Vahiy ve Hz. Peygamber

İlk Vahiy İlk Ürperti

Buharî'nin Hz. Aişe (ra)'den naklettiği, vahyin başlangıcı ile ilgili meşhur hadiste O (ra), şöyle demiştir: "Rasûlullah'a ilk vahiy uykuda iken gördüğü sadık/salih rüya ile başlamıştır. O'nun gördüğü her rüya sabahın aydınlığı gibi çıkardı. Bilahare kendisine yalnızlık, uzlet sevdirildi. O, günlerce insanlardan ayrılıp Hira mağarasına çekiliyor, orada tefekkür ve tezekkür /tehannüs ile meşgul oluyordu. Zaman zaman yiyecek, içecek/azık almak için eve geliyor tekrar yerine dönüyordu.

Bir gün Allah'ın Rasûlü Hira'da bulunuyorken O'na melek gelip "oku" dedi, O da "Ben okuma bilmem" cevabını verdi. Rasûlullah dedi ki: " Melek Beni alıp takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra bıraktı ve Bana: "oku" dedi, Ben de "okuma bilmem" dedim. O, Beni yeniden aldı ve takatim kesilinceye kadar sıktı ve sonra Bana yine "oku" dedi, Ben de yine "okuma bilmem" dedim ve üçüncü defa Beni tekrar alıp takatim kesilinceye kadar sıktı ve bıraktıktan sonra: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku. Rabbin, kalem ile yazmayı öğretti. O insana bilmediklerini öğreten en büyük iyilik sahibi bir Rab'dir." âyetlerini okudu."

Bu olaydan sonra Rasûlullah, kalbi titriyor olarak oradan eve döndü ve hanımı, Huveylid'in kızı Hatice'ye: "beni örtünüz, beni örtünüz!" dedi. O'nu örttüler. Korku hali geçinceye kadar öylece kalan Hz. Muhammed (sav), daha sonra başından geçen olayı eşi Hatice'ye anlattı ve "kendimden korkuyorum" dedi.

Hatice, "Hayır vallahi, Rabbim Seni asla mahcup etmez. Çünkü Sen akrabanı gözetirsin, aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, misafiri ağırlar, hak yolunda halka yardım edersin." diyerek O'nu teselli etti, sonra da alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Gözleri görmeyen bu yaşlı zat, cahiliyye döneminde Hıristiyan olmuş, İbranice'yi bilir ve İncil'den de nasibi kadar yazmıştı.

Varaka kendisine anlatılanları dinledikten sonra:  "Bu gördüğün Allah'ın Musa'ya indirdiği Namus-u Ekber Cibril'dir. Keşke davet günlerinde yaşıyor olsaydım da kavmin, Seni yurdundan çıkartırken Sana yardımcı olsaydım." dedi. Bu söz üzerine Allah'ın Rasûlü, "Onlar Beni yurdumdan çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka: "Evet, Senin getirdiğin şeyle (vahiy) gelen hiç bir peygamber yok ki, ona düşmanlık edilmesin! Eğer bu günlerin bana ulaşırsa, yani hayatta kalırsam, Sana mutlaka yardım edeceğim." dedi!

Bu ilk olaydan sonra bir süre vahiy kesildi. Sonra da: "Ey örtüye bürünen! Kalk, inzar et, Rabbinin büyüklüğünü ilan et, elbiseni çevreni temizle, şirk ve benzeri pislikleri uzaklaştır!" âyetlerinin gelmesiyle birlikte Allah'ın Rasûlü, vahyi tebliğe başladı!

Buharî'nin naklettiği bir rivayette, İbn Abbas demiştir ki: Rasûlullah (sav) kendisine vahyedilirken, Kur'ân'ı okuyabilmek için acele ile dudaklarını oynatıyordu. Bunun üzerine: "Allah Teâlâ: 'Onu okumak için acele edip dilini oynatma, onu, Senin hafızanda toplamak, dilinde okutturmak Bize düşer. Biz onu okurken Sen, okunuşunu takip et, dinle. Sonra açıklanması icab edenleri beyan da Bizim görevimizdir." âyeti indirildi."

Ayetten  de anlaşılıyor  ki:

Vahy esnasında Hz. Peygamber aklı, şuuru, bilinç ve iradesi yerindedir, dış görünüşüne bakılarak O'nun, bilincini kaybedip, kendinden geçtiği sanılmamalıdır!

Rasûlullah (sav)'a susması ve dinlemesinin emredilmesinden Kur'ân'ın, dinlenebilecek ses, kelime ve cümleler halinde kendisine okunmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Kur'ân lafız, mana ve beyan olarak hepsi birlikte ve aynı anda, Nebî (sav)'in hafızasında vahyin sahibi tarafından cem edilmiştir (ezberletilmiştir), Hz. Peygamber'in kendi beşeri çabası ile değil!

Cibril vahyini tamamlayıp, o hal geçtikten sonra Allah Rasûlü'nün âyetleri telâffuz edip okuması da kendi beşerî yetileri ile cümle kurup ifade biçimine sokması ile değil, Allah'ın okutmasıdır.

"Onu okumak için dilini oynatma.", "Onu Senin hafızanda toplamak ve okutturmak Bize aittir." cümleleriyle Allah (cc), vahiy esnasında Rasûlullah (sav)'ı kendi beşerî yeteneği ile metin oluşturmaktan men etmiş; isim ve sıfat tamlamaları, deyimler ve yer yer nazım ve nesri andıran ifade biçimleri şeklindeki muhtevası ile edebî bir metinde bulunması gereken tüm özellikleriyle Kur'ân'ı, Hz. Peygamber değil vahyin sahibi vücuda getirmiştir.

İlk Tebliğ İlk Tepki

Aslında Kur'ân'ı ve Hz. Peygamber'i dinleyen bir kısım bilge müşrikler, içten içe O'na inanıyor, okunan âyetlerin insan sözü olamayacağını kabul ediyorlardı. Fakat topluma hakim güçlerden çekindikleri için kalben hissettiklerini açıktan söyleyemiyorlardı.

İlk müminler, Hz. Hatice, sonra Ali b. Ebi Talib, Zeyd b. Harise ve Kuhafe'nin oğlu Ebû Bekir'dir (ra).

Allah (cc) Rasûlü'ne:

"O halde Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle,  müşriklerden yüz çevir, onlara aldırma!" âyeti ile tebliği açıktan yapmasını ve bu işe de yakın akrabalarından başlamasını emredince müşriklerin tepkisi başladı!

Müşrikler, Rasûlullah (sav) ve O'na indirilenler hakkında ne diyeceklerini birlikte kararlaştırmak maksadıyla Velid ibn Muğire'yi bu konuda görevlendirdiler. Kahin, mecnun veya şair olduğunu iddia edemeyeceklerini anlayınca sonunda sihirbaz demeyi kararlaştırdılar.

Aslında Kur'ân'ı ve Hz. Peygamber'i dinleyen bir kısım bilge müşrikler, içten içe O'na inanıyor, okunan âyetlerin insan sözü olamayacağını kabul ediyorlardı. Fakat topluma hakim güçlerden çekindikleri için kalben hissettiklerini açıktan söyleyemiyorlardı. Mesela Utbe b. Rebia: "Ondan öyle şeyler işittim ki, ömrümde mislini işitmemiştim. Bu sözler şiir değil, kehanet de değil. Bunlardan hiç birine benzemiyor. Ey Kureyşliler Beni dinleyin ve O'nu kendi haline bırakın, eğer muvaffak olmazsa Arabistan O'nu mahveder, eğer muvaffak olursa, O'nun zaferi sizin de zaferiniz demektir." demiştir.

Velid B. Muğire de Rasûlullah (sav) ve okuduğu âyetler hakkında şöyle demiştir: "Hayır vallahi! O, kahin değildir, şüphesiz çok kahinler gördük ama O'nun söyledikleri kahinin anlaşılmaz biçimde mırıldanmasına benzemiyor. Mecnun desek? Hayır, vallahi, O mecnun da değil, deliliği gördük ve tanıyoruz da. O'nun söyledikleri mecnunların kafa karıştıran homurtusuna da benzemiyor! Şair desek? Hayır, vallahi, O şair de değildir!"

Kur'ân'ın ifadesine göre onlar, geceleri, birbirlerinden gizli olarak geliyor Rasûlullah (sav)'ı Kur'ân okurken dinlemekten kendilerini alamıyorlardı!

Peygamber'in Vahye Müdahalesi Mümkün mü?

Kur'ân'ı, Allah'ın kelamı değil de Hz. Muhammed'in uydurduğu sözler olarak kabul eden inkarcılar, aynı zamanda onu, istenildiği zaman değiştirilebilecek, yani, beğenmedikleri âyetleri götürülüp yerine beğenecekleri, ya da istedikleri âyetlerin getirilebileceği bir insan sözü olarak görüyorlardı. Özellikle de Allah'a ortak koştukları ilahları/putları hakkında hoşlanmayacakları sözlerin söylenmesini istemiyorlardı. Bu sebeple onlardan bazıları Hz. Peygamber'den başka Kur'ân istemişler veya o ana kadar gelen vahyin değiştirilmesini teklif etmişlerdi.

Onların bu talepleri üzerine Allah Teâlâ şu âyetlerini indirmiştir: "Kendilerine mana ve hükümleri apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman ahiret günü, bizimle buluşmayı ummayanlar: 'Bize bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir!' dediler.

De ki, Kur'ân'ı, kendiliğimden değiştiremem. Ben,  ancak Bana vahyedilene tabi olurum. Eğer Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım!"

O, değil bir âyeti değiştirmek veya arzusuna göre âyet uydurmak; hadislerin dahi Kur'ân'la karıştırılabileceğinden endişe ile oldukça titiz davranıyordu.

Vahiy - Hz. Peygamber İlişkisi

Vahy esnasında aklı, şuuru ve iradesi yerinde; ancak vahyi telakki konusunda iradesi Allah'ın iradesine bağlı olarak sadece kendisine okunanı susup dinleme durumunda olan Hz. Muhammed (sav), vahyin zamanı, gelip gelmemesi, miktarı ve konusu gibi hiç bir konuda tercih sahibi değildi. Hazarda-seferde, yaz-kış, gece-gündüz, uykuda-uyanıkken. Hasılı, Allah'ın istediği tüm zaman ve mekanlarda ve her halükârda O'na bazen birkaç âyet indirilirken, bazen de sahifelerce âyetler inzal ediliyordu. Yine Allah Nebisi, fetretü'l-vahiyden sonra peş peşe gelen vahiylerle daralıp bunaldığı anlar yaşadığı gibi, bazen de vahyin gelmesini çok arzu ettiği, ilahî açıklamaya çok ihtiyaç duyduğu halde beklenen vahiy günlerce gelmemiştir de. Bazen öyle durumlar olmuştur ki, o konuda henüz bir hüküm gelmemişse, Rasûlullah (sav), Allah'ın vahyini beklemekten başka bir şey yapamıyordu.