Soyut ve geleceğe dair konuşmalar suresi…
İkinci ömrün sanki şu an gelip çatmış da yaşanılıyormuş gibi bir gözden geçirilmesi…
Geleceğin sahnelenmesi ve gizlice seyri. Gelecekte nerde olmak istersek onu seçebilmenin keyfi… Bu satırlar.
Bir takım değerlendirmeler ve yeni hayatta, yeni yerleşimde, mekânlarda karşılıklı konum sorgulamaları var. O çok gecikmiş, hep geç kalmış adalet gelmiş çatmış ve herkes gerçekten hak ettiği yeri değeri bulmuş. İyi yerler, iyi mekânlar, iyi insanların olmuş. İlk kez nitelik imkânla buluşmuş. İyiler cezalandırılmıyor artık. Kötüler ödüllendirilmiyor.
“O kimseler ki, dünya hayatına kapılıp dinlerini oyuna eğlenceye çevirmişlerdi.”
Allah: “Onlar bu Hesap Günü'nün gelip çatacağını nasıl göz ardı edip unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkâr ettilerse Biz de Bugün onları öyle göz ardı edeceğiz” diyecek. (51)
Zamanında herkes bu gelecek hakkında bilgilendirildi zira.
“Çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol, içinde bilgiye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık.” (52)
İşte Araf suresi, bırakalım mevcut hayatı, geleceğin de geleceği olan ve çok ilerideymiş gibi duran bir hayatı şimdi göz önüne getiriyor. Henüz yaşanmamış yılların yaşanası geçebilmesi için mümkün diyalogları daha şimdi, buradayken bize duyuruyor.
Tam zamanında bir duyuru bu. Hiçbir şey geç kalmış değil. Her şey için tam yeri ve tam zamanı… Eğer şimdiden çaba harcanırsa pürüzsüz bir gelecek kurulabilir.
Hem bütün şikâyetlerin son bulacağı böylesi bir geleceği kim istemez ki…
Şu hep bizi yoklayan huzursuzluğumuz, kibir, kıskançlık, bencil, paylaşım nedir bilmeyen, bereketin uzağında bir yalnızlıkla, cimri, kırıcı, öfke yüklü oluşumuz ve bütün olumsuz duygular, dünyada yaşadığımız pürüzlerin hepsi tek tek giderilebilir.
“Ebediyen kalmak üzere cennete girecek olan bunlardır. Ki oraya girmeden önce onların içlerinde takılıp kalmış olabilecek düşünce ya da duygu türünden uygunsuz ne varsa silip atacağız; orada önlerinde dereler, ırmaklar çağıldayacak ve onlar: “Bütün övgüler, bizi bu bahtiyarlığa eriştiren Allah'a yakışır; çünkü eğer O bize yol göstermeseydi biz asla doğru yolu bulamazdık! Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten de doğruyu söylemişler!” diyecekler. Ve bir ses: "işte geçmişte edip eyledikleriniz sayesinde kazandığınız cennet, bu!" diye yankılanacak. (40-43)
Endişesiz ve güvenli bir gelecek var. Hakikaten Allah’a ait olan bütün vaatler bir bir yerine gelecek.
“Rabbimiz bize ne söz verdiyse, bütünüyle gerçekleşmiş bulduk; ya siz, siz de Rabbinizin size vaat ettiği şeyi gerçekleşmiş buldunuz mu?” “Ah, evet!” (44)
Şimdi her yerde herkes var. Farklı tercihlerin karmakarışık yaşandığı bir mekân bu dünya. Şimdilik böyle. İyi ve kötü birbirinden seçimlerinde ayrılıyorsa da bir aradalar. Aynı dünyayı, aynı şehri, köyü, semti, evi, işyerini paylaşıyorlar. Âşık olup evlenebiliyorlar. Çocukları, öğrencileri, işçileri oluyor. Bir aradalar. Aynı sofrada, aynı çay bahçesinde oturacak kadar…
Kalabalıklar… Dosdoğruyu seçebilmiş olanla, hiç seçmeyen var. Dosdoğru bir seçimi başarabilmiş olanların o yüksek (urf) duruşlarına hayranlıkla bakan ve özenenler var.
Kesin karara varmanın arifesinde olanlar. Ki Araf kesin kararın öncesinde yaşanan içsel bir telaş da olabilir.
“Bu iki taraf arasında bir engel bulunacaktır. Ve orada, hayattayken kendilerine eğri ile doğruyu ayırt edebilme yetisi bahşedilmiş, onların her birini taşıdığı belirtiden tanıyan kimseler olacak. Ve girmek için can attıkları halde cennete henüz girmemiş olan bu kimseler cennetliklere: "Size selâm olsun" diye seslenecekler.” (46)
Henüz tam ikna olmamış ve hayatını beklemeye alanlar, tam anlamıyla bir seçimde bulunmamış olanlar var. İknasıyla müthiş bir besmele çekmiş ve bir netlikle hayatı dolu dolu yaşayanlar var. Diğerleri kendilerinin ister istemez koyduğu çekimserlik/ kararsızlık engeline rağmen hayatta iken o ulaşılmaz gibi duran temyize, doğrunun yanlıştan fersah fersah uzak olduğu bir netlikte ulaşmış olanlara gizli bir hayranlıkla bakıyorlar. Aslında tıpkı onlar gibi cennete girmek için can atıyorlar ve kimi zaman selam veriyorlar. O gelecek günlerde yaşanacaklar böyle deniliyor.
Belki de o günler daha buradayken de yaşanıyor. Şimdi de ahlaki anlamda keskin bir duruş sergileyen nadirlere gizli bir hayranlığımız var hepimizin. Hepimiz onlara “selam” diyoruz içimizden; onlarla içimiz, vicdanımız, tam yaşayamadığımız iyi yanımız barışık. Onlarla bir olma isteğimize engel olamıyoruz. Biz de huzur istiyoruz. Huzurlu ve keyifli bir hayatın özlemini büyütüyoruz biz de. Böylece o günler şimdi burada da yaşanıyor.
O “cennet” her insanın ulaşılmazıdır. İslam inancına ait bir bir ödül vaadi olması bir şeyi değiştirmiyor. Cennete Müslüman ya da değil herkes ulaşmak istiyor. Cennet herkesin gelecek hayalinde yer alıyor. Evrensel ütopya gibi duruyorsa da Allah’ın vaadine inananlar günün birinde cennetin; her anlamda kaliteli bir lüksün, çok iyi bir hayatın, hem bedensel istirahat hem de ruhsal doygunluk ve keyiflerin sınırsızca yaşanabileceği muhteşem bir geleceğin olacağına inanıyorlar. Zaten aslen cennetli, o yüksek hayattan ayrılmış bir insanın bütün dünya hayatında bir parça sakin olabilip düşünebildiği her an, o huzuru aradığı, başkalarından öğrenilen bir gerçek değildir. Herkesin içinde bu özlem akıyor. İlginç olan şey biz Müslümanların, senin benim içinde de aynı özlem hep olduğu halde ve bu hasret belirtilen gerçek çabalarla pekâlâ bir vuslata dönüştürülebileceği halde, neden görünürde hakiki bir gayrete düşülmüyor.
Yoksa cennet özlenmiyor mu?
Belki de aramızda duruşu net, dosdoğru olan, yanlarına yakınlarına yanlışın, eğrinin, kötünün, şüphenin bile pek yaklaşamayacağı kadar net olan insanlar yok. Yani bize cenneti, hakiki huzura ermişliği hatırlatan, onun temsilini aramızda hoşlukla taşıyan insanlar yok. Belki de biz eskisi kadar o muhteşem cennet vaadine ilgi duymuyoruz. Hayatlarımızda ısrarla ve büyük çabalar, didinmelerle satın aldığımız konformizmin, en azından fiziksel rahatın ve biraz bilinçliysek bilimin, kültürün, sanatın, değilsek ölçüsüzce daldığımız hazlarımızın bize yaşattığı keyiflerle cenneti öteliyoruz. Hatta küçümsüyoruz.
Vaat edilene güya kendisi ulaşmış bir insan profili çiziyoruz göğe burnumuzu batırarak.
Cennete başka türlü çekimseriz belki de. Olmasa da olur hallerini yaşıyoruz.
Üniversitedeyken çok zengin bir eve özel ders vermeye elimde çikolata ile gittiğimde, “bundan bizde çok var ki” diyen o çocuk gibiyiz belki de. Artık “cennet”ten bizde çok var.
Araf, arada derede kalmak, kararsızlık, çekimserlik, tam seçememek, özense de bir cesaret özüne alamamak, netliğin rahatlığı yerine, aradalığın rahatsızlığını, çelişkileri yaşamak anlamına da karşılık geliyor.
Fakat aynı zamanda o kararsızlığın önemli bir kararın arafesi olduğunu da anlatıyor.
Araf… Keskin bir karar için kararsızlıklar arefesi…
İnsan ruhunda yaşanan bu gelgitlerin o insanın hayatına da yansıyacağı malum.
Sure, insanın iyi bir karara varması ve iyi bir şimdi, iyi bir gelecek kurması için, insanın kararlılığının veya kararsızlıklarının izdüşümünü sahneliyor şimdiden. Yaşanabilecekleri sergiliyor hayaline. Adeta “arada kalma, seç ve rahatla” der gibidir Araf suresi.
Gelecek hayallerini Allah ile birlikte, yani ezeli, ebedi, zamanı elinde tutan hâkimiyet izninde, kapsamında kurmak ve içinden kendine yaşanası bir öykü, güzel bir yazgı seçmek için ideal surelerden biridir Araf suresi.
İnsan hem bütünüyle bir hayat algısı için, kapsamlı bir bakış açısı için, hem de ayrıntılarda gereken çözümler için pirinci taştan ayıklayan değerlere ihtiyacı olan bir varlıktır. İşte Araf suresi kararsızlıklar içinde kalma ile eğriyi doğrudan ayırt etme gücünün; ‘urf’un çarpışması ve ortaya son derece kararlı, vakur bir iradenin boy göstermesini çağırıyor.
İnsandaki zihinsel çarpışmalara ilahi bir sükûnet sağlamaya çalışıyor Allah. Çekimserliği tercihsizliği yeren ve bir karara varmalarını sağlayan tiyatral sahnelerle, insanın içindeki savaşı anladığını gösteriyor ve bu savaştan barışçıl bir hayat, bir cennet çıkarmasını, bunu başarmasını söylüyor. İşte bu merhamet ve sevginin gereği bir çabanın ifadesidir Araf suresi.
“Şüphesiz, Allah'tır sizin Rabbiniz; gökleri ve yeri altı çağda yaratan ve arşa, o sınırsız kudret ve iktidar makamına kurulan. Gündüze, kendisini ivedilikle kovalayan geceyi sarıp sarmalayan O; koyduğu yasalara boyun eğen güneşiyle, ayıyla, yıldızlarıyla her şey O'nun: bütün bir yaratılış ve tüm buyurma, yasama kudreti. Ne yücedir Allah, ne uludur âlemlerin Rabbi!
“Rabbinize alçak gönüllüce ve yüreğinizin ta derinlerinden seslenin. Doğrusu O, çizgiyi aşanları sevmez. Bunun içindir ki, iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Ve korkuyla ve umarak yalvarın O'na; çünkü Allah'ın rahmeti her zaman iyilik yapanlarla beraberdir!” (54-56)