Zamanı ve mekânı gitgide genişleyen o büyük yarışta milyonlarca kişi içinden sekizinci oldu Abdu Amr/ Amr’ın kulu. İlk ona girenin ödülü cennet müjdesiydi, ilk yapacağı şey adını değiştirmek. Amr’ın değil, Rahman’ın kulu olması gerekiyordu ödülünü alabilmek için. Hz. Peygamber, Abdurrahman adını verdi ona. Cahiliye döneminde bile güzeldi ahlakı, adı da güzel oldu imanıyla beraber.
Lât’ın, Uzza’nın ve Menat’ın kullarının Rahman’ın kullarına işkence ettiği günlerde Habeşistan’a hicret etti iki kez. Medine’ye hicretinde ise Ensâr'ın önde gelenlerinden Sa'd b. Rabî (ra)'yle kardeş kıldı Hz. Peygamber onu. Sa’d (ra)’ın sahip olduğu her şeyi kendisiyle paylaşmaya hazır olduğunu söylemesi üzerine duygulanan Abdurrahman, ticaretten anlıyor olmanın özgüveniyle, “Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin ve bu davranışını mükâfatlandırsın. Sen bana yalnız çarşının yolunu göster, bana yeter bu” demişti. İbni Avf, Medine çarşısında ticarete başlamış ve kısa zamanda zengin olmuştu. “Allah bana öyle bir nimet verdi ki” diyordu, “bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koysam neredeyse altın oluyor.”
Yalnız göz alıcı çarşılarda değil, nurun parlamasını engellemek isteyenlere karşı verilen bütün savaşlarda tereddütsüz yerini aldı Abdurrahman b. Avf (ra). Uhud’da galibiyet sanrısıyla ganimete koşanlar içinde olmadı. Rasûlullah (sav)’ın emrine uyup yerinden ayrılmayanlar arasındaydı. İki dişi kırıldı o savaşta, ne güzeldi gülümsemesi. Bacağından aldığı yaralar yüzünden topal kaldı, ne güzeldi yürüyüşü.
Dûmetulcendel seferinde Hz. Peygamber onu seriyye komutanlığına getirip başına sarık bağladı. Üstelik başını da bağladı galibiyetten sonra ve kabile reisinin kızıyla evlendirdi onu. Tebük gazvesinde Rasûlullah (sav)’ın arkasında durarak kalkan oldu hücumlara. An geldi bu kez Hz. Peygamber arkasındaydı Abdurrahman b. Avf (ra)’ın, hem de cemaatle namaz kılanlara katılmış olarak. Rasûlullah (sav)’ın bir ihtiyacı yüzünden namaza gecikmesi ve namaz vaktinin çıkmasından korkmaları yüzünden Abdurrahman b. Avf (ra)’ı imam yapmıştı sahabiler. Rasûlullah (sav) ashâbının yanına vardığında ashâb Abdurrahman b. Avf (ra)'ın arkasında namaza durmuştu. Muğîre, Abdurrahman b. Avf (ra)’ın yanına gidip Rasûlullah (sav)'ın geldiğini haber vermek istediyse de Rasûlullah (sav) buna engel olmuş, “İsabet etmişsiniz” diyerek ilk kez bir imamın arkasında namaz kılmıştı.
Savaş rüzgârları hafiflediğinde Hz. Peygamber’in yanına gelişini seyrekleştiren Abdurrahman b. Avf (ra)’a, “Seni benden geri bırakan nedir?” diye sordu da Rasûlullah (sav), bir söz ve bir eylemle cevapladı bu soruyu İbn Avf: Söz: “Malımın çokluğu sebebiyle hesaplar meşgul ediyor beni.” Eylem: “Mısır’dan gelen şu yüz deveyi Medine’nin dul ve yetimlerine bağışlıyorum.”
Ticaret erbabını bekleyen manevi tehlikeler yüzünden Hz. Peygamber (sa) her vesileyle tazeliyordu Abdurrahman (ra)’ın kalbini. “Ey İbn Avf! Sen zenginlerdensin ve cennete ancak sürünerek gireceksin. Ayaklarını açması için Allah, fedakârlıkta bulun!” İbn Avf’ bu davet üzerine, “Allah için ne yapayım?” diye sormuş, aldığı cevap alt üst etmişti ruhunu: “Her gün yapageldiğin işlerden uzak durmalısın!” “Hepsinden mi ya Resulallah!” cümlesi döküldü dudaklarından Abdurrahman (ra)’ın. “Evet,” dedi, Hz. Peygamber. İbn Avf, bunun nasıl olabileceğini düşünerek ayrılırken Hz. Peygamber’in yanından, Cebrail Aleyhisselam ne yapması gerektiğini bildiriyordu Nebi’ye: “İbn Avf’a söyle misafir ağırlasın, yoksul doyursun ve dilenciye yardım etsin. Bunlar içinde bulunduğu zor duruma kefâret olacaktır.”
Hz. Peygamber öyle bir aynaydı ki ashabı için, dıştan nasıl görünürlerse görünsünler hakikatleri yansıyordu orada. Huzurunda Kur’ân okunan bir gün kârinin sesi ve okuyuşu o kadar etkileyiciydi ki Abdurrahman b. Avf (ra) dışında herkesin gözleri doldu. Kıraat tamamlandıktan sonra şöyle yansıdı hakikat Hz. Peygamber’in aynasında: “Abdurrahman b. Avf’ın gözü ağlamıyorsa da kalbi ağlıyor.”
Abdurrahman b. Avf’ın ağladığı zamanlar elbette vardı. Dostlarından ayrı kalma korkusuyla sık sık ağladığını yazıyordu tarih. Hz. Peygamber’den nasıl ayrıldığını ise hiçbir tarihçi yazmıyordu. Toprağa verse de efendisini hiçbir zaman ayrılmamıştı O’ndan. Hz. Peygamber’i kabre indiren dört sahabiden biriydi. Rasûlullah (sav)’ın ahirete yolculuğu, durakta sıralarını bekleyen dostlarının kıymetini daha da artırmıştı gözünde. Bu yüzden halifelik seçimlerinde fitne çıkmaması için Allah’a sığındı ve birbirinden değerli dostlarını kaynaştırmak için mekik dokudu aralarında.
Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra hilâfete Ömer b. el-Hattab'ın geçmesine dair Abdurrahman (ra)’ın görüşüne başvurduğunda şu cevabı almıştı ondan: “Ömer tahmin ettiğinden daha iyi olsa da fazla serttir.” Hz. Ebu Bekir ise şöyle karşılık vermişti bu yoruma: “Ömer'in sertliği benim yumuşaklığımdan kaynaklanıyor. Yönetime geçtiğinde sertliği kaybolur. Bir gün ben adamın birine çok kızmıştım. Ömer ise çok yumuşak davranmıştı. Ben yumuşak davransam o sertleşiyor.”
Sırasıyla üç halifeye danışmanlık yaptı Abdurrahman b. Avf: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman. Sert dediği Hz. Ömer’le geceler boyu Medine sokaklarında dolaşarak asayişi kontrol eder, Ömer’den çekindiği için derdini anlatamayanlarla halife arasında köprü olmaya çalışırdı. Hz. Ömer saldırıya uğradığında yarım kalan namazın tamamlanması vazifesi de onun omuzlarına yüklenmişti.
Varlıklı oluşu korkuturdu Abdurrahman b. Avf (ra)’ı. “Ben nimetlerin tamamının bize dünyada verilmiş olmasından korkuyorum” demişti bir seferinde. Rahatlıkla imtihanın, sıkıntılarla imtihandan daha zor olduğunu düşünen İbn Avf (ra)’ın aklına sofraya oturduğunda sahabenin yoksulluk günleri gelir ve şu sözleri söyledikten sonra bir lokma yemeden sofradan kalktığı olurdu: “Hamza şehit edildi ve onu kefenleyecek bir şeyler bulamadık. Halbuki benden hayırlıydı o. Mus’ab b. Umeyr şehit edildi ve onu da kefenleyecek bir şey bulamadık. O da hayırlıydı benden. Bize gelince dünyadan alacağımızı aldık…”
Hz. Peygamber’in vefatından sonraki yıllardı. Medine’de bir heyecan dalgası esiyor, insanlar akın akın şehrin girişinde toplanıyor, şehre büyük bir uğultu yaklaşıyordu. Hz. Aişe, “Bu ses nedir?” diye sorduğunda, “Abdurrrahman b. Avf’ın Şam’dan gelen kervanı” dediler. Kimilerine göre beş yüz, kimilerine göre yedi yüz deveden oluşuyordu kervan. Hz. Âişe bir an duraksadıktan sonra, “Ancak ben, Rasulullah’ın ‘Abdurrahman b. Avf’ı cennete elleri ve karnı üzerinde sürünerek girerken gördüm,’ buyurduğunu işittim” deyiverdi etrafındakilere.
Uzun boylu, beyaz tenli, iri elli bir adam ipek gömleğiyle* fark ediliyordu halkın içinde. Çok geçmeden haber ona ulaşmış, kendisini Hz. Âişe’nin evinin önünde bulmuştu Abdurrahman b. Avf. Ne çabuk unutmuştu Hz. Peygamber’in sözünü. Bir kez de Hz. Âişe’den dinledi Rasûlullah (sav)’ın uyarısını. Sonra ayaklarındaki görünmeyen zincirleri kırdığına tanık olmasını istedi Hz. Âişe’den: “Ey müminlerin annesi! Kervanı, yükleri semerleri ve koşumlarıyla beraber Allah yoluna infak ettiğime şahit ol!”
* Hz. Peygamber erkeklere ipek giymeyi yasaklamışken Abdurrahman b. Avf’a müsaade etmişti; zira Abdurrahman b. Avf (ra)'ın derisinde hastalık yüzünden müzmin bir kaşıntı vardı.