Bir vaiz olarak bu sokağa sapmışlığım vardır. Girişi, çok yerlere varacakmış gibi görünür. Oysa bir çıkmaz sokaktır. Her yanıldığımda “hemen çık bu sokaktan, sonuna kadar gidip iyice yanlış yapma” derim kendime. Konuşmacının, köşesine her geldiğinde, hedefe varacağını sanarak büyük bir iştahla atladığı bu sokak, “dinleyenleri ne kadar günahkâr, ne kadar kötü, ne kadar isyankâr vs hissettirirsek o kadar iyi iş yapmış oluruz sokağı”dır. İyice kötülenen kişinin hemen düzelmek isteyeceği yanılgısı ile.
Hâlbuki üzerinde ciddi ciddi düşünmemiz gereken soru şudur: İnsan kendisini ne zaman değiştirmek ister? Berbat hissettirildiğinde mi, yoksa kendisinin de iyiye gidebileceği umudu veren güzel örneklerle karşılaştığında mı? Efendimiz başta olmak üzere, o günden bugüne tebliğde başarılı olanlar bunu hangi yoldan yaptılar?
Tam bu noktada aklımıza şu soru gelebilir: Dinimizin asli kaynaklarında insanı dehşete düşüren kıyamet sahneleri ve bazı günahları işleyenlerin maruz kalacağı cehennem azapları anlatılıyor. Bunları da söylemeyecek miyiz? Elbette söyleyeceğiz. Yalnız, eklemeden ve çıkarmadan. Çünkü orası bizim için tamamen gayb konusudur. Ne haber verilmişse o kadarını biliriz. Zina için anlatılan bir akıbeti okula giden bir kız çocuğu için münasip görüp uyarlamak en hafif ifade ile haddini aşmaktır. Bu zihin yapısının gidip varacağı yer ise tanrı rolü oynamaktır.
Elinden gelse kadınları yer altından tüneller kazıp oradan yürütmek isteyen, pantolon giyip üniversiteye gidiyorsa zina etmiş gibi günaha girdiğini iddia eden, bütün ticari ve sosyal hayatı tek ayaküstünde envai çeşit düzenbazlıkla geçen, sonra da dini tekeline alarak dindarlığı sadece kendisinin temsil ettiğini ihsas ettiren vb söylemleri dinlediğinde örtülü kızların bazıları neler hissediyor ve düşünüyor biliyor musunuz? Bir an önce başını açarak bu düşünce ile aynı safta olmaktan kurtulmayı!
Elbette bu çıkarımı çok sıkıntılı, hatta çocukça buluyorum. Din benimle Rabbim arasında, ancak bir yetişkinin yürütebileceği, özel bir ilişkidir. Bu nedenle dinle mükellef olmak ancak yetişkinlerden beklenir. Dindarlık, seçimlerinizi, sosyal ve özel şartlardan, insanlardan gördüğünüz, görebileceğiniz muamelelerden bağımsız olarak yapabilme gücü gerektirir. Gördükleri zorluklar ve işkenceler nedeniyle Peygamberimize yakınan Mekkeli zayıf Müslümanlara Efendimiz bir dünya cenneti vaad etmemiş; tam tersine “sizden öncekilerin demir taraklarla etleri kemiklerinden sıyrılırdı da böyle demezlerdi” demiştir. Evet, bazı insanlar baskı ve zulüm karşısında otoriteye daha kolay karşı çıkarken, kendi düşüncesi iktidar olup toplumun önüne düşme sorumluluğu üstlendiğinde ve hele de bu yolda sürçmeye başladığında yönetmenin ve hata yapmanın sorumluluğundan kaçmak için kendini iktidardan ayrıştırma ve daima muhalefette olmanın kolaylığını yaşama yolunu seçmek için de en büyük ortak paydaları olan dinden uzak yaşamayı seçebiliyorlar. “Ben onlardan değilim” kolaycılığı.
İşler yolunda gidip herkes pek iyi Müslüman olduğunda, Müslümanlardan olmak toplumda saygınlık, itibar, hürmet uyandırdığında Müslüman görünmekten rahatsız olmamak; aksine Müslümanlardan olmak gerilik, yozlaşmışlık, yenilgi ve başarısızlık olduğunda ise en azından görüntüde onlardan ayrışmayı istemek. Allah’a, O’nun kitabına ve peygamberine yürekten inanmak böyle bir şey olabilir mi?
Al-i İmran Suresi 179. ayet, samimi olmadığı halde Müslümanların içlerine karışanların çeşitli sarsıntılarla imtihan edilerek ayrıştırılacağını bize haber veriyor. Ayetin iniş sebebi Kur’ân Yolu Tefsiri’nde şöyle açıklanmaktadır: Hz. Peygamber’in Mekke’deki Müslümanlarla birlikte Medine’ye göç edip de orada bir devlet kurması üzerine gerek Medine’de gerekse çevresindeki bölgelerde İslâm’ı kabul edenler hızla çoğalmaya başladı. Bu durum karşısında İslâm’a inanmadığı halde çeşitli nedenlerle Müslüman görünenlerin sayısı da arttı. Nitekim Uhud Savaşı’na giderken 1000 kişilik bir İslâm ordusu içinden 300 kişilik münafık bir grubun ayrılmış olması o gün Müslümanlar arasında münafıkların ne derece kalabalık olduklarını göstermektedir. İşte yüce Allah bu karışık durumun devam etmesini istemediği için samimi müminleri münafıklardan ayırt edecek bir sebep meydana getirdi ki o da Uhud Savaşı’dır. Bedir Savaşı’nda Müslümanların bütün zayıflığına ve güçsüzlüğüne rağmen yüce Allah–melekleri yardıma göndererek– onlara zafer kazandırdı. Böylece müminlerin durumu iyiye giderken münafıklar da kimliklerini gizliyorlardı. Fakat samimi müminlerin münafıklarla bu derecede karışık olmaları onlara zarar verebilirdi. Uhud imtihanı münafıkların kendilerini ele vermelerini de sağlamış oldu, âyetin ilk cümlesi buna işaret etmektedir.
“Allah müminleri, pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir.” Yani Allah siz müminleri hep bulunduğunuz durumda bırakmaz; bazen de böyle Uhud’da olduğu gibi savaş, şehitlik ve diğer sıkıntılarla imtihan eder ki iyi ile kötünün (münafıkla müminin) özelliklerini ortaya çıkarsın ve aralarındaki farkı göstersin.
Ayet “Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takva sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.” diyerek bitiyor. İslam tarihinin sonraki aşamalarında bugün şikâyet ettiğimiz her durumun çeşitli ölçekte benzerleri yaşanmış olmasına rağmen samimi Müslümanlar yollarından şaşırmadan devam ettiler. Ne dünyada olan bitene takıldılar ne de nefislerin ayartmalarına. Bizlere büyük bir medeniyet bırakacak şekilde özgün, samimi (ihlaslı), üretken olmaya baktılar.
Gençlerle konuştuğumuzda dini bilgilerini çoğunlukla sosyal medyada izledikleri videolardan öğrendiklerini söylüyorlar. Bir konuşma yapan kişi hitap ettiği insanlarla aynı ortamda ise onların tepkileri ile kendisine yön verebilir. Gelen soru ve itirazları konuşmanın bitiminde cevaplayabilir. Yanlış anlaşılmaları düzeltebilir. Ama internete konan bir videoda bunların hiçbirini yapma şansı yok. Gençlerden beklentim, kendilerini kızdıran, dinden soğutan bir konuşmacı ile karşılaştıklarında ona ulaşıp geri bildirim yapmaları. Böylece konuşmacılar (o da ne demekse) üsluplarının nelere yol açtığını görebilir. Belki de kızdığımız falan yoktur, sadece nefsimiz kendisine kural ve sınır konulmasından hoşlanmıyordur da kendisini haklı çıkaracak şekilde kızacak birini arıyordur. Bunu görme fırsatımız olur belki.
İyilerden olmayı başkalarının iyi olmasına bağlamak da bir bağımlılıktır, diyen psikoloji dindar olmayı başkalarının düzgün dindar olmasına bağlayanlara ne der acaba?