“Allah Teâlâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam edip gider.” (Müslim, Tövbe 31)
Bulutlar kapatsa da gökyüzünü, görmesek de varlığını güneşin, süzülür ışıkları bulutların içinden. Işığıyla görür gözlerimiz; ama güneşsiz bir günden bahsederiz.
Allah'ın arzında yaşar, yarattığı havayı teneffüs ederiz; lâkin O'na sırt çevirir, yeni uçmayı öğrenen kuş misali, önümüze ardımıza bakmadan bir yol tutarız varlıkta, başımıza buyruk.
"Günah, gerçekte kulun Rabbinden uzaklaşmasıdır" der İbn Arabî. Hakk'tan uzaklaştıkça insan, yapıp ettiklerinin hakikatini görecek ışıktan mahrum kalır, süslenmiş amellerinin akıntısıyla sürüklenir durur. Bazen dağları aşıp göklere merdiven dayar da hâkimi ilan eder kendini kâinatın; bazen de dipsiz kuyularına düşer varoluşun. Bütün çaba, bulunması gereken yere ulaşmak içindir aslında; lakin zaman ve mekân perdesinin oluşturduğu uzaklık metaforu gaflete düşürür de günah hükmü verilmiş alana kaydırır insanı.
Oysa Allah, biz kullarını yeryüzüne göndermiş ancak terk etmemiş; şah damarımızdan daha yakın durmuş bizlere; kendisine dönelim diye dönmüş bize gece gündüz.
Hayâ duygusu, kul ile günah arasına girer de Allah'ı hatırlatır insana; hesap gününü, ceza gününü hatırlatır. Bütün genişliğine rağmen dar gelir yeryüzü tövbekâra; ne bir kaçış, ne bir sığınak vardır; ne de çalınacak dost kapısı. Allah'a dönse, açsa kalbini, itiraf etse yaptıklarını, af dilese, bağışlar mı gerçekten? Kabul eder mi tekrar kulluğa? Ya bakmazsa yüzüne! Ya kovarsa kapısından. Kemirir içini, tüketir umudunu bitmek tükenmek bilmeyen vesveseler. Sonra, Rabbinin bir ayetini işitir:
"Ey kendilerinin aleyhinde haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (Zümer Suresi, 53)
Kim affedebilir ki günahları Allah'tan başka! Tövbekâr, Allah'ı unutmanın, koyduğu sınırları aşıp O'dan uzaklaşmanın verdiği mahcubiyet ve pişmanlık içinde döner her şeyi işiten ve gören Rabbine. İleri sürebileceği hiçbir mazereti yoktur; yenik düşmüştür zaaflarına. Büyük bir üzüntü ve utanç içinde bağışlanma diler. Bütün malını vermeye, canından geçmeye hazırdır; kurtulabilsin yeter ki günahın ağırlığından. Kabul edilsin pişmanlığı, dönsün Rabbi ona ve “kulum” desin, “iyi ki döndün, çok sevindim, seni bekliyordum.” Bir kul için hangi söz, Allah'ın “kulum” hitabından daha hoştur ki…
Peygamberimiz buyuruyor: "Allah Teâlâ'nın kulunun tövbe etmesinden dolayı duyduğu sevinç, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır." (Buhârî, Daavât, 4)
Gelgitler içinde yaşarız, türlü hallere gireriz gün içinde. Halden hale girer kalbimiz Yunus'un gönlü gibi. Bazen ibadet neşesiyle huzur bulur bazen de unutur aslımızı, takılırız gölgemizin peşine. Ararken hakikati gölgemizin karanlığında, kaybederiz kendimizi. Allah, kulunun kaybolmasından razı olur mu? Açar elini gece gündüz, “gelin” der, “Bana dönün!”