Ümmetine Düşkün, Rauf Ve Rahim Peygamber

30 Mart 2011

Başka âyet-i kerimelerde peygamberlerin Allah Tealâ tarafından elçi olarak “Gönderildiği”ne vurgu yapılırken burada o elçinin “Geldiği”nin ifade edilmesi Peygamber’i teşrif; O’na değer verme ve “Gelme” işinin O’na nisbet edilmesiyle insanlar tarafından görülene, anlaşılabilecek olana ve Rasûl-i Ekrem’in üstünlüğüne, şerefBurada O’nun, her şeyden önce “Rasûl=Elçi” özelliği öne çıkarılıyor ki O’nun/Muhammedu’l-Emîn’in ne kadar mükemmel bir insan olduğunu zaten kavmi içinde bilmeyen yoktu. O halde burada O’nun bu vasfına ilâve niteliklerine yer verilmesi ve mükemmelliğini tamamlayan, Allah Tealâ tarafından özellikle O’na bahşedilen diğer vasıflarına işaret edilmesi gerekiyordu. İşte bunların başında O’nun, “Allah’ın Rasûlü=Elçisi olması gelmektedir. O halde “Ey müşrikler, Muhammed’i yalanlarken aslında siz O’nu değil, Allah’ı yalanlamış, O’na eziyet ederken Allah’a eziyet etmiş, O’nun getirdiği nizamı reddederken Allah’ın sizin için uygun gördüğü nizamı reddetmektesiniz. 

Buradaki “Rasûl” her ne kadar nekra=belirsiz isim olarak gelmişse de bu âyet-i kerimeden önceki âyetler (âyet, 123-127) Efendimiz’in risaletini kabul etmeye yanaşmayan müşrikleri kınama sadedinde olduğundan “Sibâk” karinesiyle elbette bu Rasûl, Hz. Muhammed’dir ve bundan sonra zikredilen sıfatlar da O’nun sıfatlarıdır.

Bu sıfatlardan en önde geleni Efendimiz (sav)’in, muhatablarını kendisinden daha fazla düşünmesi, onların musibetini/felâketini kendi musibeti sayması, peygamber olarak gönderildiklerinin dünya ve âhiret saadetini kendisininden önemli görmesi ve bu yolda gayret sarfetmesidir. Hz. Peygamber (sav)’in sîret-i nebeviyyesini okuduğumuzda, Kur’ân-ı Kerim’i dikkatle incelediğimizde Efendimiz (sav)’in, muhatablarının imanına ne kadar “hırslı ve istekli” olduğunu açıkça görürüz. “Herhalde sen, onlar iman etmiyorlar/iman etmeyecekler diye az kalsın kendini harab edecektin.” (Şuarâ’, 3) âyet-i kerimesi O’nun, muhatablarının imana gelmesi için elinden gelen her şeyi yapması yanında imansızlıkta ısrarlarına ne kadar üzüldüğünü de ifade etmektedir. İnkârlarının şiddetinden Tâif dönüşünde ve Uhud’da kendisini yaraladıklarında müşriklerin kendisine reva gördükleri işkencelere göğüs gererken, Cibrîl, onları helâk etmek için izin istediğinde O: “Ey Allahım, kavmimi affeyle, onlar bilmiyorlar.” diye dua etmekte, Cibrîl’e: “Nereden bileceksin, belki onların neslinden iman edenler çıkacak.” diyebilmektedir.

Efendimiz, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle “Rahmeten li’l-âlemîn=Bütün âlemlere rahmet”tir. O’nun risâleti bütün ins ve cinn için mahz-ı hayırdır. Ama O’nun, getirmiş olduğu Hak dini kabul eden mü’minlere karşı rahmeti daha ziyadedir. Onun için bu âyet-i kerimede O’nun, “Mü’minlere Raûf ve Rahîm” olduğu vurgulanmakta O’nun, inananlara karşı davranışlarındaki rahmet ve ra’fet’in fazlalığına işaret için –aynen Allah’ın esmâsında olduğu gibi- mübalâğalı sıfat olan sıfat-ı müşebbehe ölçüsünde bir kelimeyle/sıfatla çok merhametli olduğu ifade edilmektedir. Tabîîdir ki burada Efendimiz’in bu sıfatları verilirken O’nun halifelerine ve ümmetine de mesaj verilmekte; inananların da birbirlerine böyle davranmaları emredilmektedir.

Peygamberini kendilerine gerçek rehber kabul eden mü’minler, O’nun yaptığı gibi rahmet ve ra’fet duygularını, kendileri gibi inanan kardeşlerine yöneltecekler; onlara merhamet edecek, onların musibetlerinde, uğradıkları felâketlerden onlar gibi etkileneceklerdir.

Peygamberini kendilerine gerçek rehber kabul eden mü’minler, O’nun yaptığı gibi rahmet ve ra’fet duygularını, kendileri gibi inanan kardeşlerine yöneltecekler; onlara merhamet edecek, onların musibetlerinde, uğradıkları felâketlerden onlar gibi etkilenecek, üzülecek, onların dertleri ile dertlenecek, onların problemlerini kendi problemleri kabul ederek nasıl çözüleceğine kafa yoracak ilh. Mü’minlerden oluşan bir toplumun fertleri bir binanın tuğlaları gibi olacak, bir bedenin organları gibi olacak; Hz. Peygamber (sav)’in ifadesiyle “Bir organ hastalandığında diğer organlar ateş ve ağrı ile hastalanan organa hastalığında ortak olacak” Bunun zıddına kâfirlere –tabîîdir ki muharib olanlarına- sert, katı, gerektiğinde acımasız/merhametsiz, öfkeli, gerektiğinde hınçlı, ama adaletli olacak.Burada, rahmet ve ra’feti mü’minlere tahsis ederken, diğer insanlara ve canlılara merhamet kaldırılmış değildir. Ama inananların, muhatablarına duygularını yöneltmede onların inançlarının önemli bir ölçüt olduğuna vurgu yapılmaktadır. İnsanda, tabîî, yaradılıştan gelen/fıtrî duygular içinde gazab, nefret, sevgi, rahmet/acıma, ra’fet/esirgeme, koruma-kollama duyguları belli ölçüler ve prensipler dairesinde yönlendirilmediği takdirde kendilerine, kendilerine göre sarfedilecek yerler bulur ve haklı haksız, doğru yanlış olduğuna bakmaksızın bir yerlere sarfedilirler. İşte bu âyet-i kerime inananlara, bu fıtrî duygulardan rahmet/acıma, merhamet etme, ra’fet/esirgeme duygularının kimlere yöneltildiğinde doğru davranmış olacaklarını öğretmektedir.

Mü’min böyle olacak, çünkü inanmayanlara, inananlarla aynı muamele onların inançsızlıklarının devamında bir beis görmemeleri, inançsızlıklarının bir noksanlık olmadığı düşüncesine sapmaları neticesini doğuracağından onların aleyhine olacaktır. Bir mü’minin, mü’min kardeşine daha bir rahmetle yaklaşması ve kâfiri bundan mahrum bırakması inançsız kişiyi kendi inançsızlığını sorgulamaya götürecek; merhametle muamele istiyorsa mü’min olması gerektiğini anlayarak belki de imana gelecektir. Bu anlamda kâfire merhamet onun aleyhine, âdil ama sert muamele ise onun lehine olacaktır.

Anlamları birbirine yakın olan Ra’fet ve Rahmet, elçide mutlaka bulunması gereken iki sıfattır ki elçi bu şekilde elçilerin sultanı, Allah’ın elçilerinin sonuncusu/Hâtem’i ve Hâtim’i Hz. Muhammed (sav)’i kendine nümune-i imtisal edinmiş olacaktır.

Allah ile insanlar arasındaki ilişkiyi peygamber=elçi temsil ve te’sis eder. Onun için risâlet=elçilik müessesesi son derece önemli ve bu ilişkinin te’sisi için lüzumludur.Gelelim âyet-i kerimenin günümüze ve günümüz Müslümanlarına mesajlerına:

Bu, Allah ile insanlar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi insanlar ve toplumlar arası ilişkilerde de böyledir. Elçilik, aracılık, insanlar arası ilişkilerin oluşturulması ve geliştirilmesinde önemli bir role sahiptir ve insanların bu müesseseyi kurmaları, işletmeleri gerekir.

Elçi olarak görevlendirilip gönderileceklerde, diğer insanlardakinden farklı ve daha fazla özellik olması, onları elçi olarak tayinde belirleyici bir takım olumlu sıfatların bulunması gerekir. Herhangi bir yere, herhangi bir mesajla gönderilecek elçide bu sıfatların aranması risaletin başarısında belirleyici olacaktır. Bu âyet-i kerime esas alındığında bu sıfatları şöyle sıralayabiliriz:

1.Elçi, her şeyden önce gönderildiği kimse ya da kimseler tarafından tanınan bilinen, o kadar ki “kendilerinden” sayılacak kadar onları bilen, onların da bildiği bir kimse olmalı, meselâ bu cümleden olarak onların dilini ana dili gibi bilmeli, onlar gibi konuşmalı, onlar gibi davranmalı, örflerini, âdetlerini, geleneklerini bilmeli ve bunlara göre bir yaşantısı olmalı ki gönderildiği kimseler tarafından yanlış anlaşılacak davranışları olmasın. Karşılıklı olarak birbirlerini anlayıp rahatlıkla iletişim kurabilsinler.

2.Kendisini elçi olarak gönderenin verdiği görevi hakkıyla yerine getirirken elçi olarak gönderildiği kimsenin veya toplumun da menfaatlerini göz önünde tutmalı, onların aleyhine olabilecek düşünce ve davranışlardan sakınmalı. Zira âyet-i kerimenin ifadesiyle “Elçi olarak gönderildiklerinin sıkıntıya uğraması elçiye ağır gelir”, onların musibeti elçinin de musibetidir.

3.Elçi, muhatablarının iyiliği için gönderilir, uyarma ya da müjdeleme onları iyiliğe çekmek ve iyi ilişkilerin devamını sağlamak için başvurulacak iki metod olarak risalet’le ilgili bir çok âyet-i kerimede öne çıkarılır.

4.Elçi, Allah Tealâ’nın sıfatlarından özellikle ikisini kendisi için rehber edinmeli ve bu sıfatlarla muttasıf olmaya çalışmalıdır: Raûf ve Rahîm. Anlamları birbirine yakın olan Ra’fet ve Rahmet, elçide mutlaka bulunması gereken iki sıfattır ki elçi bu şekilde elçilerin sultanı, Allah’ın elçilerinin sonuncusu/Hâtem’i ve Hâtim’i Hz. Muhammed (sav)’i kendine nümune-i imtisal edinmiş olacaktır.

5.Peygamber Efendimiz (sav)’in halifesi olanlar O’nun bu sıfatlarını kendi sıfatları kılmaya özen göstermeli; tebealarına düşkün, onların iyiliğini kendi iyiliğinin önünde, onların menfaatini kendi menfaatinin önünde görmeli; onların felâketine üzülmeli, hayrına sevinmelidir.

6. Bütün insanlara karşı adaletle hükmetmesi yanında özellikle mü’minlere karşı daha bir merhametli, olmalı, onlara daha bir rıfk ile muamele etmelidir.

Bu, Rasûlullah (sav)’ın halifeleri yanında bütün mü’minler için geçerli bir sıfat olmalıdır. Mü’minler birbirlerine muamelede daha bir pozitif olmak zorundadırlar. Ra’fet ve rahmet insanlardaki gazab, öfke ve şiddet sıfatları kadar tabîî olmakla mü’min, gazabını, öfkesini, şiddet ve düşmanlığını bu sıfatları kendisine yönelten kâfirlere yöneltirken mü’min kardeşlerine ra’fet ve rahmetle yaklaşmalı, onların felâketine üzülmeli, onlara acımalı, musibetlerini sona erdirme yolunda elinden geleni ardına koymamalıdır.

Bu âyet-i kerimenin tefsirinde aklımıza gelenler bunlar. En doğrusunu Allah bilir.