28 Ocak 2025

Gazali, “Ravdatü’t-talibin ve Umdetü’s-salikin” isimli eserine insanı yaratıcıdan uzaklaştıran etmenleri sayarak başlamış. Ona göre bu etmenler şunlardır:

•    Yaratılmışlarla fazla hemhal olmak
•    Yaptığı az bir iyilik ve güzelliği kayda değer bularak gözünde büyütmek
•    Doğru ve gerçek akideden sapmak
•    Şeref ve itibar düşkünlüğü
•    Dünya hayatına duyulan aşırı hırs
•    Baş olma sevdası
•    Şöhret tutkusu
•    Servet edinme hırsıyla iyilik yapmaktan kaçınmak
•    Nefsani arzu ve eğilimler
•    Kendini beğenmek
•    Yeme-içme, giyim-kuşam gibi konularda aşırıya gitmek
•    Bedeni ve dünyevi tutkuların manevi hazlara galip gelmesi
•    Tembellik
•    Aptallık
•    Gaflet 

Gazali, bu sayılanlar arasında özellikle son üç tanesinin nefisle mücadeleyi terk etmeye veya savsaklamaya neden olacağını, bu yüzden insanın şehvetinin (dürtüselliğinin) ve dünyevi tutkulara meylinin artmasının temel sebebi olduklarını söyler.

Eskiler, yalnızca sorunu tanımlayıp kenara çekilmezdi. Çözüm yollarını da sunar, bu yollardan daima rehberlik ederlerdi. Gazali, bu âlimlerin ön saflarında yer alır. İhya-u Ulumiddin’in bir cildini “Mühlikat” (helake sürükleyen şeyler), diğerini ise “Münciyat” (kurtuluş yolları) olarak adlandırması boşuna değildir. Bahsettiğimiz eserinde de insanı Allah’tan uzaklaştıran on beş unsuru sıraladıktan sonra kurtuluşu üç temel esasta toplar:

1.    Zihnin arınması için doğru inanç
2.    Kalbin temizlenmesi için kötü duygulardan arınma
3.    Bedenin saflaşması için açlık

Yeter demek istiyorum kendime. Önüme kondu diye, aslında hiç canımın çekmediği şeyleri hatır için yemeye, dünyada gidecek yer kalmasa gitmeyi hiç düşünmeyeceğim yerlere gidip, bu yetmezmiş gibi bir de insanlar kötü hissetmesin diye, gittiğim yere tam anlamıyla uyum sağlamaya, içine sığmayacağın kalıba girmek için oranı buranı törpülemeye yeter! 

Bu üç esası da şöyle açıklar Gazali: “Nice topluluklar vardır ki iyilikleri az olsa da doğru akideleri sayesinde kurtulurlar. Nice topluluklar da vardır ki ibadetleri bol olsa da yanlış akideleri yüzünden helak olurlar.” Bu nedenle, din adına yapacağımız her şeyin başında inançlarımızın sıhhati gelir. Bu da büyük ölçüde kişinin Allah hakkındaki bilgisinin doğru olup olmadığına bağlıdır. 

Kalpteki kötü duygular ise ayrı bir engeldir. Şeref ve itibar düşkünlüğü, mal-mülk sevgisi, baş olma arzusu, şöhret tutkusu, kibir ve dünyaya bağlılık gibi zaaflar, dini yaşamı felç eder. Gazali, anladığım kadarıyla doğru ve sıhhatli bir inancın bu nefsani duyguların tıkadığı kanallara takılıp kalmasını Müslümanın inancıyla ahlakı arasındaki etkileşimsizliğin temel sebebi olarak görüyor. Kötü duygulardan arınmayı inançla ahlak arasındaki tıkanıklıkların temizlenmesi olarak kabul ediyor.

Bu noktada Gazali, aşırı yemenin kalbi katılaştırdığını, kişinin Allah’tan uzaklaşmasına yol açtığını söyler. Ölçülü bir beslenme ise kalbe aydınlık ve incelik kazandırır, insanı Allah’a yaklaştırır.
Tam da bu düşünceler zihnimde dönüp dururken, eski notlarda önüme çıkan bir hitap, kendi kendime bir hesaplaşmayı başlattı. İzninizle, bu çağrıyı sizinle paylaşmak isterim: 

“Yeter!”

Yeter demek istiyorum kendime. Önüme kondu diye, aslında hiç canımın çekmediği şeyleri hatır için yemeye, dünyada gidecek yer kalmasa gitmeyi hiç düşünmeyeceğim yerlere gidip, bu yetmezmiş gibi bir de insanlar kötü hissetmesin diye, gittiğim yere tam anlamıyla uyum sağlamaya, içine sığmayacağın kalıba girmek için oranı buranı törpülemeye yeter! 

Buna benzer yollarla kendini inkâr edip durmanın sonucudur belki de kesintisiz baş ağrıların, ölçüsüz yemelerin, kendini dizilerle, filmlerle uyuşturmaların. “Yeter” diyebilseydin adam gibi, duracağın ve gideceğin yeri bilir, önce uyum sağlamak için, sonra da uyum sağladığın için hırpalamazdın kendini. 

Bu beş harften oluşan tek kelimeyi söyleyebilmek için insan sandığından daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Bir şeye “yeter” diyebilmek öncelikle kendine yetmeyi başarmakla ilgili. Zira “yeter” dediğimizde gelebilecek sadmelere aldırmadan duruşumuzu koruyabilmek için tutarlı, huzurlu, durulmuş bir kafa ve kalp lazım. İnsan huzuru dışarıda aradığında onu elde edebilmek için kendini büyük ölçüde feda etmeye başlıyor. Oysa huzurun dışarıyla değil tamamen içimizle alakalı olduğunu keşfettiğinde öyle kaygısız, cedelsiz bir ses yakalıyor ki içerden ve dışardan gelen saldırganlar bu kararlı “yeter”i işittiklerinde mıhlanmış gibi çakılıyorlar oldukları yere. Daha fazla üstünüze gelmemeleri için sesinizi yükseltmeye bile gerek kalmadan.

Sandığımızdan daha büyük bir güç lazım bu etkili sakinliğe ulaşmak için. Sakinliğimizin acizlik olmadığını insanların anlayabilmeleri için nefsimizin gerekirse bedel ödemeye hazır olması lazım. Ne zamanki nefsimiz bunu yakinen bilir diğerleri de o zaman anlar bizi. “Yeter” dediğimizde bir sonraki adımda neler yapabileceğimizin önceden belirlenmiş ve kendimize iyice açıklanmış olması lazım ki bu “yeter” zavallı bir cılızlıkla çıkmasın ağzımızdan.

Diyelim önümüze konan her şeyi yemeye “yeter” dedik, onları yemediğimizde ne yapacağımızı bilmiyorsak nefsimiz bu ağzımızdan çıkan “yeter”e kıs kıs gülmeye başlamaz mı? Sadece yemek konusunda dahi ipleri elinde tutamayan biri yakın çevresinden başlayıp tüm dünyadan üzerine boca edilen zorbalığa, yok sayılmaya, kalıplara sokulmaya vs. nasıl “yeter” diyebilir ki? Bunu olsun yapamayan beş vakit namazı düzgün kılabilir mi?

Dedikodudan uzak durabilir yahut arkasında bir eser bırakabilecek düzgün bir hayat yaşayabilir mi? Akıntıya kapılır gitmez mi?

İhtimal ki kendinden vazgeçmiş böyle birinin ardından herkes “Ne iyi bir insandı” der ama “peki, başka neydi” diye sorsalar söyleyecek bir şey bulamaz.

Tekrar Gazali’ye dönecek olursak, onun kurtuluş reçetesinde aklımız ve kalbimiz yanında midemizin de arınmış olmasını boşuna vurgulamadığını düşünüyorum. İslam ahlakının nihai hedefi olan “kendimize hakimiyet”in başı, ağzımızdan girene ve çıkana hâkim olmaktan geçiyor. Ahlakımızın kilit taşı olan iradenin bilendiği yer orası.