Hz. Peygamber'in bütün müminlere örnek olduğu ve onu örnek almanın dinen farz bulunduğu konusunda herhangi bir şüphe yoktur. İlgili ayet Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok ananlar için bu örnekliği üzerine bastırarak ifade etmektedir. Ancak burada ince bir nokta vardır. Bu nokta gözden kaçınılırsa Hz. Peygamber evrensel mesaj sahibi bir Allah elçisi olmaktan çıkarılıp çağına mahkûm edilecek, bu noktada doğru değerlendirilirse O'nun âlemlere rahmet olmasının sırrı tecelli edecektir. Bu ince nokta şu sorunun cevabında gizlidir: Kur'an bize Hz. Peygamber'e tabi olmayı mı yoksa O'nu taklit etmeyi mi emretmektedir? Bu ikisi arasında esasa yönelik ve Hz. Peygamber'i örnek alma konusunda önemli farklar vardır.
Peygamberler, Allah'ın, insanlığa kurtuluş reçetesini ulaştıran elçilerdir. Onlar reçeteyi ulaştırmakla kalmaz aynı zamanda onun nasıl ve ne şekilde kullanılacağını, yani günlük doz miktarını da gösterirler. Peygamberler sadece eczacı değil, kelimenin en kapsamlı şekliyle doktordurlar. Onların doktorluk alanı sadece gönül doktorluğuna hapsedilecek kadar dar da değildir. Allah'ın özel, güzel ve seçilmiş kulları olarak peygamberler insanları hem manevi hem de madden temizler ve tedavi ederler. Kur'ân, peygamberlerin bu görevini "tezkiye" olarak adlandırmaktadır.
Onlar her şeyden önce insanları, insanlık onur ve şerefine yaraşmayacak zihniyetlerden ve o zihniyetlerin ürünü olacak her türlü batıl ve çirkin davranıştan, yanlış inanç ve ahlaki sapmalardan temizlemektedirler; ahlak kitapları da Hz. Peygamber'in manevi tedavisini anlatır. Tıbbu'n-nebevi (Peygamber'in Tıbbı) adını alan kitaplar da fiziksel hastalıkların tedavisinde Hz. Peygamber'in tavsiyelerini gösterir. Buna göre Hz. Peygamber, Müslümanların hem ruh hem beden sağlığından sorumlu olacak kadar geniş bir mesuliyete sahiptir. Hz. Peygamber'in insanların gönlünü temizlemekle sorumlu olduğunu ifade eden ayetler vardır. Bunun yanında Kur'ân O'nun mü'minlere şefkatli bir anne gibi düşkün ve onların başına gelen sıkıntılardan çok fazla etkilenen bir merhamet abidesi olduğunu da bize anlatır. O'nun bu yönünü şu ayet ne kadar güzel dile getirir: “And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”
Hz. Peygamber'e Neden Tabi Olmalıyız?
Öncelikle Rasül-i Ekrem'e tabi olmamızı, O'nu rol model ve örnek almamızı Allah emrettiği için O'na uymalıyız. Çünkü Hz. Peygamber'e tabi olmak Allah'ın kesin emridir. O, peşinden gidilmesi gereken, bizi daima iyiye, hayra ve doğruya götüren bir emin kılavuz olduğu için Allah O'nun izinden gitmemizi emretmiştir. O, insanlık için en güzel örnek "üsve-i hasene", "numüne-i imtisal" olduğu için mü'minlerin O'na tabi olmaları farz kılınmıştır. Şu ayet bu hususu net bir şekilde dile getirmektedir: "Rasûl’üm! De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez."
Ayete dikkatle bakıldığında sanki Rabbimiz, bizi bir felakete karşı uyanırcasına hitap etmektedir. Adeta yanlış yola sapıp dünya ve ahiretini zindana çevirecek insanlara, “Allah'ını seven Peygamber'e tabi olsun!” demektedir. Bu yönüyle Hz. Peygamber'i göndermek kadar, O'na tabi olmayı kesin bir şekilde emretmek de Allah'ın insanlara olan merhametinin bir sonucudur. İnsanlar olarak aklımızı kullanıp düşünelim ve şu sorunun cevabını arayalım: Bir felakete karşı başkasını kim uyarır? Elbette merhametli olanlar, başkasının iyiliğini isteyenler, kötü bir duruma düşmesinden üzülenler uyarır. Uyarmakla yetinmeyip ne yapacağını, ne tarafa gideceğini göstermek ise merhametin bir başka yönüdür.
Hz. Peygamber'e tabi olmak, O'nun sünnetini hayat tarzı haline getirmek ve O'nu örnek almak hayata, olaylara, evrene, eşyaya bakışta safını belli etmek ve taraf olmak demektir. Hz. Peygamber'in tarafında olmak, adaletin, hakkaniyetin, mazlumun, mağdurun, yetimin, çaresizin, yoksulun, merhametin, ölçünün, dengenin, medeniyetin, temizliğin, insan onur ve şerefinin, hukukun, hakkı üstün tutmanın, gücü kontrol etmenin, insanlığı hayra götürecek yürek fethinin, manayı önceleyen ilerlemenin, terakkinin yanında olmak demektir. Hz. Peygamber'e tabi olmak, insanlık adına ve insani değerler lehine "örnek insan" etrafında safını netleştirmek anlamına gelir. Bu, Müslüman zihninde ve toplumlarda bir öteki üretmek anlamına gelmez. Aksine, Peygamber'e tabi olmadığı için kendisini ötekileştirenlere örnek olmak ve onlara, geç olmadan, beri gelmeleri için merhamet elini uzatmaktır. Çünkü Hz. Peygamber’e tabi olmayanlar, kendi nefislerine tabi olmaktadırlar. Nefis ise insana her zaman doğruyu değil, eğriyi, kötüyü ve kötülüğü telkin eder. Hz. Yusuf (as) peygamberin Kur’ân'da yer alan itirafıyla nefis kötü duyguların merkezidir. Bakınız Hz. Yusuf (as) bu hakikati nasıl dile getiriyor: “(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği/koruduğu nefis dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.”
Kur'ân'ın ifadesiyle, Hz. Peygamber’in rehberliğini bırakıp da nefislerini ilah edinenleri kim koruyabilir, kim tutabilir, onlara kim kefil ve vekil olabilir? “Gördün mü heva ve hevesini ilah edinen o kimseyi? Şimdi ey Rasûlüm! O kimseye sen, koruyucu olabilir misin?” Bu insanlar her çağda farklı psikolojik hastalıklara müptela olmakta ve onların virüslerini insanlığa bulaştırarak hayatı zehir etmektedirler. Çağımızın en büyük ve gittikçe yaygınlaşan hastalıklarından biri olan narsizmin yol açtığı felaketler dikkate alındığında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Nefsine tabi olarak canavarlaşan insanın önce insanlıktan çıkıp sonra da insan kıyımı yaptığı düşünüldüğünde, insanı kendine, ailesine ve insanlığa kazandıran Hz. Peygamber'e tabi olmanın ne demek olduğu idrak edilecektir. Bugün yolunu şaşırmış tabi olmak için doğru kılavuzu kaybetmiş, ekonomik ve siyasi gücü eline geçirdiği için kendini adeta ilah sanan, insanlıktan ve insanı erdemlerden sıyrılmış olan kimselerin icraatları tabi oldukları nefsin acı meyveleri değil midir? Dünyanın her yerinde insanlık bu acı meyveleri tatmak zorunda kalırken, mazlum feryatları arşı inletirken insanlığın tek rehberi ve kurtuluş önderi olarak Hz. Peygamber'i görmelerinden daha tabi ve hatta daha zorunlu bir seçenek yoktur. Fakat insanlık adına karar verme hakkını kendilerinde görenler insanlığın son umudu, karanlıktan çıkmalarını sağlayacak tek ışık, fırtınaların yer almadığı en emin liman olan Hz. Peygamber'i her fırsatta ve değişik kampanyalarla karalamayı da bırakmamaktadırlar. Bu hareketleriyle de insanlığın umudunu tüketip onları dayanılmaz ızdıraplara gark etmektedirler. Merhametsizler, merhamete giden yola mayın döşemekte ve barikat kurmaktadırlar. Böylece yolunu şaşırmış, büyük bir keşmekeşin içine düşmüş olan insanlık teselliyi nano teknolojik ürünlerde, icat edilen oyun ve eğlencelerde bulacağını zannetmektedir. Bütün bunlar Hz. Peygamber'e tabi olmayı ve tabi olmanın doğru ölçülerini bilmeyi zorunlu kılmaktadır.
Hz. Peygamber'e Tabi Olmanın Alameti Nedir?
Al-i İmran Süresi'nin 31. ve 32. ayetine göre, Allah'ı sevmenin yolu Peygamber'e tabi olmaktan geçer. Rasûlullah (sav)’a tabi olmak günahların bağışlanmasına da bir vesiledir.
Ayet, mü'minlerin dini rehberlik konusunda Allah'ı ve Rasûlü'nü yani Kitap ve Sünneti birbirinden ayırmamalarına ve beraber değerlendirmelerine de işaret etmektedir. Hz. Peygamber'in kendisinden sonra bu konudaki sapmaları adeta görmüş gibi ikazları olmuştur. Mesela bir keresinde şöyle buyurmuştur: "Sakın sizden birini, emrettiğim ya da nehyettiğim bir husus kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış bir halde "Benim aklım ermez. Biz Allah'ın Kitabı'nda ne bulursak ona uyarız" derken bulmayayım." Sehl b. Abdullah, "Allah’ı sevmenin alameti Kur'ân'ı sevmek, Kur'ân'ı sevmenin alameti Hz. Peygamber'i sevmek, Hz. Peygamber’i sevmenin alameti de O'nun sünnetini sevmektir. Bunların hepsini birden sevmenin alameti ise ahireti sevmektir" buyurarak Allah sevgisinin şartının Hz. Peygamber'i sevmek ve O'nun sünnetini öğrenip yaşamak olduğuna dikkat çeker.
Hz. Peygamber'e Tabi Olmanın Ölçüsü
İslam âlimleri içinde Hz. Peygamber'in her fiilinin, hatta sükûtunun bile bizim için örnek ve hüküm kaynağı olduğunu söyleyenler vardır. Onlar Al-i İmran Süresi'nin yukarıda meali verilen ayetini dikkate alarak bu görüşlerini desteklerler. Derler ki, ayette hiçbir kayıt konulmadan her fiil ve hareketinde Hz. Peygamber'e tabi olmak emredilmiştir. O zaman O'nun her davranışı bizim için örnektir.
Fıkıh Usulü âlimleri Hz. Peygamber'in yapıp ettiklerinden hangisine dinen tabi olmamız gerektiği konusunda büyük çabalar sarf etmişlerdir. Sonuçta, Hz. Peygamber'in dine, dinin tebliğine ve dinin açıklanmasına yönelik olan bütün davranışlarına tabi olmamız gerektiğini söylemişlerdir. Hz. Peygamber'in bize hem sözleri, hem fiilleri ve hem de dini hüküm adına duyup onayladıkları örnektir. O'nun davranışları içerisinde öldüğü yere gömülmek, devamlı teheccüd namazı kılmak, iki gün peş peşe iftar etmeden oruç tutmak gibi kendine mahsus özellikleri de vardır. Bu konularda Peygamberimize tabi olmamız emredilmemiştir. Yeme, içme, giyme, saç tarama gibi tamamen insan olmasından kaynaklanan (cibillî) davranış özellikleri de tabi olmak için zorunlu değildir. Ancak zorlamamak ve dini anlamda zorunlu olduğunu düşünmemek kaydıyla ve şartıyla örnek alma anlamında bunları da yapabilenler niyetlerine göre sevap alırlar. Çünkü bir işi sırf Hz. Peygamber yaptığı için yapmak da O'na tabi olmanın bir parçasıdır.
Hz. Peygamber'e tabi olmakla, O'nu taklit etmek, O'nu örnek almak ve O'na benzemek birbirine karıştırılmamalıdır. Yüce Allah bizden Hz. Peygamber'e tabi olmamızı isterken, esas en şeklen O'na benzememizi değil, O'nu rehber edinmeyi, rol model ve örnek almayı emretmektedir. Örnek almak; Hz. Peygamber'in yaptığını, yaptığı sebeple ve yaptığı maksadı dikkate alarak O'nun gibi yapmaktır. Dolayısıyla Hz. Peygamber'e saygı göstermek O'nun emir ve yasaklarına boyun eğmekle olur. Yoksa Hz. Peygamber beyaz giydiği için beyaz giyip diğer dini emir ve yasaklara riayet etmemek Peygamber'i örnek ve rol model almak sayılmaz. İmam Gazali'nin ifadeleriyle söylemek gerekirse; "Hz. Peygamber'in yediklerini yemek, yediği gibi yemeye çalışmak, O'na benzemek ve O'nu taklittir. Ancak helal bir şeyi O'nun belirlediği edep kuralları çerçevesinde, is rafa kaçmadan ve tıka basa doymadan yemek, O'na tabi olmak, O'nu rol model almaktır. O'nun kendi örf ve coğrafyasına uygun olarak giydiklerinin aynısını giymek benzeme ve taklittir. Ancak gösteriş ve israfa kaçmadan, edep yerlerini örterek giymek O'na tabi olmak ve O'nu örnek almaktır." Dolayısıyla Hz. Peygamber'den sadır olan her fiili yapmak O'na tabi olmak için yeterli değildir. Bu sadece kuru bir şekilcilik getirip ittibanın ve örnekliğin ruhunu, canlılığını, esnekliğini ve rahmet rüzgârını örseler. Esas ittiba, yapış maksatlarını da dikkate alarak yapmaktır. Bu bilinç ile Hz. Peygamber' e tabi olmak, O'nun mesajını ve davranışlarını evrenselleştirecektir. O'na tabi olan Müslümanlar şekle takılıp kalmayacak, her çağda Peygamber’i hayatlarında yaşatacak ve rehberliğinden istifade edebileceklerdir. Böylece Rasûl-i Ekrem tarihi bir şahsiyet olarak kalmayacak tarihlere sığmayan ebedi bir rehber ve kılavuz olarak yolumuzu aydınlatacak, mesajı da “ebedi risalet” (er-Risaletü'l-halide) olacaktır.
Hz. Ömer'e ait olduğu söylenen şu ifade bu durumu özetler mahiyettedir: "Kişinin namazı ve orucu sizi aldatmasın, fakat onun dirhem ve dinarlarına (parasal ilişkilerine/insani ve insanlar arası tutum, davranış ve ilişkilerine) bakın!" Netice itibariyle Peygamberimiz, peşinden gidilmesi gereken, bizi daima iyiye, hayra ve doğruya götüren bir emin kılavuz olduğu için Allah, bizlere O'nun izinden gitmemizi emretmiştir.
Bizim için en güzel rol model ve örnek olan Hz. Peygamber'e tabi olmak şekil ile değil, şekli de kucaklayan, çepeçevre saran, anlamlı kılan bir öz ve bilinç ile olur. Bunun için de Hz. Peygamber'i, O'nun gönderiliş amacını ve neyi niçin yaptığını iyi bilmek gerekir.
Kaynakça:
1. Ahzab,33/21
2. Bakara, 2/129; Al-i İrnran, 3/164; Cum'a, 62/2.
3. Bakara, 2/129; Al-i lmran, 3/164; Cum'a, 62/2.
4. Tevbe, 9/128.
6. Yusuf, 12/53.
7. Furkan, 25/43.
8. Ebu Davud, "Sünnet", 5; Tirmizi, "İlim", 3; İbn Mace, "Mukaddime", 2.