Müslüman Kardeşliği

07 Ağustos 2017

Tarih boyu insanın en dikkat çekici hastalıklarından birisidir bencillik. Hayata yalnızca kendi çıkar ve menfaat penceresinden bakmak, ben merkezli yaşamak ve yalnızca kendisini düşünmek; bütün bunlar birçok ahlaki ve sosyal sorunun nedeni... Bencillik; kıskançlıkla, çekememezlikle, gururla ve kibirle de yakından ilişkili... Bencil bireyler ve bunların yaygın olduğu toplumsal yapılar karşılıklı hak ve hukukun gözetilmesi yerine yalnızca kişisel çıkarların ön plana çıkarıldığı ve sıklıkla menfaat kavgalarının yaşandığı bir arenaya dönüştürür toplumsal yapıyı. Öyle ki bu arenada çıkar ve menfaatleri için yeri geldiğinde birbirinin ayağını kaydırma hatta birbirini yok etme konusunda hiçbir değer tanımayan bireyler, bir türlü bitmek bilmeyen arzu, istek ve tutkularıyla toplumsal yapıyı ifsat eder. Bu durum yalnızca bireyler değil bireylerin oluşturduğu sosyal yapılar, gruplar, cemaatler, halklar ve devletler için de geçerlidir. Sadece kendi çıkar ve menfaatine yoğunlaşan sosyal yapılar için kendisi dışındaki dünyanın kendi menfaatlerinin temin edileceği bir alan olma dışında önemi ve anlamı yoktur.

Bencillik ve yol açtığı bireysel ve sosyal hastalıklarla mücadele genelde bütün dinlerin üzerinde durduğu bir husustur. Bu hastalığın ve yol açtığı sorunların önlenmesi ve tedavisi bağlamında İslam önemli bir ilkeyi ön plana çıkarır. Bu ilke “kendin için istediğin bir şeyi diğerleri için de istemek” ya da “kendin için istemediğin bir şeyi başkaları için de istememektir.” İnsanlar arası ilişkilerde yalnızca kendi çıkar ve menfaatlerini gözetme ve hayatı sadece ben merkezli algılama yerine, kendimizi içinde yaşadığımız sosyal çevrenin bir parçası olarak görmeyi, dolayısıyla empatiyi ön plana çıkaran bir ilke… İnsanların birbirlerine yönelik tutum ve davranışlarında birbirini anlamayı, tanımayı ve kendisini diğerlerinin yerine koymayı öngören bir altın kural.

İslam, insanlar arasındaki ilişkilerde bu altın kural çerçevesinde bencilliği, çıkarcılığı ve bunların yol açtığı diğer ahlaki hastalıkları tedavi etmeye çalışır. Bizlere, içinde yaşadığımız sosyal (ve hatta doğal) çevrenin kendi arzu, istek ve ihtiraslarımız doğrultusunda egemenlik kurup kullanacağımız bir fenomen değil, parçası olduğumuz ve hep birlikte tevhid, adalet, iyilik, doğruluk ve güzel ahlak gibi temel değerler üzere inşa ve ihya etmemiz gereken bir ortam olduğunu öğretir. Bu doğrultuda, İslam’a göre bütün farklılıklarıyla insanlar arasında kıskançlık, haset, birbirinin ayağını kaydırma ve ön yargısal yaklaşımlar değil, “birbirini tanıma” (Hucurat, 13) ve “hayırda yarışma” (Bakara, 148) ön plana çıkarılmalıdır. İnsanların birbirlerine yönelik tutum ve tavırlarının temelinde kendi çıkarları ve menfaatleri zaviyesinden birbirini tanımlama yerine, birbirini anlamaya çalışma ve hayır ve iyilikte yardımlaşıp dayanışma esas olmalıdır. Bu doğrultuda hayra, esenliğe (silm) ve kurtuluşa yönelme ile hayır ve takvada yarışma temel bir görev olarak addedilir. Nitekim Kur’an’da iyiliğin salt bir iddia olarak kalmaması gerektiği ifade edilip, gerçek iyiliğin (birr) tüm iman esaslarıyla birlikte yakınların, yetimlerin, yoksulların, yolda kalmışların ve her türlü muhtaç olanın gözetilmesine yönelik tutum ve davranışla mümkün olacağı vurgulanır. (Bakara, 177)  Böylelikle insanların birbirlerini düşünmelerinin ve kendilerine ait varlık ve zenginliği diğerleriyle paylaşmalarının öneminin altı çizilir.

Kardeşler arasındaki ilişki bir velayet ilişkisidir. “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı ikame ederler, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.” (Tevbe, 71)

Bu konuda özelikle mü’minler arasındaki ilişki ise daha da köklüdür ve kardeşlik hukuku temeline dayalıdır. Kardeşler arasındaki ilişki bir velayet ilişkisidir. “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı ikame ederler, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.” (Tevbe, 71)

Kardeşler bir vücudun uzuvları ya da bir binanın/duvarın tuğlaları gibidir; vücudun bir uzvu rahatsız olduğunda bütün vücut bunun acısını hisseder ya da binanın/duvarın bir tuğlası zarar gördüğünde bütün bina bundan etkilenir. Dolayısıyla mü’minler bir bütündür; kardeşler arasında acılar ya da sevinçler ortaktır. Aralarındaki ilişkilerde kişisel çıkar ve menfaatler ya da bencilce düşünce ve yaklaşımlar değil, karşılıklı hak ve hukukun gözetilmesiyle karşılıklı fayda aranması esastır. Mü’min birey aldatmaz, kumpas kurmaz, ihanet etmez; kardeşinin pazarlığını bozmaz, kardeşi aç iken kendisi tok gecelemez. Genelde bütün insanlara özelde birbirlerine yönelik ilişkilerde belirleyici olan temel referans Allah’ın belirlediği sınırlardır. Bu çerçevede marufu/iyiliği emretmek/teşvik etmek ve münkerden/kötülükten sakındırmak mü’minlerin birbirlerine yönelik en temel görevleridir.

Günümüzde bütün insanlığın bir kriz yaşadığı ve İslam toplumlarının da maalesef bu krizden nasibini aldığı bir gerçek… Başta içinde yaşadığımız coğrafya olmak üzere dünya genelinde egemen olan haksızlıklar, zulüm, despotizm, yoksulluk ve yolsuzluk bunun açık göstergesi… İnsanlar arası ilişkilerde yalnızca bu ilke, “sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz” ilkesi esas alınabilse, insanlığı esir alan birçok sorunun üstesinden gelineceği kesin. Dolayısıyla öncelikle yapılması gereken şey; İslam’ın bu temel ilkesini yalnızca sözde değil içselleştirerek yaşamımızda, tutum ve davranışlarımızda belirleyici bir değer olarak görünür hale getirmek ve bu değeri kendi şahsımızda insanlara takdim etmek olmalı.