Bütün Kusurlardan Münezzeh: Kuddûs

20 Ekim 2014

Sözlükte “temiz olmak” manasındaki “kuds” kökünden türemiş, mübalağa bildiren bir sıfat olan “Kuddûs” ismi, Rabbimizin her türlü eksiklik ve kusur şaibesinden arınmış ve tertemiz oluşunu ifade eder. Diğer bazı isimlere kıyasla Kur’ân’da az geçmesine rağmen (Haşr, 59/23; Cuma, 62/1) Hak Teâlâ’nın yetkinliğin karşıtı olabilecek her şeyden münezzeh olduğunu bildirdiği için ulûhiyetin en önemli vasıflarından biridir.

Gazali’ye göre bu isim Allah için sadece kusur yakıştırmalarından uzak olmayı değil; akla gelebilecek her türlü yaratılmışlık özelliklerinden ve mahiyetinin akılla idrak edilmesinden münezzeh oluşu da bildirir. Aklın kalıplarıyla mahiyetinin bilinmesi imkânsız olan Tanrı hakkında aklın verebileceği nihai yargı, O’nun hiçbir şeye benzemediğidir. O hiçbir şekilde sınırlanamaz ki insan tasavvuruna sığsın! Bunun içindir ki “Allah’ı nasıl düşünüyorsan, O onun dışındadır” denmiştir. “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.” (Şûra, 42/11)

Her türlü noksanlıktan sonsuz uzaklığı ifade eden bu sıfat sadece Allah için kullanılabilir. Mecazen de olsa insana izafe edilmesi, onda yaratılmışlık üstü bazı güç veya özelliklerin mevcudiyetini akla getireceğinden imkânsızdır. Çünkü insanlar ne kadar iyi olursa olsun, ne kadar mükemmel görünürse görünsün, yine de hata ve kusurlardan tamamıyla uzak olamazlar. Aslında onlar bu hâlleriyle insandırlar. İnsan-ı kâmil olmak dahi insanüstü bir varlık olmak değil; insan olmanın bütün hâllerini taşımasına rağmen Allah’ın kendisinden beklediği ahlakı gerçekleştirebilen insan olmaktır. Peygamberler dâhil olmak üzere Allah nezdinde makbul olan sıddıklar, şehitler, salihler (Nisa, 4/69), ayrıca insanların hüsnü zan beslediği veli ve ermişler, hatta meleklerden hiçbiri (Nisa, 4/172; Yunus, 10/62-64) kutsiyetin mahiyetini oluşturan “yaratılmışlık üstü ve aşkın” olma özelliği taşımaz.

Kur’ân’da da beyan edildiği üzere bütün peygamberler, Allah’tan başkasına kutsallık/kusursuzluk atfedip kullukta bulunmamaları konusunda ümmetlerini uyarmıştır. Esasen her peygamberin davetinin temel ilkesi olan tevhid inancı bu demektir. Fakat İslam öncesi dinlerde yer alan, tabiat nesnelerini, şahıs, mekân ve zamanı kutsallaştırma eğilimi yabancı kültürlerin etkisiyle zamanla Müslümanlar arasında da görülmüştür: İtikadi ve fıkhi mezheplerin önde gelen âlimlerinin çok defa hatasız ve görüşleri eleştirilemez kabul edilmesi, vefat etmiş tarikat liderleri hakkında kutsiyetle irtibatlı ifadelerin kullanılması ve kendilerinden medet umularak, kabirlerine mabetlere benzer tarzda ilgi gösterilmesi gibi...


Allah dışında bizatihi kutsal olan hiçbir varlığın olmaması, Allah’ın dilediği varlığı mukaddes saymasına engel değildir.

Allah’ın bildirmesi dışında indî kanaatlerle birilerinde ve bir şeylerde kutsallık iddia etmenin işi nereye kadar vardıracağına en güzel örnek Hristiyanlığın tarih içinde aldığı yoldur. Oysa neyin kutsal olup olmadığına karar vermek asla insana bırakılmamıştır. İnsanlar bu ilahî yetkiye müdahale edip kendi kutsallarını oluşturmaya başladıklarında şirk de baş göstermeye başlar.

Allah dışında bizatihi kutsal olan hiçbir varlığın olmaması, Allah’ın dilediği varlığı mukaddes saymasına engel değildir. Diğer bütün isimlerinde olduğu gibi Rabbimizin “Kuddûs” ismi de O’nun dilemesiyle yaratılmışlar âlemine tecelli eder. “Kutsal” olan Allah dilediğini “mukaddes” kılar. Kutsalın tecelli ettiği bu varlıklar O’nu güçlü bir şekilde çağrıştırdıkları için artık kendilerinin ötesindeki bir geçekliği yansıtır hâle gelmişlerdir. Mesela dört ayette (Bakara, 2/87; Maide, 5/110; Nahl, 16/102) yer alan “ruhulkudüs” tabiri Elmalılı’ya göre kutsiyet ruhu, yani hiçbir şaibe ile lekelenmek ihtimali olmayan, emniyete şayan, mukaddes, tertemiz ruh demektir ve Cebrail (as)’i niteler. Cebrail’in bu unvanla anılması Kur’ân’ın değerini göstermek ve “Kuddûs” olanın katından hiçbir şaibe taşımayan kutsal bir ruh aracılığı ile indirildiğini belirtmek içindir. Manasının Kur’ân’la aynı kaynaktan geldiğini belirtmek ve Rasûlullah (sav)’ın kendi sözlerinden ayırmak üzere hadislerin bir kısmına “kutsi” ifadesi eklenmiş; Yaratıcımızın bizden korumamızı önemle istediği, kendisinin de onları korumak için şeriat indirdiği insan varoluşunun olmazsa olmaz şartlarına da “mukaddesat” denmiştir.

İnsanın kötü kullanımı karışmadığı müddetçe kâinatta fıtri olarak bulunan umumi temizlik hakikati de Cenab-ı Hakk’ın Kuddûs isminin tecellisidir.

Mekânlar da kutsal olan ve sıradan/profan olan şeklinde ikiye ayrılırlar. Arı duru, tertemiz olmayı ifade eden “kuds” kökünden türetilmiş mekân isimleri günah ve kirlerden temizlenme yerleri oldukları için bu isimleri almışlardır. Kâbe bu mekânların başında gelir. (Bakara, 2/125; Âl-i İmran, 3/96; Maide, 5/97) Dünyanın sıkıntı ve belalarından uzak olduğu için cennete de “Haziretü’l-kuds”(Kutsal alan) denmiştir.

Allah’ın tüm noksanlık ve olumsuzluklardan uzak olduğunu bilen bir kimse, O’ndan şer ve kötülük sadır olmayacağını da bilir. O’ndan gelen her şeyin pür iyi olduğuna inanmak insanın hayata bakışını baştan sona değiştiren/temizleyen bir bakış açısıdır. Böylece başımıza gelen tersliklerde kendi hatalarımızın payını görmemiz kolaylaşır. Ayrıca bu isme gereği gibi iman eden Müslüman Allah’tan başkasının kusursuz olamayacağını bildiğinden kimseyi ilahlaştırmaz. Bu sayede Allah’ın lütfu olan şahsiyetini kendi gibi insanlara bende ederek aşağılamaz.

Kuşeyri, tasavvufi bir yaklaşımla kuddûs isminden nasibini alan kulun itikadını, ibadetini ve kalbini her türlü yanlıştan temizleyeceğini, Allah rızası uğruna nefsini aşağı arzulara uymaktan, servetini haram şüphesinden, zamanını O’na muhalefet etme kirinden uzak tutacağını söyler. İtikat temizliği inancın şüphe ve tereddütten korunmuş olarak yakine dayanmasıyla, ibadet temizliği ihlasla, kalp temizliği de kötü huyları atmakla olur.

Kişinin temiz bir hayat sürmesi ve insani hatalarından da tövbeye devam ederek temizlenmesi, zihninin ve kalbinin temiz kalması için şarttır. İçimizde temizlenmeden kalmış kötülükler bizi sürekli kendilerine çağırarak aşağıya çeker. İnsan için mümkün olabilecek en temiz hayatı yaşamaya çalışmak, kötülüklerin izlerinden kurtulmaya çalışmaktan her zaman daha kolaydır.