Vahyin başlangıcında Hz. Peygamber’in yaşadığı korku malumunuzdur. Hiç beklemediği şekilde fiziksel dünyanın bu denli üstünde bir tecrübe yaşaması onu kendi akıl sağlığından şüphe etmeye kadar götürmüş ve dehşet içinde döndüğü evinde sevgili eşi Hz. Hatice (r.anha)'ye aklını kaybetmeye başladığından kuşku duyduğunu söylemişti.
Bugün bizi ilgilendiren kısım işte burada başlıyor.
Hz. Hatice (r.anha)'nin kayıtlara geçmiş cevabı onun gibi bir kadının kocasına duyduğu güvenin nelere dayandığını gösterdiği kadar biraz dikkatli bakınca akıl ve ruh sağlığımızın da nelere bağlı olduğunu ortaya koyuyor: "Hakkında kötü şeyler düşünme, sevin! Yemin ederim ki, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların yardımına koşarsın, yoksullara destek olur, onlara kimsenin yapmadığı iyilikleri yaparsın. Hak yolunda olanlar konusunda insanlara yardım edersin."
Bu cevapta bir insanın akıl sağlığının garantisi olarak onun ahlakı, erdemleri, iyilikleri ve yardımseverliğinin sayıldığını görüyoruz.
Kendini "iyi" hissetmek için hep "alma"yı düşünen, sürekli kişisel konfor ve refah peşinde koşan günümüz insanının anlayışına ne kadar ters bir durum!
Hz. Hatice (r.anha), Hz. Muhammed (sav)’e “delirmedin çünkü sen çok zekisin" veya "çünkü sen Allah’a çok yakınsın” demiyor ya da bize kalsaydı söyleyebileceğimiz birçok şeyi söylemiyor.
Onun bu sözleri insanın Allah katındaki değeri ile akıl ve ruh sağlığının başkalarına nasıl davrandığıyla ilgisini ortaya koyuyor. Aynı zamanda eşinin bu özelliklerinin kendisi için de bir medar-ı iftihar olduğunu gösteriyor.
Anlaşılan o ki herkese karşı iyi olmak insanın kendi iyiliğine aslında. İnsan ruhunun iyileştirilmesinde gittikçe yaygınlık kazanan "verme terapisi" tam da bunu vurguluyor.
Allah katında hangi sebeplerin hangi sonuçları getirdiğini iyi görmek gerekir. Bunun da tek yolu O'nun kelamına ve o kelamın ilk muhataplarının yaşadıklarına dikkat kesilmektir vesselam.