Ağaç Medeniyeti

04 Nisan 2014

Şehirlerde nüfus arttıkça imar alanları genişletiliyor ister istemez. Yerel yönetimlerde mimari estetik ve şehir planlaması yönünden daha ufuk açıcı çalışmalar lazım. Ağaç ve su medeniyeti mensuplarının şehirlerdeki yapılaşma biçiminin ve dönüşüm politikalarının takipçisi olması hak ve görev olarak belirginleşiyor. 

Anadolu şehirlerinde lüks konut salgını var. Bu yapılırken yeşil alanlar korunabiliyor mu? Mesela Konya’da Mevlana türbe ve külliyesinin etrafında yüz yıllardır var olan ağaçların tamamen ortadan kaldırılarak bütün alanın bir beton çölüne dönüştürülmesinin mantığını anlamak çok zor. Türbenin her yerden görülmesi için ağaçların yok edildiği söyleniyor. Oysa tam aksine ağaçların arasından görünen mahzun yapı, yaprakların sırrıyla kuşatılmış yeşil kubbe çok daha uyumluydu mekânın manevi atmosferiyle. Mevlana caddesinin ortasındaki ağaçların kesilmesinin de bir açıklaması olamaz.

Aydın Çavuş tepesinden bakınca Meram’daki lüks yapılaşmanın nasıl da kuru ve ağaçsız olduğu görülebiliyor. Öte yandan şehrin yerleşim olmayan alanlarına, periferine kaydırılıyor yeşil alanlar ve Allah için büyük parklar yapılıyor. Kişi başına düşen yeşil alan artırılmış oluyor böylelikle. Fakat bu tercih şehrin ahalisinden sayılması gereken ağaçlarla iç içe yaşamanın, onlarla her an hemhal olmanın yerini tutamaz.

İnsanı yeryüzünden doğadan koparan her adım onu kendisinden de uzaklaştırıyor.

“Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun?” (Hac, 22/18) buyruluyor. Demek görmemiz gerek ağacın yıldızın içindeki secde eden ruhu. “Bitkiler ve ağaçlar onun buyruğuna boyun eğerler” (Vakıa, 56/6) ayetinin tecellisine tanıklık etmek, yüz yıllar boyunca insanın her haline şahit olan ağaçlarla göz göze yaşamak derin bir ihtiyaç. “İncir ve zeytine and olsun” (Tin 95/1) diye üzerlerine yemin edilerek yüce bir makam bahşedilen ağaçlar evimizin yakınında olsa insanlığımız bambaşka olur. 

Fars ve Osmanlı minyatürlerinde İslami yaşam tarzının toprağa ne kadar yakın olduğu görülebilir. Ağaçlarla bitkilerle derin ünsiyet karşılıklı iletişim hemen göze çarpar. Hayvanlar yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır.

Şehirler insanlar ağaçlarla çiçeklerle anılır kültürümüzde. İstanbul erguvanların ülkesi, Beyrut yaseminlerin vatanıdır. Lübnan bayrağının ortasındaki sedir ağacı ebediyeti ve istikrarı simgeler. Şam’da Kasyun Dağına doğru tırmanırken iki yanda çılgınca esen rüzgâra kapılmış söğüt ağaçlarının saçlarını görüp de yoğun hissiyatı hakkında hayrete düşmemek mümkün müdür. İpek böceği, ipek kozası ve dut ağacı arasındaki sırrın tecelligâhıdır Bursa. Van Gogh’un papatyalarından sonra artık çiçeklerin kalbinden ruhundan şüpheye düşmek imkânsız. Monet’in tablolarından taşan hülyalı gerçeklik, doğanın insanı yatıştırması, derinleştirmesi, kalbini yumuşatmasıdır. Yangınlara duçar olan gelinciklerin ressamı Hikmet Çetinkaya’nın hep gelincik yapmanın tekdüzeliğinden bahsedenlere, hiçbir gelinciğin bir diğerine uymadığını söylemesi manidardır. Her biri farklı olan biricik insan gibi onlar da. Botanikçiler bitkilerin gizemini çözülebilmiş değil henüz. 

Peygamberimiz’in “Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma fidanı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, onu mutlaka diksin bırakmasın” demesi ne kadar önemli. İnsanların dehşet içinde sığınacak bir yer arayacakları, emzikli annelerin çocuklarından vazgeçecekleri bir ortamdan bahsediyoruz. 

“Ağaç diken bir Müslümana o ağaçtan yenilen her mahsul bir sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve bile onun için sadaka olur. Vahşi hayvanların yediği de o kimse hesabına bir sadaka olur. Kuşların yediği de sadakadır. Her insanın ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu diken Müslümana ait bir sadakadır” buyuran Peygamberimiz’in vasiyetidir ağaç dikmek. 

Bitkilere eziyet etmek yasaklanmıştır. Yürüyüp kaçamayan konuşamayan bir ağaca vurmak kötü muamele etmek hangi iz’anla ve insafla bağdaşır? Dalları kırılan sarsılan yaprakları koparılan meyveleri taşlanan bir ağacı müdafaa etmek zorundayız. 

Ağaçlar peygamber emaneti. Orhun yazıtlarında bile ağacın kutsiyetinden söz edilir. Çocuk doğduğunda uzun yola çıkıldığında düğün yapıldığında ağaç dikilir geleneğimizde, sonra da büyümesi için gözü gibi bakar dikenler.

Rafi' İnu Amril Gifari çocukken bir hurma ağacını taşlamış ve sahabeler onu Peygamberimiz’e götürmüşler. “Ey oğulcuğum hurmayı niye taşladın” demiş. Yemek için deyince de “hurmayı taşlama altına düşenleri ye” buyurarak başını okşamış. Ne büyük hatıra. Sahabelerin öğüt alması için çocuğu götürmesi de ağaç hassasiyetinin İslam toplumunun alametlerinden  olduğunu gösterir.  

Hz. Ömer (ra) bir arazinin idaresini verdiği görevliye, “Yerinden ayrılma, seni bu yerlerin idaresine memur olarak tayin ettim. Herhangi bir kimsenin, Medine’nin ağaçlarını silkelemesine, sallamasına, dallarını kesmesine katiyetle müsaade etme. Birisi bunları yaparsa elinden ipini ve baltasını al” buyurmuştu.

Savaş esnasında bile ağaçların kesilmesi, bitkilere hayvanlara zarar verilmesi kadınlara çocuklara ihtiyarlara zulümle eş tutulmuş birlikte yasak alanında sayılmışlardır. 

Tanık olan sahabelerden nakledilen bir olay ağaçların kalbi olduğunun kanıtı. Peygamberimizin hutbelerini okurken üzerine çıktığı bir hurma kütüğü vardı. Sonunda üç basamaklı minber yapılıp da ona çıktığı an kütüğün, yavrusundan ayrılmış bir devenin çıkardığı seslerle ağlamaya başladığına, ne zamanki Peygamberimiz inip onu okşuyor ancak o zaman sustuğuna şahit olmuş insanlar. İnsana çok yakın olduğu söylenir hurmanın. İnsan topraktan yaratılırken elenen toprağın ayrılan kısmıyla hurma ağacı yaratılmış derler.

Peygamberimiz’e doğru yürüyerek gelen ağaçlardan da söz edilir. Kavminin onu yalanlamasından çok mahzun olduğunda “Bana bir ayet (mucize) göster ki artık beni yalanlayanlara aldırmayayım” niyazında bulunur. Bunun üzerine kendisine vadi kenarındaki bir ağacı yanına çağırması vahyedilir. Peygamberimiz’in çağırmasıyla gelen ağaç sonra “Geldiğin gibi geri git” demesiyle yerine döner. Böyle mucizevi şekilde yerinden kalkıp gelen ağaçların rivayetleri var. Bu olaylardan birinin yaşandığı yerde Mekke’nin Hacun mevkiinde Şecere (ağaç) mescidi yapılmış, hâlâ ziyaret ediliyor.

Şehirlerin yeşil alanları sıcaklığı dengeliyor, araç trafiğini yerleşim yerlerinden ayırarak güvenli yaya yolları sağlıyor, deprem gibi doğal afetlerde halkın toplanabileceği, güvenli evlere yerleşene kadar yaşayabileceği yuvalara dönüşüyor. Gürültü kirliliğini emen de yine yeşil alanlar. En önemlisi ağaçların insanları yatıştıran, ince fikirli kılan, kalplere sürur ve itminan veren bir etkisi var.

Ağaçlar peygamber emaneti. Orhun yazıtlarında bile ağacın kutsiyetinden söz edilir. Çocuk doğduğunda uzun yola çıkıldığında düğün yapıldığında ağaç dikilir geleneğimizde, sonra da büyümesi için gözü gibi bakar dikenler. Bu geleneklerimizi beslemeli ve doğaya sahip çıkmalıyız.

Şehirler yeniden yapılandırılırken tercihimiz uzaklardaki yeşil alanlarla birlikte sokaklarda evlerin yanı başında da ağaçların korunması yeşilin çoğaltılması. Ünsiyetin yakınlığın hiç kopmaması.