Ritüellerin, sembollerin gerçek anlamları vardır ve anlamlarından soyutlandıklarında her biri işlevsiz bir araç, Allah’a/hakikate götürmeyen bir posa/kabuk olarak kalacak ve fetiş(tapınılacak şey) olarak algılanmaya başlanacaktır. Anlamından soyutlanmış, amacına doğru sürülemeyen, aksine, gerisin geriye indirgenen bir araç. Herhangi bir biçim, anlamı çıkarıp atıldığı zaman taşlaşmış haliyle anlamından kayar ve tekrarlanan da bir şey olduğu için, giderek -devrik- bir puta/tapınma aracından amacına dönüşür.
Kurbana, anlamını görebilmek için yaklaştığımızda, kurbanın, kadim dostumuz İbrahim’in ve dostumuzun kuzusu İsmail’in hatırasını yâd etmek olduğunu görüyoruz ilkin. O, O’nun dostuydu… O’na yaklaşma yolunda önüne çıkan her engelden geçebilecek kadar bağlıydı değerlerine. En yakınından bile daha yakın olduğunu gösterebilecek kadar cesur bir aşk yaşadı. Benliğinden tut ta amaca ulaşma yolunda her şeyi alt ederek gerçek amacını görebilmeyi öğretti hepimize. İsmail’ciğin; kurban olanın öğrettiği de az değildi. O da yolda engel olacağına ölmenin daha iyi olacağını, böylece, yolu açmayı, gerekirse can vererek yola can katmayı öğretti. Yolu yaşatarak yaşamaktı onunkisi. Can almadı zaten hep Hayatta Olan/Hayy… Can yoksulu değildi ki… Candanlıktı tek istediği… Bıçak susuncaya değin ne istediği bilinsin diye ses çıkarmayışı bundandı.
Güçlü bir aşkın kahramanıydı o ikisi!
Yaşadığımız şu günler; İbrahim’in anısında, gerekirse her şeyden geçilebilecek kadar güçlü bir bağlılığı, aşkı hayattaki türevleriyle Allah’a kanıtlamanın sembolik zamanıdır.
Bıçaklar biliyoruz… Bıçaklarımız bileniyor… Keskin bir hayat var topuklarımızın altında.
Uğruna her şeyden vazgeçeceğimiz, feda edeceğimiz kurbanlarımız neler? Ve biz hepimiz nelere kurbanız? Neler uğruna can, mal, emek, öz veriyoruz?
Asıl fedainin kendisi olduğunun ayırdına varma sürecinde aşamalardan geçmeye benziyor her kurban, her feda ediş… Hayatı süresince kurban ola ola yaşamak ve ölmek istemini ve ahlaki değerlere en çok yaklaştığında, en olgun, en iyi insan olabildiğini hissettiğinde, en iyi kurban da olabileceği heyecanını yaşatıyor insana bu günler…
Üstün amaç uğruna her şeyden ve kendinden bile vazgeçmeyi mi öğretmek istiyor bu günler?
Kesmek; sahip olduğumuz hemen her şeyin “kirli kanını” bir anlamda olumsuz yanını akıtmak, tıpkı kurban olayında olduğu gibi olumlu yanını hayatın devamlılığına katıp katıştırmak, değerler çerçevesinde yaşama dahil etmek, kullanmak-paylaşmak olsa gerek.
Besmele; can almanın ciddi bir mesele olduğunu ve bu konuda Allah’ın izninin önemini insana hatırlatıyor. Eylemin hassasiyetinden dolayı, ancak bir yarar söz konusuyken izin çıkabileceği titizliğini hissettiriyor.
Her şeyi Veren’in O olduğunu…O’nun nimetleriyle doyuyor ve doyurabiliyoruzu hayattan ayrılmış bir ritüelle tekrar görmek, kaybolmuş anlamı yeniden kadrajlamak iyi geliyor insana. Geriye ömür boyu varlığı da yokluğu da paylaşarak yaşamak kalıyor.
Ve belki de kurban; en çok paylaşma eylemi ile O’na yaklaşabileceğimizi, O’nun değerlerinin içinde en değerli olan eylemin; paylaşma eylemi olduğunu da vurguluyor yaşam/din anlayışımıza.
Şayet yaşamımız için ilahi değerleri beğenmiş ve onaylamışsak, bu değerleri her şeyden önce kendi benliğimize yaşatmak durumundayız. Bu amaca kurban seçtiysek kendimizi, bu amaç uğruna olmalı bütün feda edişler, bütün vazgeçişler.
Amaçsız bir hayat, yok yere ölüm olur.
O’na yaklaşarak, O’nun değerleriyle donanmış “kurbanlar olarak” yaşamak, kurban olarak ölmek olur.
Anlamlı bir yaşamı ve anlamlı bir ölümü hak etmeyen var mı ki?