Ekmek Gökten Su Gökten -Aç Kaldık

26 Nisan 2011
Birlikteliklerini “anlam”‘ı anlamak ve kaynağı iyiden iyiye yudumlayıp akıl alışverişinde bulunarak değerlendirenlerin ulaşacağı güzellikten bahseden bu elçi sözü, beraberlikleri “olma/olgunlaşma mektebine” dönüştürme gereğini bildirir gibidir.

Okumak insan olmaya koyulmanın adıdır. Ana Kitab’ın sayfalarına kapanır insan. Anlam’ın anasını, doyurucu kaynağını arar orada. Kitap hakikatin Allah diliyle tanımlanmasıdır. İnsanı karşısına alır ve onu acı-tatlı gerçeklerle tanıştırır. Aklını tanık kılarak. Doğruya doğru! Tanıklık tanışıklığa dönüşürse kalbi de yanına alarak.

İnsan doğmak kolay. Hem de bir başına bunu yapabiliyor insan. O uzun ince yolda, hem de o kadar güçsüzken, bilmediği bir dünyaya doğru bütün bağlarından sıyrılarak koşabiliyor. Ağlaya ağlaya bile olsa. Fakat o henüz doğmuş sayılmaz. Onun gerçek doğumu insan olmasıdır. Bunu o da biliyor. Müjdesi “olabilmesi”dir. Ve bu tek başına hiç te kolay olmuyor.

Olmak için birlikte okumak gerekiyor belki de. Daha iyi olmanın yolu akıllar üstü bir yükseklikten atmaktan geçiyor, olmamışlıklarını, çiğliklerini… Hep birlikte!

Birlikteliklerini “anlam”‘ı anlamak ve kaynağı iyiden iyiye yudumlayıp akıl alışverişinde bulunarak değerlendirenlerin ulaşacağı güzellikten bahseden bu elçi sözü, beraberlikleri “olma/olgunlaşma mektebine” dönüştürme gereğini bildirir gibidir.

Bu okumalar o birliktelikleri ruhsal doygunluk ve iç huzuruyla dolduracaktır. Onların her birinin kaderi, rahmetle kuşatılmak yani yüce sevginin evrensel kucağında olabildiğince mutlu yaşamak ve ölmek olacaktır. Yetmedi meleklerle/güçlendirilerek yaşayacaktır onlar. Ve son olarak; gökte övgüyle anılacaklardır.

Sekine, sakinlik, dinginlik, gönül rahatlığı, sevinç ve huzur anlamına geliyor sözlükte. Ve doygunluk anlamına… Yani ruhsal doygunluk. Belki de bu hakikate erişmekten kaynaklanan gönül tokluğundan başka bir şey değildir.

İnsanın –tabi sorusu varsa- bütün sorularına onu tatmin eden cevapları bulmasıdır tokluk denilen şey. İnsan, karnı açken yatamayacağından çok daha fazla olarak, ruhu açken yatamayandır. İrili ufaklı bütün soru çengellerine ayağı takılarak yaşayan insanın bir gün o büyük soru çengelini devirmesi ve asıl yanıtını alıp hayata dönmesi muhteşem bir dönüş olmalıdır.

Aslına bakarsanız hayatın hep bir sınav olduğu söylemi arabesk/sıradan bir  söylem gibi de gelse, doğruluk payından ödün vermediği için de sıra üstüdür hep. Hayatta karşımıza çıkan bir dizi olay bizden cevap bekleyen sorular gibidir. Yolun kenarlarından kalkıp gelen ve sizin önünüze dikiliveren bu çengelleri ayağınız takılmaksızın, dimdik durarak yanıtlamak/doğrultmak durumundasınız. Bir ömrü alıp götürecek kadar uzun boylu, kısacık ve hemen cevaplanabilecek kadar kolay olan, ya da yorum isteyen bir dizi soru. Gözlerinizin içine içine bakıyorlar. Sanki hiçbir şey bilmiyorlar ve hepsini sadece ve sadece sizden öğrenecekler. Hayatları dudaklarınızın arasındaymış gibi duruyorlar. Fakat içlerinde bir tanesi var ki dev boyutlarda. Her cüce çengelin aynasında illaki göz göze geliyorsunuz onunla. Her bir cevaptan payını almadan o çengelin ucuyla yüreğinizi ince ince kanatıyor. Yoksa o dev soru; hayatın gerçek amacı ve o amacın hayata nasıl bir anlam katıyor olduğu mu? Gerçek bir doygunluk ancak o devin memnun edilmesiyle mi olacaktır?

 
İnsanı doğasından, derininden, vicdanından kavrayan ve bütün evrende onu saran hakikatin, bir de ilahî sözlerle teklif olarak sunulmasıdır Kitap. İnsana düşen onu her açıdan saran hakikati, bu defa aklıyla onaylayıp kalbiyle saracak cümlelerle muhatap olması, bu özel yazgı teklifine karşı, onu o yapan iradesini kullanmasıdır.

Sorular… Sorular…

Doygun/mutmain bir benlik kendini kendinden emniyete almış, sorularını sormuş ve cevaplarını vermiş demektir. Geriye yanıtın yaşanarak kanıtlanmasıdır kalan…

İnsanı doğasından, derininden, vicdanından kavrayan ve bütün evrende onu saran hakikatin, bir de ilahi sözlerle teklif olarak sunulmasıdır Kitap. İnsana düşen onu her açıdan saran hakikati, bu defa aklıyla onaylayıp kalbiyle saracak cümlelerle muhatap olması, bu özel yazgı teklifine karşı, onu o yapan iradesini kullanmasıdır.

İnsanın hakikatin doğal baskısını bir süre susturup, her baskıdan bağımsız olarak bizzat ve özgürce hakkı seçebileceği bir kitaba, bir teklife muhatap kılınması ne de hoş bir lütuf! Bu tercih serbestîsinin baskının en büyüğü gibi algılanması ise yadırganmalı. Akıl ve yürek isteyen hiçbir kitap/teklif zor ve baskı olarak algılanamaz...

İnsanın iradeye atılan bu teklife ret ve kabul gibi özgür seçenekleri olduğu halde, bizzat kabulüyle karşılık vermesi, bu birbirini arayıp bulma ve sarmaşma elbette mutluluk, doygunluk nedeni olacaktır. Çünkü insan hemen her yerde sekineyi arar. Çok yükseklerde de, çok alçaklarda da, zirvede de zırvaların yığınında da hatta sıradanlığın garantisinde bile hep onu arar…

Rahmet kelimesine gelince, en üstün güç olan Allah’ın emrindeki bütün olumlu güçleri ve enerjisiyle bütün evrenin okuyan insandan yana, koruyup kollayan konuma geçmesi anlamına geldiğini düşünmemek işten değil.

Bir de meleklerin (kudret sahibi manevî varlıklar) kuşatmasından bahsediyor değerli elçi. Meleklerle kuşatılmak, evrendeki olumlu güç kaynaklarının okuyan/ farkında olan/bilinçlenen insana yansıttığı, yüklediği enerji nedeniyle o kişinin olumlu, güçlü, enerjik olması, ışıltılı olması anlamına gelebilir. Sözgelimi bir hakikati öğrenenin özgüveni, kararlılığı ve hayatı, bunun farkında olmayanla aynı mıdır? Bilenle bilmeyenin, görenle körmeyenin bir olmayacağı gibi…

Elçiden gelen bu sözün bize ne söylüyor olabileceğini çözümlemeye çalışırken içime bir soru gelip dayanıyor yine. Biz okuyor muyuz? Bahsedilen sekineti yakalayanlar yürek kaldırsın içimizde? Kitabı okuyor sanılanların hepsi tek tek bireysel anlamda iç huzurunu, başka hiçbir kapıya muhtaç olmayacak kadar yetkin bir doygunluğu yakalayabildiler mi?

 
Cüze geçmenin okumayı öğrenmek olarak kabul edildiği ve Arapça orijinalini yüzünden okuyarak hatmetmenin okuyup bitirmek olarak algılandığı bir toplumda sekine; anlamıyla hayatı anlamlandırmanın vereceği ruhsal doygunluk ve dinginlik aranmamalıdır.

Bu kitaba hayat önerisi olarak değil de ölüm okuntusu olarak bakılıyor. Sekineti en çok mezar ahalisine yollanan bir kitap olagelmiş bir kitap bu kitap. Yani zaten sakinleşmiş olanlara… Ve bir hurafeler üfürüğü haline getirilmiş en önemli sureleri/bölümleri… Maddi çıkarlar için okunacak bir kitap olarak bakılması da ayrı bir iç acısı. Kimilerine bu kitabın yalnızca birkaç sure olarak inmiş olması da mümkün… Anlamıyla inseydi hiç yoksa… Belki de sadece bir kıssa kitabı, masallar, fantastik öyküler kitabı olarak algılanmış ta olabilir. Belli gün ve gecelerin rahatlama kitabı… Mushaf kutsallığında dokunulmaz, ellenmez, emirleri ayaklar altında çiğnense de göbekten aşağı konulamaz olması bunları düşündürüyor.           

Cüze geçmenin, okumayı öğrenmek olarak kabul edildiği ve Arapça orijinalini yüzünden okuyarak hatmetmenin okuyup bitirmek olarak algılandığı bir toplumda sekine; -yani Kitab’ın anlamıyla hayatı anlamlandırmanın vereceği ruhsal doygunluk ve dinginlik- aranmamalıdır.

İbadet yapmış olduğuna duyduğu kaba sevinç hadis metninde bahsedilen huzura karşılık gelir mi? Kaba sevinç diyorum, çünkü öylesine, geçici olarak duyulan bu neşenin, -bir şey yaptım, başardım, ben de maneviyatımı düşündüm- duygusunun çok ta içselleştirilmiş bir sevinç olduğunu varsayamayız. Bu geçici, haftalık sevinçler insanın hayatında hakikati bulmasıyla yaşadığı gerçek/hakiki doygunlukla karşılaştırılabilir mi? Kaba sevinç anlık zıplayıvermesidir ruhun. Sekine ise nihai amaca/anlama ulaşmışlık ve sakinliktir. Amaç evet sürekli kaybolan bir ufuktur da aynı zamanda. Aranmaktan hoşlanan ve bulundukça kaybolandır bu yüzden. “Arayanların bulamadığı fakat bulanların aradığıdır”…

Kitabın hayatı anlamlandırması ve sekinet, o kişinin cüze geçtikten ve özellikle hızla hatmettikten sonra duyduğu sevinç olabilir mi? Hafızlar/orijinal metni ezberinde tutanlar bitimsiz bir ruhsal doygunluğa ulaşmış, bütünüyle hayatın anlamını çözmüş ve bu huzuru çevresine yayan huzurlu insanlar olmalıydı o halde. Fakat bir kitabı taşımak; onu anlamadan, duyumsamadan, içselleştirmeden ezberinde tutmak olmamalı. Hafızasında tuttuğu o kitabı anlayabildiği için, içten gelen bir kabulle onun paralelinde yaşayabilmeye özenmek olmalı aksine. Hafızasındakini toplumsal hafızaya yansıtarak sekineyi yaşayan ve paylaşan olmalı.

Soru-n-lar bitmiyor. Bir de Kitab’ın anlaşılamayacağı yanılgısı var. Yalnızca birileri anlar ve bize anlatır düşüncesi… Sorgulanamaz, akla takılan soruların sorulamadığı ve suskunlukla baş önde dinlenilmesi gereken bir kitap olduğu düşüncesi.  Hikmetinden sual olunmaz düşüncesi… Oysa bu cümle, muhakkak bir hikmet vardır ve var olan o şey aranıp sorulmalı, bulunup çıkarılmalıdır kovuğundan şeklinde anlaşılabilir. Ayrıca ancak sora sora belli bir noktaya gelmiş ve tatmin olmuş insanların kurmayı hak ettiği bir cümledir bu. Hiç arayıp sormayan ve kafa tasına hep başkalarının akıllarını dolduranların değil.

Böyle böyle, ne yalnızken, ne de birlikteyken aramayan-sormayanlar ve anlamı küstürenler olarak belki de hep aç yatıyor olmalı insanlar. Aç açına yaşıyor olmalılar. Doygunluk uzaklarında kalıyor. Anlama bu kadar yakınken üstelik. Rahmetin kucağından düşürmüşler kendilerini. Çelimsiz kalmış akıllar ve güçsüz yüreklerle ölümü yaşıyor olmalılar…