Medine’deyiz. Onun ve ona uyanların varlığıyla uyanan ve medenileşen şehirde onun vakitlerinin izini sürüyoruz. Rasûlullah (sav)’ı ziyarete gelmek, O’nun yanına, nurdan yamacına yaklaşmak, teneffüs ettiği iklimi solumak, O’na Kubbetü’l Hadra’nın dibinden salat ü selam getirmek; O’nun getirdiğine iman eden ve hayatını bu inanç üzerinden kurgulayan bir insan için o kadar çok şey demek ki… Tam da bu yüzden coşkunun; düşünceyi esir alarak meramı ifadeye ket vurmasından korkmaktayız bir yandan. Ahlakı, adaleti, zarafeti, nezaketi, letafeti, feraset ve basireti Yaratan ve yaratılan tarafından tasdik edilmiş bir Peygamber'i ziyaretin zevkine, vuslatın şevkine mazhar olmaktasınız çünkü.
Rasûl (sav)‘un yanına gelmek, O’nun getirdiklerinin yanında olmaya bir kez daha ant içmek demek aslında. Araya giren zamanın özden bütün koparttıklarına, gözden ırak kıldıklarına, dünyanın olanca kaygan zeminine, sadra verilen bütün vesveselere, takva ile fücur arasındaki bütün gel-gitlere rağmen O’nu renk renk, fevç fevç, akın akın sevmenin aslında bir ittiba olduğunun farkına varmak.
Peygamber; Allah’a itaate, taate, teslimiyete, hamda, Medine O’nun beytine hazırlık bu anlamda. Cennet bahçesinde iki sütun arasında, iki rekâtlı namazda; tefekküre yeni bir idrak, iradeye taze bir imkân, yürek evinize bir miraç sunmaktasınız içinize doğan soruyla. Hayat için bin bir yeni ikrara, imara, ihsana açılan bir soru bu aynı zamanda: Peygamberi nasıl sevmeliyiz?
O’nu en güzel sevenler hep akleden kalpleriyle sevdiler. O’nu sevme iştiyakına, O’nun için akan gözyaşına daima O’nunla gelen buyruğa sadakati, O’nu nefislerinden aziz tutmanın dikkatini kattılar. Sıddık Ebû Bekir (ra) O’nu, canını yılanın zehrine sunarak korurken, malını da sınırsız vermenin sırrına eriyordu. Babasının bir Peygamber, annesinin ise babasının akleden kalbine nazil olan dinin ilk mümini olduğunu kavraması, vahiy evinin kızı Fatma (r.anha)’nın da akleden kalbinin erken harekete geçmesini sağladı. Peygamber bir babanın müstesna şefkat ve ihtimamına nail olduğu özel konumunu, salt coşkun bir sevgi ile değil, o sevgiyi yönlendiren mütevazı bir mümin kişiliği üzerinden içselleştirdi.
Hepsi de kendilerinin peygamberleri tarafından en çok sevildiğine inanan ve O’nu en çok sevme yarışına giren sahabe; bu sevgiyi daima vahyin hayatlarına getirdikleri keskin dönüşüm ve değişimlere teslimiyetle taçlandırdılar. Kıbleteyn Mescidi, bu dönüşümlerin somut ve soyut anlamda en muhteşemine sahne oldu. Namazın üçüncü rekâtında Peygamber’e verilen kıble değişikliği emrine anında uyan sahabe sadece namazın değil hayatın yönünü de ebediyen Beytullah’a çeviriyordu. Kıbleteyn/Çift Kıble sadece Beni Seleme yurdunda bu isimle anılan mescide ait bir hatıraydı artık: Akleden kalplerin ritmini bundan böyle hiçbir şey bozamaz, bölemez, parçalayamaz, değiştiremez, durduramazdı. Nabız bir kere Kâbe’nin temsil ettiği değerlere; tevhide, adalete, emniyete, O’nun temsil ettiği dine ve biricik hakikate yönelmiş; bu yönelişlere başkaca istikametleri yönleri davetleri eş koşmamak, bu hakikati parçalamamak üzere ayarlanmıştı.
O günden bu yana O’nu ittiba ve itaatın eşlik ettiği bir sevgiyle sevmenin muhtevası hep aynı yoldan geçiyor. O’nu akleden kalple sevmek; Ravza’sına açılan yolların daha temiz, O’na yönelen coşkuların daha zarif, O’na verilen selamların daha barışık olması, O’na duyulan sevgilerin bütün insanlığın selametine açılması demek. Doğruluğun, güzelliğin ve iyiliğin hayatı birlikte kuşatması; ahlâkın, ibadetin, tefekkürün, estetiğin aynı ivmedeki yönelişlerle şahsiyeti inşa demek. İzini süren her bir insanın, onun Şahsiyetinin en kurucu sıfatlarından biri ile kendini kurması, Muhammed’ce emin olması demek…
Bu, ümmet-i vüstâ olmak demek bir bakıma. Çünkü dinin özüne ve merkezine ulaşmak; araya giren mesafelerin kalbin akletmesinin önüne diktiği engellerin aşılma, akleden kalbin üzerine nefsin ve nefsanî olanın örtmeye çalıştığı perdelerin açılma iradesine bağlı. Ancak böylelikle mü’minlerin Peygamberlerine hissettikleri sevgi, bilinçli bir anlama pratiğine dönüşebilir. Bizden dinin, kendisini anlarken, anlatırken, yaşarken istediği de tam tamına bu: İnsan, sadece biyolojik varlığının değil, faaliyet ve arzularının da belirleyicisi olan bu bilgi ve düşünce merkezini bütünüyle harekete geçirmeli, sevmeyi ve bilmeyi aynı anda tecrübe etmelidir. Bilmek ise tanımayı, tanıma konusunda iradeyi zorlamayı gerektirir. Sevgiyi salt duygunun ve günlük yaşamın iniş çıkışlarından, seküler hayatın kışkırtıcı teklifleri karşısında verilen manevi molaların, geçirilen yabancılaşma nöbetlerinin ruhsal ağırlığından kurtarmalı, ona bilmenin ve tanımanın verdiği istikrarlı hüviyeti kazandırmalıdır. Sorumluluk, ilgi, saygı, bilgi ve sağduyu unsurlarını taşımayan herhangi bir sevgi sadece ütopik bir iddiadan ibaret. Oysa akleden kalp, sevginin sınırsız yayılmacılığını da disiplinize ederek sevgiyi ilişkinin tarafları arasında yapıcı kılıyor.
Peygamber, daima kimliğinin ve istikamet üzere akleden kalbinin farkında oldu. Ne şahsında birleşen hayati önemde toplumsal konumları, ne şahsi ve manevi karizması, ne de ilahi görevi; abd (kul) olma tevazuunun önüne geçti. O’nun takipçilerine düşen ise Peygamberlerinin kul olma tevazuu ile rasul olma bilinci arasında kurduğu muhteşem dengenin hayatlarına vereceği yön ve katkı ile ilgili farkındalığı soruşturmak. Bu sorunun cevabı akleden kalplerimizle soracağımız yeni soruların samimi açılımlarında gizli: Hz. Peygamber sevgisi bizim için anlık duygulardan mı ibaret yani teğet mi geçiyor kalplerimize yoksa merkezinden mi geçiyor? Böyle bir sevgiden hayata yol uzanıyor mu? Bu sevgiyle hayatımızın hangi yönlerini, hangi eylemlerimizi düzenleyebiliyor, kendimize ne tür Peygamberî hayat alanları açabiliyoruz? İşte akleden kalbimizi devreye sokmak demek bütün bu soruların cevabına giden yolda, Kur’ân’ın önerdiği akletme faaliyetini şiar edinmek, bu şiarla hayatı tanzim etmek demek.
Bundan sonra akleden kalplerin yolları Beytullah’a düşecek. Orada basiret ile âşık oldukları Peygamberlerinin izinde olanlar, bir arada Allah’ın evini tavaf edecekler. “Buyur Allah’ım, bütünüyle hizmetindeyim” sözünün sırrını çözecekler: Allah ve Rasûl’ünün yolunun insanların yolundan geçtiğini, onlara yaklaşmak için önce insanlara yaklaşmak gerektiğini somut olarak idrak edecekler. Maksuda varmak için bir insan çağlayanın içine dalmayı, onların omuzuna dokunmayı, kendilerini bu insan seliyle bir tarağın dişlileri gibi eşit ve bir hissetmeyi, o izdiham içinde iyi güzel ve doğru davranmayı deneyecek, sabır, vakar ve güzel ahlakı test edecekler. Birlik olmanın, kesrette vahdeti bulmanın, akleden kalp ile yol almanın anlamını bizzat tecrübe edecekler.