Fakat hayat o kız evlada çocukken hayal edemeyeceği sürprizler hazırlıyor. Kocasıyla birlikte dinini değiştiriyor, iki kere hicret ediyor ve yeni girdiği dini tebliğ eden peygamberle evleniyor.Doğum tarihi ölüm tarihine göre daha belirsiz bir kadın, Ümmü Seleme; kimi kaynaklara göre miladi 667’de bu dünyaya gözlerini kapatıyor. Bi’setten 15 sene kadar önce doğduğu söyleniyor. Doğumu kayıtlara düşmeyecek kadar sınırlı bir ilgiyle karşılanmış olabilir, o kadar emin değiliz. İleride yaşayacağı hadiseler, ailesinin sıradan herhangi bir Mekke ailesi için olabileceği ölçüde şeref ve itibarlarını kızlarının mutluluğunun önünde tuttuğunun göstergesi olarak yorumlanabilir.
Yeryüzünü ilk adımlamaya başladığından beri insan, bazen yalnız başına bazen de gruplar halinde kısa mesafeli de olsa yolculuklara çıkıyor, aynı yerleşim biriminde de olsa mekân değiştiriyor. Yolculuk amaçları, belki yolcu sayısı kadar farklı, değişken. Temel yola çıkma sebebi konusunda iki grup yolcudan söz etmek olası: Gönüllü olarak yola çıkanlarla, gönülsüzce, arkalarında bıraktıkları toprağı yüreklerinde taşıyarak yola düşenler.
Hicret, medeniyetleri kuran sebeplerden biri, bunu İbni Haldun da söylemişti. Muhacir, gözü arkada kalan kişidir; bir gün yanına kattıklarıyla geri dönmek üzere yollara düşer.
Muhammed Esed’in Mekke’ye Giden Yol’da Ömer Muhtar’la buluşmasını anlatırken dile getirdiği şu ifadelerde somutlaşır, müminin yolculuk sebebi: “Benim için İslâm bir yoldu, üzerinde sonsuza kadar yürünecek bir yol. Bir son, ya da bir durak değil. Ve Ömer Muhtar’ın mücahitleri de, tıpkı on üç yüzyıl önce Peygamber (sav) ve sahabilerinin yaptığı gibi, özgürlük tutkusuyla canlarını ortaya koyarak işte bu yolu yürümeye çalışıyorlardı. Onlara bu çetin ve zorlu mücadelelerinde yardım etmek, sonucu ne olursa olsun benim için bir görev, namaz gibi terk edilmez bir ibadetti...”
Yaşadığın belde sana konuşma, fikrini açma, özgürce düşünmeni sağlayacak ortamlar sunma konusunda mantıksız sınırlamalar getiriyorsa, işkence dâhil her tür maddi ve manevi şiddetle varlığını ezme, hatta lekeleme yoluna gidiyorsa, sevdiğin beldeyi bir süreliğine de olsa terk etmeyi düşünmeye başlarsın. Sevilen beldeyi, vatanı terk etme zorunluluğu geri dönüş ümidini tamamen yitirmek anlamına gelmiyor. “Fıstıkağacı’ndaki Ev” başlığını taşıyan hikâyemin kadın kahramanı, hicret ettiği herhangi bir beldede yerleşmeye direniyor, gözü arkada kaldığı için.
Ev kuran, doğum yapmak için ortam hazırlayan, geceleri ateşi çıkan bebeğiyle sabahı bulan kadın o kadar da gönüllü olmaz ikide birde mekân değiştirmeye. Kadınlara özgü eyleme tarzı olarak toplayıcılığın hedefleri, avcılık (hatta mübadele) için olduğu gibi uzak ufuklara yönelmez. Beri taraftan, hayat şartlarını iyileştirme amacının yanında güvenliği sağlama kaygısının da aileyi geçindirme sorumluluğu üstlenen erkeği daha verimli ve güvenli arazilere yönlendirmesi mümkün.
Mekkeli Müslümanlar Medine’ye güvenli bir beldede yeni bir toplum yapısı oluşturmak için hicret etmek istediler. Hicret söz konusu olduğunda her zaman bir belirsizlik vardır. Bir bakıma hicret yolunda her adım meçhul bir geleceğe doğru atılıyordu. Fakat Mekkeli Müslümanlar, içinde yaşadıkları şehri bütün cazibesine karşılık tasavvurlarını hayata geçirmeye izin vermeyen bir hapishane gibi algılıyorlardı çoktandır.
Müslümanların hicretinin ardından Mekke’nin kuraklık diyarını andırdığını aktarır kaynaklar. Gidenler, şehrin bereketini ve güzelliklerini de yanlarında götürmüştür sanki.
Utbe, Abbas ve Ebu Cehil’in bütün ailesiyle hicrete katılan Ömer b. Rabia’nın evine uğradıklarında gördükleri, kapıları kendi kendine açılıp kapanan boş bir mekândır. Rüzgar boş odalarda ıslık dolaşarak gezinmektedir. Boş ev Utbe’yle Abbas’ı hüzünlendirirken, Ebu Cehil sanki bütün şehri kaplayan ıssızlaşma yüzünden Hazreti Muhammed’i suçlamaya devam eder.(2)
Hicret sırasında aileler parçalanır, bazen bir kadın yola düşen eşiyle Mekke’de yaşayan ailesi arasında tercih yapmaya zorlanır. Peygamberimiz’in halası olan Berre’nin oğlu Ebu Seleme ile eşi, ilk Müslümanlar arasında yer alıyorlar, adları gelişen Müslüman toplumu içinde gerçekleşen öncü hareketler içinde her zaman ilk sıralarda geçiyor. Ebu Seleme zamanında eşi Hind’le Habeşistan’a hicret etmişti, Büyük Akabe Biatı’ndan sonra da Peygamberimiz’in izniyle Mekke’ye hicrete hazırlanmaya başlamıştı. Şu var ki Ümmü Seleme’nin ailesi bu kez kızlarının Mekke’den ayrılmasını kabul etmek istemedi. Ebu Seleme’nin ailesi devreye girdi bu kez. Akraba olan iki aile, torun Seleme’nin kimde kalacağı konusunda çekişmeye başladı. Her iki tarafın çekiştirmesi üzerine kolu çıkan çocuk neticede baba tarafında kaldı. İnsanın aklına “Sahipkıran”da (ve “Kafkas Tebeşir Dairesi”nde de) iki kadının annelik iddiasıyla paylaşamadığı çocukla ilgili mesel geliyor. Her iki örnekte de ancak ortada kalan çocuğun kolunu kendine doğru çekmek istemeyen kadının anne olabileceğine karar vermişti hâkim.
Oğlu Seleme’ye atfen Ümmü Seleme olarak anılan Hind, kocasının gitmesinden ve oğlunun elinden alınmasından sonra her sabah Ebtah denilen yere gider, akşama kadar ağlarmış. Bir sene kadar sonra bir akraba gözü yaşlı kadını kocasıyla çocuğuna kavuşturmak için, ailesiyle konuşur. Aradan geçen zaman içinde öfkesi biraz da olsa yatışmış olan aile kızlarının Medine’ye gitmesine rıza gösterir.Ümmü Seleme, yani Hind de oğlunun selameti için kendini kenara çekti. Ebu Seleme hicret yollarına yalnız çıkarken o Mekke’de kaldı.
Ümmü Seleme hicret konusunda tecrübeliydi, daha önce Habeşistan’a hicret edenler arasında yer almıştı Ebu Seleme’yle birlikte; dört çocuğunu da hicret yıllarında dünyaya getirildiği kaydedilir.
Kocası ve oğlu yanında yokken Mekke’de sürgünde yaşıyordu sanki, Seleme’nin, Zeynep, Ömer ve Düre’nin annesi. O, bir yıllık zor bir bekleme döneminin ardından parçalanmış ailesini toparlamak üzere Medine’ye doğru yola çıkmaya hazırlanırken Peygamberimiz henüz Mekke’dedir. Ümmü Seleme zeki, cesur, dirayetli bir kadındı. Oğlunu bir devenin hevdecine yerleştirerek yalnız başına Medine’ye doğru hareket etti. Ana oğul iki fersah mesafeye kadar yalnız başına sürdürdüler bu yolculuğu. Ten’im diye isimlendirilen noktada karşılarına çıkan Osman b. Talha, Ebu Seleme’nin bulunduğu Kuba’ya kadar onlara refakatta ısrar etti.
Belâgatli konuşmasıyla, cömertliğiyle ünlü Ümmü Seleme henüz bilmiyor: Hicret edeceği yeni beldede Seleme’nin Babası Uhud Savaşı’nda aldığı yara nedeniyle şehit olacak, bu vefatın ardından büyük üzüntüler yaşayan Hind çok geçmeden Peygamberimiz’le evlenecek ve gelecek yüzyıllarda ismi özellikle fıkıh alanında meşhur âlim sahabelerden biri olarak hatırlanacak.
Peygamberimiz onunla evlenmek istediğinde, kabul etme konusunda çekingen davranır Ümmü Seleme. Üç mazereti vardır: Yaşlılığı, kıskançlığı, çocukları. Peygamberimizin bu mazeretlere cevabı esprilidir: “Ben senden daha yaşlıyım, kıskançlığının gidermesi için Allah'a dua ederim, çocukların ise Allah ve Rasûlü’ne aittir.”
Kendine ait düşüncelere sahip, muhakemesi gelişmiş bir kadın Ümmü Seleme; Hudeybiye Antlaşması sırasında olduğu gibi peygamberimize kritik durumlarda fikir verdiği biliniyor. (Benzeri örneklere, Ümmü Seleme’nin Cemel Savaşı sırasında izlediği tutumu irdeleyeceğim yazımda değinmek istiyorum, kısmet olursa.) Onunla ilgili okuduğum rivayetler, hicret yollarının her adımında işe yarar bir şeyleri derleyerek yolculuğunu sürdürdüğü, adımlarını bir boşluğa atar gibi yol almadığını gösteriyor. Zihni dolu bir kadın olduğu için belki de dünya malına mesafeli olduğunu anlatıyor kaynaklar.
Peygamberimizle nikâhı kıyıldıktan sonra vefat eden Hazreti Zeyneb binti Huzeyme'nin odasına yerleştirilir Ümmü Seleme. Çeyizi ve mihri şunlardır: İki adet el değirmeni, bir adet su testisi, bir adet çanak, bir adet yüz yastığı (yüzü deriden, içi hurma lifi ile dolu idi), bir adet döşek.
Her an Mekke’ye dönmek üzere yeniden yola çıkabilirmiş gibi, hafif tutuyor olmalıydı Ümmü Seleme, eşyalarını. Muhacirlerin çoğunluğu gibi…
1- Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol, çeviren: Cahit Koytak, 407-443, İnsan Yayınları; 1998.
2- Muhammed Gazali, Fıkhu’s Sîre, sf. 173, tercüme: Resul Tosun, Risale Yayınları.