Çocuğuna haşin davrandığı için sevgisinden şüphe duyulan bir annenin sitemini kayıtlara geçirdi omuzlarındaki melekler: “Zubeyr’i sevmediğim yalandır. Ben onu zorlu savaş günleri için hazırlıyorum. Biraz şiddetli davranıyorsam ondandır. Orduları hezimete uğratıp ganimetler getirsin diye…” Bu anne, Hz. Peygamber’in halası Safiyye’den başkası değildi.
Müslümanlar henüz birkaç kişiyken aralarında yerini alınca çocuk yaşta, amcasını buldu karşısında Zubeyr. Bir ambara asılıp dumanla işkence edildi dönsün diye hakikatten. Fakat duman onun imanını boğmak şöyle dursun cesaretini ateşledi ve bir gün Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberini işitip kılıcını sıyırdı kınından. Önüne kim çıkarsa iterek Mekke’nin her köşesinde Rasûlullah (sav)’ı arayan Zubeyr, O’nu sağ salim görünce sevincinden ne yapacağını şaşırdı ve yoluna devam etti hiçbir şey olmamış gibi. “Zubeyr nereye?” sorusuna, “Hadlerini bildirmeye!” cevabını veren bu genç sahabiyi durdurdu Hz. Peygamber ve dualar etti ona. İslam’ın sıyrılan ilk kılıcıydı Zubeyr’in elindeki. Melekler bunu da kayıtlara geçirdiler.
Önce Habeşistan’a sonra Medine’ye hicret etti Zubeyr. Mekke’de Talha ile kardeş oldu, Medine’de Seleme’yle. Oğlu Urve, babasının Bedir ve Uhud’ta aldığı yaralardan söz ederken, “Üç kılıç darbesi yemişti; biri boynundaydı bu yaraların, o kadar derin bir iz bırakmıştı ki bu yara, parmağımı koyabiliyordum içine” diyordu. Yaraları meşhur olmuştu Zubeyr’in. Ne kadar saklasa da Hafs b. Halid faş etmişti sırrını: “Zubeyr b. Avvam’la birkaç kez yolculuk yapmıştım. Bir defasında çölde yıkanması gerekmiş ve benden örtüyle kendisini gizlememi istemişti. Perde tutarken bir ara sırtına gözüm takıldı ve kılıç yaralarıyla dolu olduğunu gördüm. "Vallahi sende, başka kimsede olmayan izler gördüm" deyince, "İzleri gördün mü yoksa!" diye telaşlandı. "Evet!" deyince, "Allah’a yemin ederim ki, bu yaraların her birini, Rasûlullah (sav)’ın yanında ve Allah yolunda aldım" dedi.” Ok ve kargı yarasından göz göz olmuş bu bedeni de kayıtlara geçirmişti melekler.
Gümüş kakmalı bir kılıç pervane gibi dönüyordu Bedir Günü küfrün elebaşlarının üstünde. Bu kılıç Zubeyr’e aitti. Başında sarı bir sarık taşıyordu o gün. Kılıcını savurdukça uçuşuyordu sarığı. Hz. Peygamber onu seyrederken, “Meleklerin sarı renkli sarıklarla yüzüne indiğini görüyorum!” deyiverdi birden. Bu söz sahabiler arasında büyük bir coşkuya neden olmuştu. Zubeyr’in Bedir’le şanlanan kılıcı önce oğlu Abdullah’a geçmiş, Abdullah’ın ölümünden sonra Halife Abdülmelik b. Mervan onun yeni sahibi olmuştu. Abdülmelik, Zubeyr’in diğer oğlu Urve’yle karşılaştığında, “Babanın kılıcını hatırlar mısın?” diye sormuş. “O kılıçta Bedir Günü’nden kalma bir kırık vardır” cevabı üzerine kılıcı Urve’ye vermişti.
Zubeyr’in adaletinden yalnız yaşayanların değil, ölülerin de nasibini aldığını öğrenmek için ona kulak vermek gerekir: “Uhud Günü kadının biri koşarak geldi. Neredeyse maktul düşenlerin arasına girecekti. Rasûlullah (sav), kadının öldürülenleri görmesini istemiyordu. Dikkatle baktığımda kadını anneme benzettim, Efendimiz’in halasıydı annem. Hz. Peygamber, "Kadını çekin! Kadını çekin!" diye bağırıyordu. Hemen koşup maktullerin arasına girmeden yetiştim ona. Evet, gerçekten annemdi, Hz. Peygamber’in halası Safiyye. Ona mani olmak isteyince eliyle beni iterek, "Çekil karşımdan!" dedi. Sert bir kadındı annem. Ona, "Rasûlullah buralara girilmesini yasakladı!" dedim. Bunun üzerine validem sakinleşip getirdiği iki parça bezi bana uzatarak, "Bunları kardeşim Hamza’yı kefenlemek için getirdim" dedi, "Kardeşim Hamza’nın şehit düştüğünü haber aldım, siz onu kefenleyin." Bezleri alıp götürdük. Hamza (ra)’nın yanında bir şehit daha yatıyordu ensardan. Hamza’ya yapılanlar ona da yapılmıştı. Medineli bu sahabi kefensiz yatıyorken Hamza’yı bu iki parça bezle kefenlemekten haya ettik. Bezin biriyle Medineliyi, diğeriyle Hamza’yı sarmalıydık. Ancak bezleri ölçtüğümüzde birinin diğerinden daha kısa olduğunu gördük. Hangisi Hamza’nın, hangisi Medineli'nin olacaktı? Bunu belirlemek için kura çektik ve ona göre şehitleri kefenledik.”
O, annesinin elinde kefenlerle şehitlerin arasına girmeye çalıştığına tanık olmuştu, oğlu onun Hendek’te nasıl savaştığına. Zubeyr’in oğlu Abdullah ve arkadaşı Amr b. Ebi Seleme Hendek savaşını birbirlerinin omzuna sırayla çıkıp seyrediyorlardı uzaktan. Abdullah sırası geldiğinde arkadaşının omzunda yükselip gözlerini babasının kılıç salladığı noktaya dikiyor, kalbinin gümbürtüsüyle eşlik ediyordu kavgaya. Bir ara Hz. Peygamber’in sorusunu duydu: “Hendek Savaşı sırasında kim Kureyza Kabilesi’ne gider de onlarla savaşır?” Üç kere yinelenmişti soru ve sonunda cevap babasından gelmişti: “Ben giderim!” Bir savaşın yorgunluğu daha üzerindeyken yeni bir savaşı göze almıştı Zubeyr. İşte o mübarek söz bu cevap üzerine gelmişti Kainatın Efendisi’nden: “Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim Zubeyr’dir.” Melekler bu sözü de geçirmişlerdi kayıtlarına.
Kureyza Yahudileri Hz. Peygamber’le imzaladıkları anlaşmayı bozmasalardı yeni bir cephe açılmayacaktı Hendek’ten sonra. Hayber Yahudileri’nin meşhur cengaveri Merhab’ın öldürülmesi üzerine oğlu Yasir meydana ayak bastı ve Müslüman savaşçılardan birini karşısına çıkmaya çağırdı babasının öcünü almak için. Zubeyr hiç tereddüt etmeden atını sürdü Yasir’in üzerine ve amansız bir mücadele başladı. Bu kez Zubeyr’i annesi Safiyye izliyordu uzaktan. Anne kalbi imanla kuşatılınca hüzünle onur birbirine karıştı: “Ya Rasûlullah! Oğlum şehit mi oluyor?” Hz. Peygamber bu soruyu, “Hayır” diyerek cevaplar cevaplamaz bir hamleyle hasmını cansız yere serdi Zubeyr.
Uzun boyluydu Zubeyr ve Mekke’nin fethinde Hz. Peygamber’in sancağını taşımak ona nasip oluyordu. Bir dönüm noktası olsa da fetih, mücadele devam ediyor; Huneyn’de düşmanın ani bir hücumuyla geri çekilmek zorunda kalırken İslam ordusu, uzun boylu bir asker düşman saflarına dalıyor, onu gören müşrikler, “Lat ve Uzza’ya yemin olsun ki bu Zubeyr b. Avvam’dır” diyorlardı. Hz. Peygamber’in şairi Hassan b. Sabit de mısralarına taşıyordu onu:
“Nice tehlikeyi,
Kılıcıyla uzaklaştırdı Resulullah’tan Zubeyr
Allah hayırlara gark etsin onu ashab içinde
Onun gibi kimse yoktur, olmadı
Olmayacak da dünya durdukça.
Meziyetlerini saymak ne hoştur onun ne farklıdır
Ey Haşimi oğlu gerçekten kıymetlidir yaptığın işler!”
Hz. Peygamber’in ahirete göçünden sonra halifelik müzakereleri sırasında ortadan kayboldu Zubeyr. Belli ki adının halifelik için önerilmesinden endişe ediyordu. Hz. Ebû Bekir devrinde köşesine çekilip ibadetle meşgul olmuş, Hz. Ömer devrinde kılıcının susuzluğunu Şam’ın fethiyle dindirmişti. Mısır’ın İslam’la onurlanması için Amr b. Âs’a takviye olarak gönderilen ve Hz. Ömer’in ifadesiyle, her biri bin askere bedel dört komutanın öncüsü oldu Zubeyr. Hatta askeri dehası yüzünden Fustat Kalesi’nin kuşatması ona bırakıldı. Yedi ay mancınıklarla dövülen kale düşmeyince, Zubeyr sabrın aynasına imkânsızın yansımayacağını göstermek için gözü kara birkaç askeriyle birlikte kale duvarlarına tırmanarak ip merdivenler taktı burçlara. Mücahitlerin kalenin kapılarını açması çok sürmedi bundan sonra. Fustat fethedilmişti.
Fustat’ın fethini, İskenderiye’nin fethi izledi. İslam sancakları kale duvarlarında çiçekler gibi açıyor, hakikat düşmanlarının haset nazarları halifelerin üzerine düşüyordu bir bir. İhanetin hançeri bir Mecusi olup önce Hz. Ömer’i vurdu namaz kılarken ve Ömer kendisinden sonra mesuliyetini üstlenebileceğini düşündüğü altı kişiyi işaret etti ölmeden önce. Onlardan biriydi Zubeyr b. el-Avvam. Zubeyr hakkından feragat ederek tercihini Hz. Ali’den yana kullandıysa da üçüncü halife olarak Hz. Osman seçildi.
Zubeyr’in Hz. Osman devrinde sürdürmeye çalıştığı sakin hayatı uzun sürmedi. Hicretin otuz beşinci yılında Abdullah b. Sebe adlı bir Yahudi dönmesinin sebep olduğu fitneler üst üste gedikler açtı dinginlik kalelerinde. Medine’yi adamlarıyla basmıştı Sebe. Zubeyr, oğlu Abdullah’ı Hz. Osman’ı korumak üzere görevlendirmişti. Ancak Mısır’dan gelen bozguncular Hz. Osman’ı şehit edip Medine’yi ele geçirdiler. Meşruiyetlerini sağlayabilmek için Hz. Ali taraftarı görünen bu fitne topluluğu, Mescid-i Nebevi’de bir toplantı düzenleyerek Hz. Ali’nin o toplantıya katılmasını başarmış, Zubeyr b. el-Avvam ve Talha b. Ubeydullah’ı da buraya getirterek bir baskı atmosferi içinde Hz. Ali’ye biat ettirmişlerdi herkesi. Hz. Ali tehlikeyi bertaraf edebilmek için sonraki günler onları Medine’den uzaklaştırmaya çalıştıysa da muvaffak olamamış, Hz. Talha ve Hz. Zubeyr’e, “Kardeşlerim, sizi anlıyorum. Fakat bu adamlar sözden anlamıyorlar” diyerek duruma hâlâ onların hâkim olduğundan yakınmış, cevap üzerine Medine’den ayrılıp Mekke yolunu tutmuştu bu kederli sahabiler.
Yolda Hz. Aişe’yle karşılaştı Hz. Zubeyr ve Hz. Talha. Medine’yi ayak takımı bedevilerin karıştırdığından söz ettiler ona. Bunun üzerine Hz. Aişe Medine’ye gitmekten vazgeçip Mekke’ye geri döndü. Fitneden kaçanlarla dolup taşıyordu Mekke. Hz. Osman’ın akrabaları katillerin cezalandırılmasını, Talha ve Zubeyr’in adaletin tesisinde ön ayak olmasını istiyorlardı. Kendilerine destek aramak üzere Basra’ya gitti iki arkadaş. Talha ve Zubeyr’in Hz. Ali’ye biatları muhalif bir duruş sergilemelerine engeldi. Biatın zorla yaptırıldığını söyleyenler ahdin geçersiz olduğunu ileri sürerek bu durumun araştırılması için Medine’ye bir temsilci gönderilmesini talep ettiler. Bu sorumluluğu üzerine alan Kaab, Medine’ye gitti ve Mescid-i Nebevi’de şöyle seslendi cemaate: “Basralılar’ın elçisi olarak soruyorum: Bu adamlar Zubeyr ve Talha’yı biata zorladılar mı yoksa gönüllü olarak mı gerçekleşti biat?” Bu soru üzerine Mescid-i Nebevi’de buz gibi bir hava esmiş, uzun bir sessizlikten sonra Hz. Usâme ayağa kalkıp, “Kerhen biat ettiler” cevabını vermişti.
Usâme’nin cevabıyla karışmıştı mescit. Başta Sehl b. Hanif olmak üzere birçok kişi Usame’ye hücum etmiş, ellerinden Hz. Ebu Eyyub, Hz. Suhayb ve Hz. Muhammed b. Mesleme kurtarmıştı onu. Suhayb, Usâme’yi evine götürürken, “Keşke bizim gibi sussaydın,” demiş, olanlar karşısında Medine’den ayrılıp Basra yolunu tutmuştu Kaab. Durumu öğrenen Hz. Ali, Basra valisi Osman b. Hanîf’e bir mektup yazarak Zubeyr ve Talha’nın birliği temin için biate çağrıldığını, biati bozmanın artık mümkün olmadığını, şayet başka bir talepleri varsa dikkate alınacağını bildirerek, Kaab’ın sözüne itibar edilmemesini istemişti.
Sonunda olan oldu ve Hz. Ali’yle Hz. Zubeyr ve Hz. Talha karşı karşıya geldiler. İki ordu da birbiriyle savaşmak istemiyordu aslında. Hz. Osman’ın katliyle itham olunan adamları azledip onları devlet yönetiminden uzaklaştırması halinde Hz. Ali’ye olan biatlerini sürdürmeye devam edebilirler ve böylece Müslümanlar arasında sulh sağlanabilirdi. Nitekim Hz. Ali bu yönde bir emir vermiş, şüpheli güruhu maiyetinden uzaklaştırmıştı. Fakat bozguncular başta çekilir gibi göründülerse de varlıklarının ancak iki mümin grubu çatıştırmakla mümkün olabileceğini düşünerek yeni bir plan yaptılar. Bu plana göre Basra’ya yaklaşırken Hz. Ali’nin ordusuna gizlice katılacaklar, ilk saflara geçerek fitneye yön vereceklerdi.
Şeytanın adımlarıydı bunlar ve hedefine ilerliyordu. Saldırıyı aniden başlatıp savaşı ateşleyenler, ön saflara sızmış olan bu bozgunculardı. Hz. Zubeyr’le Talha ve askerleri bunun üzerine kendilerini korumak üzere harekete geçmişler, Hz. Ali tarafı da zulme uğradıklarını düşünüp harbin ortasında bulmuşlardı kendilerini. Savaş sırasında Hz. Zubeyr’le Hz. Ali’nin arasında geçen bir konuşma vardı ki yalnız o günü değil, Müslümanların gelecekteki günlerini de aydınlatacaktı:
- Ey Zubeyr, neden huruç ettin?
- Senin yüzünden. Bu işe ehil görmüyorum seni! Bizden liyakatli değilsin.
- Hatırlar mısın, bir gün Rasûlullah (sav)’la birlikte gidiyorduk. Sana rastlamıştık. Rasûlullah (sav) sana “Sen bir gün Ali ile haksız yere savaşacaksın!” demişti.
- Evet, hatırladım. Bunu daha önce hatırlasaydım bir adım atmazdım yerimden. Allah’a and olsun ki seninle savaşmam ben!*
Zubeyr b. Avvam Hz. Ali’nin uyarısı üzerine haksızlık etmekten korkarak Hz. Aişe’ye gitmiş, Rasûlullah (sav)’ın sözlerini hatırlatınca aralarında şu konuşma geçmişti:
- O halde ne yapacaksın?
- Geri döneceğim.
Cemel günü Zubeyr, Ali’nin yanından uzaklaşıp giderken oğlu Abdullah’la karşılaşmış, Abdullah, “Biz korktuk, biz korktuk,” diye babasına sitem etmeye başlayınca Zubeyr: “Oğulcuğum herkes benim korkak olmadığımı bilir. Fakat Ali, Rasûlullah (sav)’tan duyduğu bir şeyi bana hatırlattı. Bu sebeple onunla savaşmamaya yemin ettim” demişti.
- İki tarafı karşı karşıya getirdikten sonra mı gideceksin!
- Haklısın. Fakat yemin ettim.
- Yemin ettinse kefaretini yerine getirirsin.
- Yapamam bunu.
Zubeyr’in kefarete yanaşmadığını gören oğlu Abdullah, “Oğlun falancayı zengin etti. Çünkü ona yemininin kefareti olarak yirmi bin dirhem verdim” deyiverdi.** Zubeyr umursamadı oğlunun sözlerini ve şu şiiri okuyarak uzaklaştı oradan:
“Allah katındaki sonucundan korktuğum işleri bırakmak, din için de dünya için de daha güzeldir bana.”
Ve Basra’ya doğru yola koyuldu Zubeyr b. el-Avvam. Bunu gören Ahnef b. Kays, “Kim takip etmek ister!” diye sordu ardından. Çağrıya Amr b. Curmuz karşılık verdi. Çok geçmeden de yetişti ona. Zubeyr, maksadını öğrenmek istediğinde “Birkaç sorum var sana,” cevabını verdi İbn Curmuz. Kendisine yoldaşlık eden arkadaşının gelenin silahlı olduğuna dikkat çekmesine de aldırmadı: “Bir kişiden ne olur ki!” diyordu Zubeyr. Ancak namazda secdeye gitmesini kolladı Zubeyr’in İbn Curmuz. Kılıcını Hz. Zubeyr’in sırtına sapladı o an.
Görevini yapmanın sarhoşluğuyla Ahnef b. Kays’ın yanında aldı soluğu İbn Curmuz. “İyi mi yaptın kötü mü?” diye sordu Ahnef. “Bilmem,” cevabını alınca Hz. Ali’ye yolladı onu. Görevliye, “Zubeyr’i öldürene izin iste huzura çıkması için,” dedi. Cevabı şöyleydi Hz. Ali’nin: “Cehennemi müjdele ve getir!” İbn Curmuz huzuruna getirildiğinde ise şöyle söyledi ona: “Safiye’nin oğlunu öldürene cehennemi müjdele! Rasûlullah (sav)’tan şöyle işitmiştim: ‘Her peygamberin havarisi vardır. Benim havarim Zubeyr’dir.’” [3] Bu söz de geçti meleklerin kayıtlarına.
* Fitne döneminde bir adam Zubeyr’e gelerek, “Ali’yi öldüreyim mi?” diye sorduğunda Zubeyr, “Ali’yi nasıl öldürmeyi düşünüyorsun?” diye sormuş. “Gadr ile” cevabını alınca şöyle kükremişti ona: “Bir müminin imanı gadre bağlıdır. Gadr etti mi iman kalmaz. Bir mümin diğer bir mümini gadr ile öldürmez.”
** Abdullah, babasının ölümünden sonra ne zaman başı sıkışsa Zubeyr’in adını anarak rabbinden yardım ister, “Ey Zubeyr’in mevlası, onun borcunu öde” der, bu dua üzerine görünmez rızık kapıları açılırdı ona.
[3] Ebu Seleme anlatıyor: “Sonra siz kıyamet günü, rabbinizin divanında davalaşacaksınız” (Zumer, 31) âyeti inince Zubeyr, “Ya Rasûlallah! Dünyadayken Müslümanların ileri gelenleriyle aramızda meydana gelen ihtilaflar suç olarak karşımıza çıkacak mı?” diye sordu. Rasûlullah da “Evet” dedi. Bunu duyan Zubeyr, “Vallahi işin zor olacağını görür gibiyim!” diye mırıldandı.