Acının ve Zevkin Şahsiliği

Bazı müfessirler Kur'ân'daki cennet ve cehennem tasvirlerinin tamamen sembolik olduğunu söylüyor. Onlara göre Allah Teâlâ, insan aklının kavrayış sınırları dışında kalan öbür dünyayı bize anlatabilmek için orayı bu dünyadaki benzerlerine kıyas edebileceğimiz şekilde anlatmış.

Peygamberimiz de böyle yapmış, gayba ait konuları anlatırken hep muhataplarının günlük hayatlarından tanıdıkları örnekler vermiştir. Bir kulunun bir günahtan vazgeçmesinin Allah'ı ne kadar sevindirdiğini anlatırken çölde yolculuk yapan birinin devesini önce kaybedip sonra bulmasını örnek verişiyle dinleyenlere o duyguyu tam olarak yaşatması gibi.

Aslında ahiretin dünya ile hiç alakası yok. Yepyeni bir format. Ve biz o formatı tanımıyoruz, bilmiyoruz. Oysa orada bizi nelerin beklediğini iyice anlamalıyız ki ona göre hayatımızı düzenleyelim. Bu hissi canlı tutmak için de Rabbimiz öbür dünyayı bu dünyada anlayabildiğimiz acı ve zevklerle birleştiriyor. Bu da acı ve zevkin kişisel olması nedeniyle ceza ve mükâfatın da kişisel olacağı anlamına geliyor. Diyelim ki bir yazar için en büyük acı yazı yazmasının yasaklanması. Bu durum bizim için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir. Oysa onun için cehennem orasıdır. Zevkler de böyle. Bütün zevk anlayışı yeme-içme, gezme-dolaşma olan birinin ödülleriyle; öğrenmekten-öğretmekten, hayra vesile olmaktan haz alan birinin ödülleri de farklı olacaktır illa ki. Eğer cennetteki (kendimize yakıştırmayalım ama -Allah korusun- olur ya cehennemdeki) mevkiimizi belirleyen şeyin bu dünyadaki zevk(veya üzüntü)lerimiz olduğunu bilsek, cezanın da mükâfatın da standart olmadığını, yaptıklarımızla alakalı olarak tamamen kişisel olduğunu bilsek nelerden hoşlanacağımızı daha dikkatli seçmez miydik?