Tartı aleti, modern insanın en önemli yandaşı haline gelmiştir. Her yemek öncesi ve sonrası tartıya çıkılır. Çok hassas şekilde kaloriler ölçülür. Yiyecekler eklenir, çıkarılır. Beden benliğin elinde dizayn edilen, yontularak şekil verilmeye çalışılan tahta parçası haline gelir.
Beden insana bir sınır sağlar. Nerede başlayıp nerede bittiğimizi bize anlatır. Bu insanın çocukken yaşadığı ilk sınır deneyimidir. İnsan benliği, bedenin içinde gömülü olduğunu hissetmesi ile birlikte, bedenini ya "evi gibi" deneyimler, ya da yabancı bir yer olarak.
Büyüklenmeci benlik ile malûl modern insan, bedeni ile sorunludur. Beden tahakküm edilen bir alana dönüşmüştür. Büyüklenmeci benlik ile malûl modern insan, bedeni ile sorunludur. Beden tahakküm edilen bir alana dönüşmüştür. Tahakküm eden ise, büyüklenmeci benliktir.
İçinde yaşadığımız ve bizi sınırlayan bedenimizin "elinin uzandığı yer," çok kısa bir mesafedir. Bu kısa mesafe, insanın Yaratıcı karşısında hiçliğini işaretler. Büyüklenmeci benliğin uzanmak istediği mesafe ise, tanrısal özellikler taşımaya kadar varabilir. Bu yüzden narsistleşmiş benlikler için ilk aşılması, dışına çıkılması gereken alan, bedendir. Beden bu nedenle ötekileştirilir. İnsanın içinde yaşadığı mekâna karşı yabancılaşması insanı sakatlar.
Somut bir var oluşa sahip olmayan benlik, somut varlık olan beden üzerinden kendini gerçekleştirmek ister. Tartı aleti, modern insanın en önemli yandaşı haline gelmiştir. Her yemek öncesi ve sonrası tartıya çıkılır. Çok hassas şekilde kaloriler ölçülür. Yiyecekler eklenir, çıkarılır. Beden benliğin elinde dizayn edilen, yontularak şekil verilmeye çalışılan tahta parçası haline gelir.
Büyüklenmeci benliğin bedene yönelik tahakkümü iki şekilde ortaya çıkabilir: Şişmanlık ve zayıflık.
Bu iki durumun bir orta yolu yok mudur? Ya da bu orta yolu toplumsal narsizmin ve kültürün içinde nasıl bulabiliriz?
Oruç, sadece aç kalınarak Yaratıcı dolayımıyla bedenle kurulan bir ilişki değildir. Oruç, hem aç kalmaktır, hem de uygun olan zamanda yemektir. Oruçta belli süre ile sınırlı bir açlık hali vardır.
Benim yorumum, orucun, bu imkânı bize verdiği şeklinde olacaktır. Orucun, büyüklenmeci benliklerimizin hem haz yoluyla, hem de açlık yoluyla beden üzerindeki tahakkümünü kırmada, ciddi bir işleve sahip olduğunu düşünüyorum.
Oruç, sadece aç kalınarak Yaratıcı dolayımıyla bedenle kurulan bir ilişki değildir. Oruç, hem aç kalmaktır, hem de uygun olan zamanda yemektir. Oruçta belli süre ile sınırlı bir açlık hali vardır. Bu açlık halinin kollektif olarak yapılması, benliklerimizin hem kendi bedenlerimizi, hem de öteki bedenleri yerli yerine oturtması açısından, terapötik bir ortam imkânı da sunar. Milyonlarca benliğin aynı anda Yaratıcının "yemeyiniz" kararına, aynı anda da "yiyiniz" kararına saygıyla uymaları, Amerika gibi narsistik kültürden muzdarip benliklerin sahip olamayacağı kollektif bir benlik terapisidir.
Benlik, oruç sırasında hem hazları yutma, hem de bedeni aç bırakarak ona tahakküm etme arzusundan vazgeçer. Oruçtaki yeme ve yememe zamanlarını ayıran en önemli noktalardan biri de, aç kalma ve tok olma zamanının, benliğin keyfinin dışında bir zamanlama ile ayarlanmasıdır. Elimizde bir takvim vardır. Zaman başladığında -ki bu zamanı Kâinatın Rabbi tayin etmiştir- benlikler keyfince, canı çektiğinde yiyecekleri yutamayacağını, haz alamayacağını algılar. Yiyecekler imgelem dünyamızda resmî geçit yapar. Ama "elimiz" o kadar kısalmıştır ki, insanın canı ne kadar çekse de durması gerektiğini görür ve durur. Böylece benlik kendi hiçlik sınırına, yani kendi gerçekliğine çekilmiştir. Bedenlerimiz, büyüklenmeci benliğimizin tahakkümünden azâd olmuştur.
Kendi kendinin sahibi olmadığı gerçeğini benliklerimiz en iyi kollektif bir terapötik ortam olan Ramazan ayında hisseder. Hem Yaratıcının emriyle aç kalınır, hem de yine O'nun emriyle yiyecekler yenir. Orta yol bulunmuştur.
Orucu ilginç kılan diğer yönü ise, aç kalmak emri yanında, yeme emrini de taşımasıdır. Yine Kâinatın Yaratıcısı tarafından belirlenen zamanda, bu sefer de "yiyiniz" emrini alan insan, nimetlere buyur edilir. İnsan benliği "daha fazla aç kalacağım" kararı veremez. Benliğin aç kalarak mükemmel beden oluşturma iddiasına cevaptır bu. İnsan benliği keyfince yeme kararları alamadığı gibi, keyfince de aç kalamayacağını hisseder. Kendi kendinin sahibi olmadığı gerçeğini benliklerimiz en iyi kollektif bir terapötik ortam olan Ramazan ayında hisseder. Hem Yaratıcının emriyle aç kalınır, hem de yine O'nun emriyle yiyecekler yenir. Orta yol bulunmuştur. İnsan benliğinin arzularını yerine getiren ve bedeni mükemmel kılan bir kendilik algısından; Yaratıcının mükemmelliğini gösteren bir göstergeye dönüştürür kendini. İnsan kendini aşmıştır, aşkın bir boyuta geçmiştir. Bedenlerimiz bizim hizmetçilerimiz, tahakküm alanımız değil; içinde misafireten oturduğumuz evlerimizdir.