamayacak kadar uzak olsa bile heyecanla yüklüdür. Dilekleriyle hayatı, dilekleriyle inançları arasında damarlar vardır insanın, gürül gürül akan. “Bir dilekte bulun” cümlesi kaç dileği tetiklemiştir de domino taşları gibi üst üste yığılmıştır arzular. Fakat ilk akla gelen dilek hangisidir? Hangi arzumuzdur rüzgârıyla peşine düşüren diğer arzularımızı?

Hz. Ömer bir mecliste dostlarına, “Bir dilekte bulunun, bakalım ne isteyeceksiniz!” diye söz kapısını açtığında, bir adam çıkıp “Keşke bu ev altınla dolu olsaydı da hepsini yoksullara dağıtsaydım” temennisinde bulundu. Onu bir başkası, “Keşke inci, mercan ve zebercet taşları olsaydı içinde de muhtaçlara saçsaydım onları” diye takip edince, Hz. Ömer, “İsteyin, istemeye devam edin bakalım” dedi tebessüm ederek. “Başka aklımıza bir şey gelmiyor” diyerek sustular bunun üzerine. Hz. Ömer bütün dikkatleri söyleyeceği söz üzerine topladığını görüp kendi dileğini paylaştı dostlarıyla: “Bense neyi arzulardım biliyor musunuz? Keşke bu ev Ebu Ubeyde b. el-Cerrah gibi er kişilerle dolup taşsaydı!”

Ömer (ra) “emanet” sıfatını en üst düzeyde taşıyanlarla dolsun istiyordu Müslümanların evleri. Her biri emindi evet, Emin’in ümmetindendiler. Fakat içlerinden yalnız birinin elini tutarak, “İşte bu zat ümmetin eminidir!” buyurmuştu Hz. Peygamber. Necran Hristiyanları kendilerine İslam’ı anlatacak birini istediklerinde söylemişti bu sözü. Herkes kimi işaret edecek diye nefesini tutmuş beklerken vermişti “Bize hakkıyla emin bir adam gönder” isteğinin cevabını.

Muhammedü’l-Emin’i can kulağıyla dinleyen beş kişiden biriydi Ebu Ubeyde. Emanete talip olan diğer dört kişi Osman b. Maz’un, Ubeyde b. Hâris, Abdurrrahman b. Avf, Ebu Süleyman b. Abdülesed konuşma bittiğinde Müslüman olarak Mekke’nin sokaklarına karışmıştı.

Fakat Hakkıyla Emin Adam’ın sınavı çok büyüktü: Müşrik olan babası. Bedir Savaşında kendisiyle karşılaşmamak için köşe bucak kaçmasına rağmen peşini bırakmayan babası. Hakkıyla Emin Adam, yine de onunla çarpışmak istemiyordu. Fakat öldürmeye ant içmişti dünyaya gelmesine vesile olan. Kaçtıkça çıkıyordu karşısına. Başka yerlerde kılıç sallamaya çalıştıkça soluğunu hissediyordu boynunda. Olan oldu sonunda ve amacına ulaşamadan öldü baba oğlunun elinde. Bu büyük imtihanı bütün zamanlara taşıdı Kur’ân-ı Kerîm: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun –babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.”* (Mücadele, 22)

Hakkıyla Emin Adam ikinci imtihanına Uhud’da girdi. Yaralı bir yüzdü soru ve hiç tereddüt etmeden dişleriyle çekti miğferden kopup yanaklara gömülen halkaları. İki dişini kaybetti bunu yaparken; kazandıklarını dünya kalemleri geçiremezdi kayda. Her mürekkep soluk kalırdı hakikate tercüman olmak isterken. Allah Elçisi’nin mübarek yüzüydü zira demir halkalardan kurtardığı.

Arka arkaya geliyordu sınavlar: Hendek, Beni Kureyza ve Hayber. Ne için harp ettiğini biliyordu, tek tek cevapladı soruları. Rıdvan Biati, Hudeybiye Barışı, Zatü’s-Selâsil Hareketi... Yalnız savaşın değil, sadakatin, sulhün ve irşadın soruları da vardı hakkıyla çözülmeyi bekleyen. Hakkıyla Emin Adam bu imtihanları da verdi bir bir. Hele Zatü’s-Selâsil’de duruşuyla verdiği sınav…

Hz. Peygamber önce Amr b. el-As (ra)’ı gönderdi Uzre ve Beliyy kabilelerine İslam’ı tebliğ için. Amr (ra), Selâsil Suyu kıyısında bu işin zannettiğinden daha zor olduğunu fark edip yardım istedi Rasûlullah (sav)’tan. Bunun üzerine Ubeyde b. el-Cerrah (ra)’ı yolladı yardımına Amr (ra)’ın. Yolladı fakat bir ince sözle beraber: “Amr b. el-As’la sakın aranızda ihtilaf çıkmasın!” Bu sözü yanından hiç ayırmadı Ebu Ubeyde (ra). Amr (ra)’a emirlik etme yetkisi varken bunu kullanmadı ve “Sen beni dinlemezsen ben seni dinlerim” dedi ona. Duruma “Allah Rasûlü seni üzerimize emir olarak atadı. Oysa Amr riyaseti sana bırakmayarak emirliği sürdürdü” diyerek itiraz eden Mugîre b. Şu’be (ra)’ye Ebu Ubeyde (ra)’nin verdiği cevap İslam tarihinin ilke değeri olan sözlerinden biriydi: “Rasûlulullah bize uyuşmamızı emretti. Bu yüzden Amr b. el-As buna uymasa da ben uymaktan geri durmam!”

Ümmetin Hakkıyla Emin Adamı’nın bir de Bahreyn’e gönderilişi var anlaşmalardan doğan vergileri getirmesi için. Ve dönüşü yüklü miktarda bir cizyeyle beraber. Sabah namazından sonra Ensar’ın gözü Hz. Peygamber’in üzerinde. Tebessüm ediyor Allah Rasûlü, “Ebu Ubeyde’nin geldiğini haber aldınız herhalde” derken. Fakat bir de devamı var ki hadisin, her camide levha olsa yeridir: “Allah biliyor ki ben sizin yoksulluğunuzdan endişe etmem. Kaygım önceki ümmetlerde olduğu gibi dünyanın size açılması ve rekabete girmenizdir.”

Ebu Ubeyde (ra) rekabet etmiyor dünya yarışında, dünyayı terk etmede refakat ediyor Nebi’ye; Mekke’nin fethinde, Taif Kuşatması’nda, Veda Haccı’nda. Ölümü temenni etmeyi yasaklamasaydı Efendisi, ahrete irtihaline de refakat etmekten geri durmayacaktı belli ki.

Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) komutanlık ettiği bu yürekli ordunun içinde kalabalığı yararak yürüyor bir yandan da şöyle sesleniyordu: “Uyanın artık! Elbiseleriyle nice göz kamaştıranlar vardır ki dinlerini kirletmişlerdir. Nice büyüklenip gururlananlar vardır ki şahsiyetlerini yerle bir etmişlerdir. Günahlarınızı sevaplarla yok edin! Yerle gök arasını dolduracak kadar günahınız olsa ve sonra bütün samimiyetinizle iyi bir iş yapsanız, o hayırlı iş bütün günahlarınıza baskın çıkar!”

Hz. Peygamber Rabbine kavuşmuş, emanet sahibini bekliyordu. Ensar, bu ağır sorumluluğu içlerinden Sa’d b. Ubeyde (ra)’nin üstlenmesini istiyordu. Hz. Ebu Bekir ise Ensar’ın erdemlerini anlatarak başladığı konuşmasının sonunda bir eliyle Hz. Ömer’in, diğeriyle Ebu Ubeyde’nin elini tutup, “Bu iki zattan birini seçiniz” tavsiyesinde bulunmuştu. Bunun üzerine tartışmalar başlamış, Müslümanların birliğinin bozulacağından endişe eden Hakkıyla Emin Adam duruma müdahale etme ihtiyacı hissetmişti: “Ey Ensar topluluğu! İslam’ın yardımına koşan ilk siz oldunuz madem, ayrılık ve ihtilafa yol açan ilk siz olmayınız!”

Söz yerini buldu ve sarstı kalpleri. Ensar’ın hatipleri Hz. Ebu Bekir’in teklifi üzerinde durmaya başladılar bu kez. Ancak Ebu Ubeyde ve Hz. Ömer razı olmadılar buna ve Hz. Ebu Bekir varken kendilerine böyle bir sorumluluğun düşmeyeceğini söylediler. Dahası, “Namazda Hz. Peygamber’in halifesisin” diyerek elini uzatmasını istediler biat için. Bu manzara karşısında yüzler ve kalpler Hz. Ebu Bekir’e döndü. Bütün eller onun elini tutabilmek için sıraya girdi.

İçlerinden yalnız biri halifeliği üstlenmiş olsa da her sahabi hayırlı halefiydi Hz. Peygamber’in. Bu yüzden 200.000 kişilik Rum ordusuna 40.000 kişilik bir kuvvetle çıkma cesaretini ve mağlup etme azmini göstermişlerdi Yermük’te. Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) komutanlık ettiği bu yürekli ordunun içinde kalabalığı yararak yürüyor bir yandan da şöyle sesleniyordu: “Uyanın artık! Elbiseleriyle nice göz kamaştıranlar vardır ki dinlerini kirletmişlerdir. Nice büyüklenip gururlananlar vardır ki şahsiyetlerini yerle bir etmişlerdir. Günahlarınızı sevaplarla yok edin! Yerle gök arasını dolduracak kadar günahınız olsa ve sonra bütün samimiyetinizle iyi bir iş yapsanız, o hayırlı iş bütün günahlarınıza baskın çıkar!”

Şahsiyet İslam’la yoğrulsun bir kez, Şam da teslim olur inanca Kudüs de. Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) Kudüs’ü kuşatır da “Lebbeyk” demez mi Kudüs. Sulh anlaşmasını Hz. Ömer’in imzalamasını talep etmez mi Ebu Ubeyde (ra)’den. Şam’ı kaybetmeyi hazmedemeyen Rumlar şehre yeni ordularla yüklense de her defasında Ümmetin Hakkıyla Emin Adamı’na koşmaz mı Şam. Hep bir hareket, hep bir telaş, hep bir yenilik. “Bir müminin kalbi serçenin kalbine benzer; daima bir telaş ve değişim içindedir” diye anlatıyor bu hali Ebu Ubeyde (ra).

Kendini beğeniyor mu Şam Emiri? Hayır. Kendinden hayırlı gördüğü kim varsa onun gibi olmayı temenni ediyor ırkına bakmadan: “Ben Kureyşliyim. Fakat rengi kırmızı olsun siyah olsun kimse yoktur ki takvaca benden üstün olan, keşke şu adamın bedeninde yaşayan ben olsaydım, demeyeyim.” Müslümanların arasına karıştığında mevki farkını ortaya koyacak her şeyden feragat ediyor. Öyle ki Rumlar bir topluluğun içinde onu ayırt edemeyip “Emiriniz kim?” diye sormak mecburiyetinde kalıyorlar.

Orta boylu zayıf bir adam Ebu Ubeyde (ra). Güzel bir yüzü, güçlü bir kalbi var. Fakat onun en bariz sıfatları adalet, merhamet ve şefkat. Bu yüzden Şam Hristiyanları hoşnutluklarını her vesileyle göstermeye çalışıyor, düşmanlarına karşı koyabilsin diye ona istihbarat dahi vermekte tereddüt etmiyorlar. Elinde avucunda ne varsa ahaliyle paylaşmaktan geri durmayan bir validen kim şikâyet eder. Hz. Ömer bizzat Ebu Ubeyde (ra)’nin şahsına yolladığı dört bin dirhemin dağıtıldığını haber aldığında Ebu Ubeyde (ra)’ye “kardeşim” diye sarılmaz da ne yapar!

“Kardeşim nerede?” diye soruyor Ömer (ra) kendisini Şam girişinde karşılayanlara. “Kimi kastetmiştiniz?” diye bir soruyla karşılık veriyorlar merak ederek halifenin kardeşini. “Ebu Ubeyde!” diyor Ömer yüzü aydınlanarak. “Gelmek üzere” kelimeleriyle beraber çıkageliyor Ebu Ubeyde (ra). Hz. Ömer sarılırken ona, “Haydi evine götür beni” diye fısıldıyor. Tedirgin oluyor Ebu Ubeyde (ra), görülmesini istemiyor evinin. Nitekim “Nerede eşyaların” diye soruyor Ömer eve varınca “bir keçe, bir kırbadan başka bir şey yok burada.” Birkaç lokma ikram ediyor Ebu Ubeyde halifeye. Gözyaşlarını tutamıyor Ömer (ra). Sonra hıçkırarak “Dünya senden başka herkesi değiştirdi” diyor.  

Ve bir gün Şam’ın kapısını veba çalıyor ve kimin vadesi dolmuşsa alıyor yanına. Endişe ediyor Hz. Ömer, ya Ebu Ubeyde (ra)’ye de isabet ederse ölüm. Bir mektup göndererek yanına çağırıyor onu: “Seninle yüz yüze görüşmek istediğim bir mesele var.” Ebu Ubeyde (ra) niyetini sezdiğinden şöyle cevaplıyor Ömer (ra)’i: “Allah’ın dediği olur. Askerlerimden ayrılmak istemiyorum.” Halifenin mektubu okurken ağladığını görenler, “Ebu Ubeyde öldü mü?” diye soruyorlar endişeyle. “Hayır” diyor Ömer, “fakat öldü de denilebilir.”

Bütün gayretiyle mücadele edip salgına karşı aldığı önlemleri artırsa da Hz. Ömer, hastalığın yayılmasına engel olamıyor. Sonunda kardeşinin kapısını da çalıyor veba. Hakkın emrinin gerçekleşmek üzere olduğunu anlayan Ebu Ubeyde (ra) dostlarına son sözlerini söylüyor:

“Size bir vasiyetim var, uyarsanız hayrınıza olur. Namazınızı kılın, orucunuzu tutun, zekâtınızı verin, haccınızı eda edin, birbirine iyiliği dokunan kişiler olun, başınızdaki emirlere itaat edin ve onları aldatmayın. Dünyanın sizi yoldan çıkarmasına izin vermeyin. Bin sene yaşasa da insan sonuç değişmez: Allah Teâlâ insanlar için ölümü takdir etmiştir. Bu yüzden herkes ölecektir. İnsanların en akıllısı Allah’a en çok itaat eden, yaşarken dönüşü için en çok azık toplayandır. Allah’ın selam, rahmet, lütuf ve bereketi üzerinize olsun. Ey Muaz! Haydi, cemaate namaz kıldır!”

Muaz (ra) bu sözlerle anlıyor ki Ebu Ubeyde (ra) yerine kendisini işaret etmiştir. Namazdan önce o da Ümmetin Emini’ni işaret ediyor: “Bugün öyle bir insanı kaybettiniz ki ondan daha dindar, temiz ve merhametlisini görmedim.”

 


*Birçok müfessir bu ayet-i kerimede Bedir’de oğlu Abdurrahman’la karşı karşıya gelen Hz. Ebu Bekir’e, Uhud’da kardeşi Ubeyd’le karşı karşıya gelen Mus’ab b. Umeyr (ra)’e ve dayısı Asım’la karşı karşıya gelen Hz. Ömer’e işaret edildiğini söylemektedir.