Asr-ı Saadette Yahudilerle İlişkiler

26 Eylül 2009
 

Yahudiler gerçekten bir peygamber bekliyorlar ve O'nun gelme zamanının yakın olduğunu da biliyorlardı.

Bölgenin Hicaz, Vadi'l-Kurâ, Hayber, Teyma, Yesrib ve Eyle gibi muhtelif yerlerine yerleşen Yahudiler bulundukları yerlerde ziraatı geliştirmişler, panayırlara katılıp kervan ticaretinde öne çıkarak ticaret hayatını ellerine geçirmişlerdir.Yakub'un neslinden gelen Yahudilerin Arap Yarımadası'na ne zaman geldikleri tam olarak belli olmamakla beraber, Babil Kralı Buhtünnasr'ın M.Ö. 587'de Kudüs'ü işgal edip halkını Babil'e götürmesinden veya M.S. 70 yılında Suriye Rum Kayserlerinden Titus'un Kudüs'e saldırmasından sonra birkaç Yahudi kabilesinin kaçarak bu bölgeye geldikleri sanılmaktadır.

Yesrib'de önce şehrin kenar kısımlarına yerleşen Yahudiler zamanla güçlenerek buranın yerlileri olan Cürhüm ve Amelikalıları yurtlarından çıkararak şehrin kontrolünü ele geçirmişler, bedevilerin saldırılarından korunabilmek için kaleler inşa etmişlerdir.

Dinî hayat yönünden kapalı cemaat halinde yaşayan Yesrib Yahudileri İbranice bilmelerine rağmen dil hususunda Araplara uymuş, zamanla kabilelerinin ve kendilerinin isimleri dahi Arapça ifade edilir olmuştur.

M.S. II. Yüzyılda Yemen'de meydana gelen sel felaketinden kaçan Kahtanilerden Amr Muzaykıya, kabilesiyle beraber Yesrib'e sığınmış, daha sonra şehrin iki büyük kabilesi olan Evs ve Hazrec bu koldan çoğalmıştır.

Uzun süre Yahudilere ait köylerde yaşayan Evs ve Hazrec, Yahudiler tarafından ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulmuş, haraç vererek hayatlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. Zamanla bu baskılar, evlenecek her Arap kızının ilk gecesini Yahudilerin Reisi el-Fidyun'la geçirmek zorunda bırakılmasına varacak denli artmış, sonunda Gassanilerden de yardım alan Evs ve Hazrec Yahudilere başkaldırmış, böylece şehirde Yahudi hakimiyeti sona ermiştir.

Evs ve Hazrec arasında başlayan üstünlük tartışması savaşa dönüşerek (Sümeyr Harbi) bölünmeye yol açmış ve bu savaşta Yahudi kabilelerinden Benî Kureyza ile Benî Nadir, Evs'in yanında yer alarak Hazrec'i yenilgiye uğratmışlardır.

Yahudiler, Evs ve Hazrec’i zayıflatmak için zaman zaman aralarına fitne sokarak onları savaşmaya tahrik etmişler ve bunda da başarılı olmuşlardır. Fakat kendi aralarında siyasi bir birlik olmadığından Araplara üstünlük sağlayamamışlar ve bu savaşlarda bazısı Evs’in, bazısı da Hazrec’in yanında yer almak zorunda kalmışlardır.

Siyasi üstünlük kuramayan Yahudiler, iktisadi sahada bölgede söz sahibiydiler. Ziraat, iç ve dış ticaret, demircilik, silah yapımcılığı, kumaş dokumacılığı ve kuyumculukta ileri seviyeye ulaşmışlar, panayırlara katılarak, faizle borç vererek, borcunu ödeyemeyenin malına el koyarak, Tevrat'ta hoş karşılanmayıp Allah'a isyan ile eş değerde tutulan falcılık ve kahinlikle uğraşarak epey zengin olmuşlar ve refah içinde yaşamaya başlamışlardı.Bu ilk kardeş savaşından sonra Yahudiler, Evs ve Hazrec'i zayıflatmak için zaman zaman aralarına fitne sokarak onları savaşmaya tahrik etmişler ve bunda da başarılı olmuşlardır. Fakat kendi aralarında siyasi bir birlik olmadığından Araplara üstünlük sağlayamamışlar ve bu savaşlarda bazısı Evs'in, bazısı da Hazrec'in yanında yer almak zorunda kalmışlardır. Arapları parçalama taktiklerinde başarılı olmalarına rağmen birbirlerine karşı da savaşarak kendi dindaşlarını esir alıyor, kanlarını akıtıyor, yurtlarından çıkarıyorlardı. Kendi aralarında öldürme olayları meydana geliyor ve birbirlerine diyet veriyorlardı. Ancak bu konuda aralarında adaletli bir uygulama yoktu. Kendilerini diğer Yahudi kabilelerinden üstün gören Benî Nadir, içlerinden biri öldürülürse tam diyet alıyor, fakat kendileri diyet ödemek zorunda kalırsa yarım diyet ödüyorlardı. Hicretten sonra böyle bir olayda Hz. Peygamber'den hakem olmasını istemişler, Hz. Peygamber de aralarındaki diyet farkını ortadan kaldırmıştır.

Dinî ve kültürel yönden de Araplardan üstün görünen Yahudiler, eğitim, öğretim ve hukuki işlerini yürüttükleri "Beytü'l-Midras" isimli bir müesseseye sahiptiler. Dinî törenlerini, çocukların eğitimini burada yapıyorlar, suçluları burada yargılayıp cezalandırıyorlardı. Kendi aralarında, suçu işleyenin ictimai durumuna göre cezai müeyyide uygulamalarına ve kendi hukuklarına tam olarak riayet etmemelerine rağmen bu dinî hukuk, zaman zaman aralarına karışmış fakat Yahudi olmamış Araplar tarafından da uygulanmaktaydı.

Yahudiler, Tevrat'ı İbranice okuyup Araplara Arapça olarak tefsir ediyorlardı. Az da olsa Arapları kendi dinlerine çevirme konusunda gayret sarfetmişler ve dinlerini sadece İsrailoğullarına has görmemişlerdir. Araplar her ne kadar, Yahudiliğe rağbet göstermemişlerse de içlerinden çocuğu olmayanlar, şayet Allah kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzere yetiştirip büyüteceklerini adamaktan kendilerini alamıyorlardı. Hatta Benî Nadir sürgünü sırasında bu yolla Yahudileşmiş bir hayli çocuğun olduğu görüldüğünde, babaları bunları geri alıp Müslüman yapmak istemişler, ancak "dinde zorlama yoktur" (Bakara, 256) âyetiyle Hz. Peygamber ashabını bundan vazgeçirmiş ve Yahudileşen bu çocukları Yahudiler ile birlikte göndermiştir. (M. Hamidullah ve M. İ. Derveze bu ve benzeri olayların münferit olduğunu, Yahudi ve Hıristiyanların, Araplara dinî ve gayr-ı dinî konulardaki görüşlerini kabul ettiremediklerini iddia etmektedirler.)

İlahî bir kitaba sahip olan Yahudiler, Araplarla girdikleri dinî tartışmalarda, semavi bir kitaba sahip olduklarını hatırlatıyor, Allah'ın dostu ve sevgilileri olduklarını söylüyor, Arapları, Tevrat'ta geleceği haber verilen peygamberle korkutuyorlar, onun önderliğinde Arapları Ad ve İrem kavimlerinin akıbetine uğratmakla tehdit ediyorlardı. Bu çekişmeler esnasında söyledikleri gibi Yahudiler gerçekten bir peygamber bekliyorlar ve onun gelme zamanının yakın olduğunu da biliyorlardı. 

Medine Yahudileri