Bedir’de yaşadıkları ağır mağlubiyet, cahiliye toplumunun yarasıydı. Rövanş, Uhud’da alınmak istendi. Müslümanlar Peygamberimiz’in çizdiği plana göre arkalarını Uhud Dağına vermiş olarak savaşıyorlardı. Bu plana göre okçular belli bir düzene göre yerleşmişlerdi ve savaş nasıl gelişirse gelişsin yerlerini terk etmemeleri gerekiyordu. Böylelikle arka taraftan güven içinde olduğunu bilen ordu rahat hareket edebilecekti. Müslümanların sayısı müşriklerinkinin dörtte biri kadardı ancak Hz. Peygamber’in çok güvendiği, aralarında Ebu Dücane, Hz. Hamza, Hz. Ali gibi isimlerin de bulunduğu az sayıda savaşçı büyük kalabalıklara bedel kabul ediliyordu.
Hamza’nın savaştaki önemli rolü müşrikleri tedirgin ediyordu. Önceden ölümü tasarlanan bir hedefti zaten. Bedir’de katledilen Hâris b. Âmir’in kızı Zeynep’in Vahşî’den azat edilmesi için Hz. Muhammed (sav), Ali veya Hamza (ra)’dan birini öldürmesini istediği rivayet ediliyor. Benzeri bir rivayet Hamza (ra)’nın Bedir’de öldürdüğü Utbe bin Rebi’a’nın kızı ve Ebû Süfyân’ın karısı Hind için de mevcuttur. Hind, babasını, kardeşini ve amcasını öldüren Hamza’yı öldürecek kişiye bütün takılarıyla birlikte on altın ödül vereceğini ve Hamza’nın organlarından yapacağı bir gerdanlıkla Mekke’ye dönmek istediğini açıklamıştı.
Uhud’a gelen Kureyş ordusundaki kölelerden Vahşî ile Suâb dışındakiler geri hizmette görevlendirilmişti (Vâkıdî, I, 230). Uhud’da çatışmalar başladıktan sonra Vahşî bazen bir kayanın, bazen bir ağacın arkasına saklanarak Hz. Hamza’yı gözetliyor ve öldürme fırsatı kolluyordu. İşte öyle anlatıyor: “Cübeyr bana ‘Eğer Muhammed’in amcası Hamza’yı öldürürsen hürsün’ dedi. Ben Habeşistanlı bir kimseydim ve çok iyi mızrak kullanırdım. Hedefi kolay kolay şaşırmazdım. Attığımı vururdum. İnsanlar birbirlerine girince çıkıp Hamza’ya baktım ve onu aramaya başladım. Onu gördüğümde ısıran bir deve gibi önüne geleni deviriyordu. Önünde bir şey duramıyordu. Vallahi ben onu vurmak için hazırlanıyor ve kâh bir ağaç kâh bir taşın arkasında bana yaklaşması için gizleniyordum. Birden bire Sıba’ b. Abduluzza beni geçip ona doğru ilerledi.”
Vahşî, Hamza’nın üzerine gelen Sıba’ b. Abduluzza’ya meydan okuduğunu ve bir kılıç darbesiyle öldürdüğünü görünce, mızrağını hemen ona doğru fırlatır. Mızrak Hamza’nın karnına isabet eder. Yarası ölümcüldür. Vahşî şöyle anlatıyor: “Mızrak bağırsaklarına isabet etti ve bağırsakları iki ayağı arasında dışarı fırladı. Bununla beraber bana doğru gelmeye çalıştı, ama yere yuvarlandı. Onu orada ölünceye kadar bıraktım. Sonra gidip mızrağımı aldım ve karargâha gelip orada oturdum. Çünkü onu öldürmekten başka bir isteğim yoktu. Onu sadece hürriyetime kavuşmak için öldürdüm.”
Hamza’nın öldürülmesi büyük bir kayıp olmakla birlikte Müslümanlar hâlâ savaşa hâkim durumdaydı. Sancağı Mus’ab b. Umeyr (ra) taşıyordu. O şehit olunca sancağı Ali b. Ebu Talib (ra) eline aldı.
Kureyş kadınları savaşan erkeklerin morallerini yükseltmek için def çalıyor, onları savaşmaya teşvik ediyorlardı. Başlarında Hind binti Utbe vardı. Hind, Abduddar Oğulları’nı çeşitli beyitlerle savaşmaya teşvik ediyordu:
Orada Abduddar Oğulları var.
Orada şan ve şeref koruyucuları var.
Keskin kılıçlarla vurun ha!
Hind, akrabaları için de savaşa teşvik için şiirler okuyordu:
Hücum ederseniz size sarılır, kucaklarız çarşaflar yayarız
Yok, kaçarsanız sizden nefret eder sizi terk ederiz.
Kureyşliler olanca güçleriyle savaşsalar da sonunda Müslümanların saldırıları karşısında aciz kaldılar ve yenilgiyi kabullendiler. İbni İshak şöyle anlatıyor: “Sonra Allah Müslümanlara zafer nasip etti ve vaadini yerine getirdi. Müslümanlar onları kılıçlarıyla kovalayıp karargâhlarından uzaklaştırdılar, artık onlar için mağlubiyet kaçınılmazdı.”
Gelgelelim Müslümanlar galibiyet rehaveti ve ganimet arzularıyla Peygamberimiz’in kendileri için belirlediği savaş düzenini terk ettiler. Yerlerinden asla kıpırdamamaları tembih edilmiş okçular 3 bin müşrikten kalan ganimetin vadiyi kapladığını görünce hevese kapılıp meydana inmeye başladı. Halid b. Velid kumandasındaki Kureyş atlıları Müslümanlara saldırma fırsatı yakalamak isterken muhasara altında kalmışlardı. Müslümanların arka tarafındaki askerlerin dağıldığını görünce hemen saldırdılar. Firar eden Kureyşliler de bunun üzerine geri dönüp onlara katıldı. Kureyşlilerin sancaktarları öldüğü için, yerdeki sancağı Amra binti Alkama isimli bir kadının kaldırdığı kaydediliyor.
Müslümanlar iki taraftan kuşatılmış bir durumda savaşı sürdürmeye çalışıyorlardı. Savunma sistemi dağıldığı için müşrikler Peygamberimiz’in yanına yaklaşıp onu yaralayabildiler. Öldüğüne dair bir şayia yaydılar ardından. Müslümanlar dağıldı. Kimileri Medine’ye koşarken kimileri de dağa sığındı. Peygamberimiz’in gayretiyle bir grup sahabe kendisinin etrafına toplandı ve birlikte dağa çıkmayı başardılar. Bu savaşın ayrıntılarını başka bir yazımda anlatmıştım. Bu yazının konusu, savaş sırasında Hz. Hamza’yı öldüren Vahşî’nin pişmanlığı.
Hz. Hamza’nın şehadetini haber aldığında Peygamberimiz çok üzüldü. Çok sevdiği ve değer verdiği akrabasının cesedinin parçalanmış olması duyduğu üzüntüyü daha da artırmıştı kuşkusuz.
Vahşî Hz. Hamza’yı mızrağıyla öldürdükten sonra karnını parçaladı ve ciğerini çıkararak Ebu Süfyan’ın karısı Hind’e götürdü. İntikam duyguları içindeki Hind ciğeri ağzına alıp çiğnedi, ancak yutamayarak tükürdü. İnsan yazarken bile zorlanıyor. Hind, babası Utbe bin Rebi’a’yı öldüren Hz. Hamza’nın ciğerini yemeğe ant içmiş, bununla da kalmayarak Uhud şehitlerinin bedenlerinin parçalarından yaptığı kolyeye onun organlarından parçaları da eklemişti… Ölünün bedenine dönük bu işkence türü cahiliye toplumunda olağan sayılıyordu. İslam, “müsle” olarak bilinen intikam veya ibret amacıyla ölü bedenine işkence etmeyi yasakladı.
Hz. Peygamber’in Hz. Hamza’nın cesedine yapılan bu işkence üzerine şunları söylediği kaydediliyor: “Sana üzüldüğüm gibi asla hiçbir şeye üzülemem. Beni bundan daha fazla hiddetlendirecek bir durumla asla karşılaşmadım.”
Bununla birlikte İslam’ın dünyaya vaat ettiği yeni toplum ve insan için tevbenin sınırı son derece geniş tutulmalıydı. Peygamberimiz’in Mekke’nin fethi sırasında görüldüğü yerde öldürülmesini emrettiği kişiler arasında Hind de vardı. Hind ise Kâbe’nin örtüsü altına sığınarak öldürülmekten kurtulmayı denedi. Yanındaki kadınlarla birlikte iman ettiklerini bildirerek Rasûlullah (sav)’a biat etmek istediler. Peygamberimiz Hz. Hamza için duyduğu bütün acıya karşılık onu affetti ve biatını kabul etti.
Vahşî ise vaat edildiği gibi kölelikten kurtulmuştu, ancak bunun rahatlığını yaşayamadı. Uhud’daki galibiyet haberini Mekke’ye ilk ulaştıran kişi olmuştu, bir tepeye çıkarak Mekke müşriklerine savaş hakkında bilgi vermişti. Hendek Savaşı’na da katıldı ve bu savaşta Tufeyl b. Numân el-Ensârî’yi şehit etti. Mekke’nin fethi üzerine korku içinde Taif’e kaçtı. Çünkü Müslümanlara karşı ısrarlı düşmanlığı nedeniyle Peygamberimiz tarafından ilan edilen genel affın dışında tutulan on kişiden biriydi. Ne var ki Taifliler de Müslüman olmak için Peygamberimiz’in huzuruna bir heyet göndermeye karar vermişlerdi. Vahşî nereye sığınacağını bilemez halde korkular içinde dolaştı bir zaman. Müslümanlık ummadığı bir hızla yayılıyordu. Bir yerde yakalanıp şiddetli cezalara çarptırılacağını düşünerek yaşamayı daha fazla kaldıramadı. Peygamberimiz’in İslam’a girenleri affettiğini öğrenince, Medine mescidine gitti ve Peygamberimiz’in huzurunda Müslüman oldu. Kaynaklarda yer alan ayrıntılı bilgilere göre, Peygamberimiz’in huzurundayken işlediği büyük günahlar nedeniyle İslam’a kabulü konusunda tereddütlerini dile getirmiştir. Buna karşılık Peygamberimiz’in, “Kim tevbe edip iyi davranışlarda bulunursa şüphesiz o kişi tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner” (el-Furkān 25/71) ayetini okuduğu kaydediliyor. Ayeti dinledikten sonra Vahşî, “Ey Allah’ın Rasûlü, ben neredeyse küfre denk bir günah işledim. Allah bunu da hasenata çevirir mi?” diye sorunca da Peygamberimiz, “Allah kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları dilediği kimse için bağışlar” (en-Nisâ 4/116) ayetiyle cevap verdi. Bu cevapla da ikna olmayan Vahşî, “Burada Allah’ın dilediğini affedeceği bildiriliyor, beni bağışlamayı diler mi dilemez mi bilmiyorum” deyince, Hz. Peygamber, “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (ez-Zümer 39/53) ayetini okudu. Böylelikle endişelerinden kurtulan Vahşî İslâm’a girdi.
Daha sonra Peygamberimiz ondan amcasını nasıl şehit ettiğini anlatmasını istedi, ancak anlattıklarını dinlerken büyük üzüntü duydu. Sahabenin beklediğinin aksine Vahşî’yi cezalandırmadı, ancak ondan gözüne görünmemesini istedi. Onu affetmişti, ancak yanındayken Hamza’nın parçalanmış cesedi gözlerinin önüne geldiği için, görmeye dayanamayacağını hissediyordu.
Bu görüşmeden sonra Vahşî Medine’den ayrıldı. Peygamberimiz’in gözüne görünmeden yaşamayı kendine yediremediğini ve geçmişiyle hesaplaşmayı sürdürdüğünü düşündürüyor, sonraki gelişmeler. Hz. Hamza’yı öldürdüğü mızrak ve okla peygamberlik iddiasında bulunan Yalancı Müseyleme’yi öldürmesi bir rastlantı olmasa gerek. Hicri 12 (633) yılında Hâlid b. Velîd kumandasında Yemâme Savaşı’na katıldı ve peygamberlik iddiasında bulunan Müseylimetü’l Kezzâb’ı harbesiyle öldürdü. “Cahiliye zamanımda insanların en hayırlısını, Müslüman olduktan sonra da en şerlisini öldürdüm” dediği rivayet ediliyor. Hâlid b. Velîd ile Yermük Savaşı’na iştirak etti ve Dımaşk’ın fethinde bulundu. Ardından bir süre bu şehirde ikamet etti. Humus’un fethine katıldı ve ölünceye kadar bu şehirde yaşadı. Humus’ta ilk parlak elbiseyi onun giydiği şeklinde bir rivayet de var. Hz. Ömer zamanında içki içtiği için had cezası gördüğü ve içmekte ısrarı nedeniyle divandan çıkarıldığı kaydediliyor. Hemen bütün kaynaklarda Hz. Osman devrinde (644-656) vefat ettiği belirtiliyor. İslam ona özgürlüğünü bağışlamıştı ancak o cahiliye döneminin yüklediği kölelik cürümlerinin hatırasının azabından kurtulamadı. İki dünyada kurtuluş şansını kazandıran meşru af, Vahşî açısından iç rahatlığıyla yaşanan bir barışıklık anlamına gelememişti.