Ümmü Eymen (r.anha), yaşamını Peygamberimiz’in en yakınında geçiren sahabe kadınlardan biridir. Peygamberimiz ona “Ey Anne!” diye hitap ederdi. Henüz gençlik yıllarında Habeşistan’dan Mekke’ye cariye olarak getirilmiş Peygamberimiz’in babası Hz. Abdullah’ın yanında çalışmıştı. Hz. Abdullah, Âmine ile evlendikten sonra da onlara hizmet etmeye devam etmiş, o ölünce Âmine’ye miras olarak kalmıştı. Peygamberimiz’in dünyayı teşrifinin ardından da O’nun dadılık görevini üstlenmişti.(İmam Zehebi, 1/117) Sahabi kadınlar arasında özel bir yeri bulunan Hz. Ümmü Eymen, Peygamber Efendimizin “annemden sonra annemdir” dediği iki güzide hanımdan biriydi.
Henüz Peygamberimiz dünyaya gelmeden kocası Abdullah’ı kaybeden Âmine, onun ölüm haberiyle yıkılsa da dünyaya getireceği yavrusunun sevinci kalbine bir umut ışığı yaymıştı. Efendimizin çeşitli mucizelerle dünyayı teşrifinden sonra Ümmü Eymen hizmetlerinde bulunmaya devam etti. O artık Peygamberimizin mürebbiyesiydi. Efendimiz altı yaşına geldiğinde annesi Hz. Âmine eşi Abdullah’ın Medine’deki mezarını ziyaret etme arzusu duydu. Çok geçmeden de Efendimizi ve Ümmü Eymen’i yanına alarak hem Hz. Abdullah’ın mezarını, hem de Medine’deki akrabalarını ziyaret etmek üzere yola çıktı. Medine’ye ulaştıklarında akrabalarının evine gelip bir müddet orada misafir oldular.
Bu misafirlik esnasında Peygamberimizle alakalı bazı ilginç olaylar cereyan etmişti. Medine’de yaşayan Yahudiler O’ndaki farklılığı görüyor, O’nun hakkında bazı şeyleri araştırıyorlardı. Bir gün iki Yahudi, kaldıkları evin önünden geçerken Efendimiz’i görmüş, O’nda gördükleri bir takım durumlar dikkatlerini çekmişti. O an orada bulunan Ümmü Eymen (r.anha), onların Peygamberimiz’i süzdüğünü fark edince bu şüpheli bakışlarından rahatsız olup O’nu içeri aldı. Bunun üzerine adamlar Ümmü Eymen’den, Peygamberimizi yanlarına çıkarmasını istediler. O, önce buna razı olmadı; fakat adamların ısrarı ve güven telkinleri üzerine Peygamberimiz’i tekrar yanlarına getirdi. Yahudiler, Peygamberimiz’i uzun uzun süzdüler, evirdiler, çevirdiler. Sonra içlerinden biri hayretle arkadaşına dönerek:
“Bu, bu ümmetin peygamberidir. Burası da onun hicret yurdudur. Bu şehirde öldürme ve sürgün etme gibi bir takım büyük hadiseler olacaktır” dedi.(M. Asım Köksal, 2/51)
Duyduğu bu sözler Ümmü Eymen validemizin beynine kazınmıştı. Uzun bir zaman bunların etkisinde kaldı ve Yahudilerin zarar vermemeleri için onu daha fazla korumaya başladı. Anne Hz. Âmine ise o sıralarda rahatsızlanmıştı. Bu misafirlik tam bir ay sürdü. Gün geçtikçe Hz. Âmine’nin rahatsızlığı artıyordu. Bu yüzden Mekke’ye dönmek üzere Medine’den ayrılmak zorunda kaldılar.
Yine üçü yola çıkmıştı. Ancak yolculuk esnasında Hz. Âmine’nin rahatsızlığı dayanılmaz hale gelince Ebva denilen köyde konaklamak zorunda kaldılar. Çok geçmeden de Hz. Âmine, aynı yerde Peygamberimiz ve Ümmü Eymen’in gözyaşları arasında vefat etti. Bu ani ölüm her ikisini de etkilemişti. Peygamberimiz yetimliğin üzerine bir de öksüz kalmış, Ümmü Eymen de Peygamberimizi sağ salim Mekke’ye ulaştırma sorumluğunu üzerine almıştı. Âmine’yi Ebva’ya defnetmenin ardından Mekke’ye varmak üzere tekrar yola koyuldular. Ümmü Eymen, Peygamberimiz’i dedesi Abdulmuttalip’e teslim edecekti. Derken beş günlük bir yolculuğun ardından O’nu sağ salim dedesine kavuşturdu.(M. Asım Köksal, 3/53) Bundan sonra kendisi de Efendimizle birlikte Abdulmuttalip’in evinde kalacaktı. Ümmü Eymen’in buradaki görevi Peygamberimiz’i koruyup kollamak, onunla ilgilenmekti. Bu görevini aksatmadan yerine getiriyordu. Ancak bir gün Peygamberimiz yanında oynarken dalıvermiş, yanından çıkıp gittiği halde fark etmemişti. Bir süre sonra Abdulmuttalip yanına gelip:
“Ey Bereke, oğlumu nerede buldum biliyor musun” dedi. “Bilmiyorum” deyince “oğlumdan gaflet etme! Onu sidre ağacının yakınında, çocukların yanında buldum. Kitap ehli, bu oğlumun, bu ümmetin peygamberi olacağını söylüyor. Oğluma onların zarar vermelerinden korkuyorum” cevabını verdi.(M. Asım Köksal, 3/68) Ümmü Eymen validemiz, bundan böyle Efendimiz’e daha çok dikkat etmeye başladı.
Mekke’de zaman hızla akıyordu. Peygamberimiz, dedesinin himayesine gireli iki yıl olmuştu. Abdulmuttalip kimseye göstermediği ilgiyi sekiz yaşındaki torununa gösteriyor, ahlaken her geçen gün biraz daha olgunlaşmasını hayranlıkla izliyordu. Ancak o dönemlerde rahatsızlanıp yatağa düştü. Vefat etmeden önce de torununu, oğullarından Ebu Talip’e emanet etti. Vefatının ardından, Peygamberimiz Ebu Talip’in himayesine girerken dadı Ümmü Eymen de onunla birlikte Ebu Talip’in evine taşındı. Orada uzun yıllar geçirdiler. Derken Peygamberimiz yirmi beş yaşına geldiğinde Mekke’nin en asil hanımefendisi Hazreti Hatice’yle evlendi. Evlenince de Ümmü Eymen validemizi azat edip serbest bıraktı. Sonrasında da onu Haris bin Hazrecoğullarına mensup Ubeyd bin Zeyd ile evlendirdi. Bu evlilikten Eymen isimli oğlu dünyaya geldi. Asıl ismi Bereke olan Ümmü Eymen validemiz onun doğumuyla “Eymen’in annesi” anlamına gelen “Ümmü Eymen” ismiyle anılmaya başlandı. Öyle ki gerçek ismi neredeyse unutulmuştu. Ancak çok geçmeden Ümmü Eymen validemizin kocası Ubeyd vefat etti. O sıralarda Peygamberimiz de eşi Hatice validemizin kendisine hediye ettiği köle Zeyd bin Harise (ra)’yi azat etmişti.(Said Havva, 7/295) 610 yılında Efendimiz peygamberlikle görevlendirilince O’na ilk inananlar Hz. Hatice, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Zeyd oldu. Ümmü Eymen validemiz de iman etmekte gecikmedi.
Zorlu şartlarda oğlu Eymen’le yalnız başına yaşayan Ümmü Eymen (r.anha), en büyük desteği Peygamberimiz’den görüyordu. Eymen de annesiyle birlikte İslam’ı kabul etmişti. Peygamberimiz’in azatlısı Zeyd ise artık büyümüş, genç bir delikanlı olmuştu. Peygamberimiz’in Mekke’deki sağ kolu gibiydi. O’nu sürekli müşriklerin eza ve cefalarından korumaya çalışıyordu. Hz. Ümmü Eymen’in, Peygamberimiz’e, küçüklüğünden beri gösterdiği ilgiyi şimdi de aynısıyla Zeyd gösteriyordu. Bu iki insan Peygamberimiz’e besledikleri sevgi ve yakınlıkta birbirlerine çok benziyordu. Bu durumun farkında olan Peygamberimiz ise onlara duyduğu sevgiden dolayı onları aynı çatı altında birleştirmek istiyordu. Bir gün ashabıyla otururken “Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen ile evlensin” buyurdu. Bunun üzerine orada bulunan Zeyd öne atılarak Ümmü Eymen’le evlenmek istediğini söyledi. Çok geçmeden Peygamberimiz de bu iki kıymetli insanın nikâhını kıydı.(Said Havva, 7/296) Bu evlilikten, Peygamberimiz’in çok sevdiği ve ashab arasında kendisine “sevgilinin oğlu sevgili” diye hitap edilen Üsame bin Zeyd (ra) dünyaya geldi. Ümmü Eymen, Zeyd ve Üsame (ra)’den oluşan bu üç kişilik aile Peygamberimiz’in dünyada en fazla değer verdiği ailelerden biriydi.
O arada Mekke’de zaman geçerken müşriklerin müslümanlara baskıları da artmıştı. İşkenceler artık dayanılmaz hale gelmişti. Ümmü Eymen de işkencelerden nasibini alıyordu. Allah Rasûlü (sav), Mekke’de sıkıntı çeken müslümanlara Habeşistan’a hicret etmelerini emredince Ümmü Eymen validemiz de hicrete katıldı. Habeşistan’dan sonra Mekke’den Medine’ye yapılan hicrete de katılmış, iki kez hicret etme faziletini kazanmıştı. Hicret sırasında çok güçlükler çekmişti. Müslümanların Medine’ye hareket etmesinden sonra yola çıkan Ümmü Eymen validemiz, yolculuk esnasında oruçluydu. Yanında hiç azığı da yoktu. Ravha denilen yere ulaştığında şiddetli bir susuzluk hissetti. Neredeyse susuzluğun şiddetinden ölecekti. Güneş kavurucu bir hal almıştı. O an birden başının üzerinde bir ses duydu. Kafasını kaldırıp yukarı baktığında gözlerine inanamadı. Gökten beyaz bir iple sarkıtılan bir kova görüyordu. Alabileceği hale gelinceye kadar kova kendisine yaklaştı. Kovayı alıp içinden kana kana su içti. Daha sonraları Ümmü Eymen validemiz bu olayla ilgili şunları söyleyecekti:
“Bu sıcak günden sonra, güneş varken, susayayım diye dışarı çıkıp dolaşıyordum. Ancak o günden sonra bir daha hiç susamadım.”(Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 2/166)
Ümmü Eymen validemiz Medine’de yaşadığı zamanları da Allah Rasûlü (sav)’nün en yakınında onu örnek alarak geçirdi. Artık yaşı ilerlemiş olsa da Peygamberimiz'in hizmetinden geri durmuyordu. Peygamberimiz ise onu sık sık evinde ziyaret ediyor, gönlünü alıyordu. Bir gün Efendimiz, yine onun evine gelmişti. Ümmü Eymen validemiz buğdayı öğüterek Peygamberimiz’e çörek yaptı. Efendimiz onu görünce:
“Bu nedir” diye sordu. Ümmü Eymen (r.anha):
“Bu, burada yapılan bir yemektir. Ondan size çörek yapmak istedim” dedi. Bunun üzerine, tanımadığı yemeklerden yemeyen Peygamberimiz:
“Onu bırak, ekmek yap” buyurdu.(Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 2/166)
Ümmü Eymen validemiz çok mütedeyyin bir hanımdı. Günlerinin çoğunu oruçlu geçiriyor, İslam’a hizmet noktasında yaşlı bedeninden beklenmeyecek gayreti gösteriyordu. Efendimiz ile birlikte savaşlara bile katılıyordu. Uhut Savaşında diğer birkaç sahabi hanımla birlikte savaşan mücahitlere su taşımış, yaralıların savaş meydanından çıkarılmasına ve tedavi edilmesine yardım etmişti.(İbnü’l Esir, 2/135) Daha sonraları Hayber Savaşında da Peygamberimiz’in yanında yer almıştı.
Onun gösterdiği gayrete şahit olan Peygamberimiz de ona sevgi ve saygıda kusur etmiyordu. Çoğu zaman ona “Ey anacığım” diye hitap ederek taltif ediyordu. Aynı zamanda onu görünce yanındakilere “Bu, benim ailemin son kalanıdır” buyurarak kendi ailesinden biri olarak anıyordu. Başka bir zaman ise onun hakkında “Annemden sonra annemdir” buyuruyordu. Efendimizin nezdinde Ümmü Eymen validemizin yeri bambaşkaydı. O da oğlu Üsame de Peygamberimiz’in evine girip çıkma konusunda her zaman imtiyazlıydılar. İzin almaksızın istedikleri zaman Efendimiz’in yanına girip çıkabiliyorlardı. Peygamberimiz özellikle Üsame (ra)’ye çok değer veriyor, onu bizzat kendisi yetiştiriyordu. Bu konuda bir vefa örneği sergileyerek kendisini büyüten kadına hak ettiği hürmeti gösteriyordu. Bir gün su içerken yanında bulunan Ümmü Eymen validemiz O’ndan su isteyince Âişe validemiz şaşkınlıkla:
“Sen bunu Rasûlûllah’a mı söylüyorsun” diye çıkıştı. Ümmü Eymen validemiz ise:
“Benim O’na yaptığım hizmet çok uzun süreli olduğu için bunu istemeye hakkım var” dedi. Bunun üzerine Efendimiz:
“Doğru söyledin” buyurdu ve getirip suyu ikram etti.(İbni Kesir, 5/433–434)
Medine’ye hicret edeli on yıl olmuştu. Allah, dinini Peygamberinin vasıtasıyla zafere erdirmiş, insanlar arasında İslam hızla yayılmıştı. Milat 632 yılını gösterirken Peygamberimiz dünyaya veda etti. Onun irtihali tüm ashabını acıya boğarken Ümmü Eymen validemiz en büyük acıyı yaşayanlardandı. O’nun doğumuna şahit olduğu gibi şimdi vefatına da şahit oluyordu. Yaşlı kalbine bu ayrılık çok ağır geldi. Peygamberimiz’in vefatının ardından gözyaşları hiç dinmedi. Sürekli onunla geçen zamanlarını yâd eder, ağlardı. Halife seçildikten sonra Peygamberimiz’in ona gösterdiği ihtimamı Hz. Ebubekir (ra) de aynısıyla göstermeye devam etti. Birgün Hz. Ömer (ra)’e:
“Haydi Ümmü Eymen’e gidelim. Daha önce Rasûlûllah’ın ziyaret ettiği gibi biz de onu ziyaret edelim” dedi. Birlikte Ümmü Eymen (r.anha)’in evine gittiler. Yaşlı kadın, onları görünce ağladı. Hz. Ebubekir (ra)’le Ömer (ra) efendilerimiz ona:
“Niçin ağlıyorsun? Resûlûllah’ın Allah katında olması daha hayırlıdır” deyince,
“Ben Rasûlûllah’ın Allah katında olmasının daha hayırlı olduğunu bilmediğim için ağlamıyorum. Ben, gökten vahiy kesildiği için ağlıyorum” dedi. Onun bu sözleri Hazreti Ebubekir’le Hazreti Ömer’i de ağlattı.(Müslim, Fezailu’s-Sahabe 103 [2454])
Efendimizin en yakın dostları olan bu iki büyük sahabi hayatta oldukları sürece Ümmü Eymen validemizi ziyaret etmeye ve ona gereken hürmeti göstermeye devam ettiler.
Ümmü Eymen validemiz Hazreti Ömer (ra)’in halifelik devrini de gördü. Şehit edildiğinde de çok ağladı ve:
“Bugün İslam zayıfladı” dedi.
Fazilet dolu bir ömür geçiren bu değerli hanım, Hazreti Osman (ra)’ın halifeliğinin ilk dönemlerinde vefat etti. (Said Havva, a.g.e. 7/299)
Allah ondan razı olsun.
Kaynakça:
1. Gülşen Gazel, Sahabi Annelerimiz, Gündönümü Yayınları, 2009, İstanbul
2. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Yayınevi, 1987, İstanbul
3. Hasan Ege, Siret-i İbni Hişam Tercümesi, Kahraman Yayınları, 2006, İstanbul
4. İbnül Esir, El Kamil Fit’tarih, Hikmet Neşriyat, 2008, İstanbul
5. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İrfan Yayımcılık, 2003, İstanbul
6. Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Tarih-i Taberi, Sağlam Yayınevi, ?, İstanbul
7. İbn Kesîr, el-Bidaye ven-Nihaye, Çağrı Yayınları, 1995, İstanbul
8. Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabiler), Uysal Kitabevi, Konya
9. İmam Zehebi, Tarihu’l İslam, Cantaş Yayınları, 1994, İstanbul
10. Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şule Yayınları, 2000, İstanbul
11. Said Havva, Hadislerle Hz. Peygamber’in Hayatı, Aksa Yayınları, 1997, İstanbul