Sahabe kelimesi, “bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost ve arkadaş olmak” anlamındaki “sohbet” kökünden türemiştir ve Peygamber Efendimiz’in sohbetinde bulunma imkânına sahip olan ilk Müslüman nesle işaret etmektedir. “Sahabe” aslında çoğul bir kelimedir ve tekili “sahabi” olarak gelmektedir. Tanımıyla alakalı bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, hadis alimlerinden pek çoğuna göre sahabi, “iman etmiş olarak Hz. Peygamber ile bir araya gelen ve İslam üzere vefat eden kimse” anlamındadır.
Şimdi bu tanım üzerinde biraz durarak kimlerin sahabe neslinden sayıldığı meselesini bir miktar açalım, ardından da sahabenin hadis rivayetindeki yerine değinelim.
Dikkat edilirse, sahabi tanımında “Hz. Peygamber ile bir araya gelen” ifadesi kullanılmış ama bir arada bulunma müddetine dair bir sınırdan bahsedilmemiştir. Gerçekten de hadis âlimleri bir kişinin sahabi sayılması için Rasûlullah (sav) ile uzun süre bir arada bulunma şartını çoğunlukla aramamışlardır. Buna göre, Hz. Peygamber’le uzun yıllar beraber olan kişiler sahabi sayıldığı gibi onunla sadece Veda Haccı sırasında buluşanlar da sahabe kapsamına girmektedir. Hatta kendisini görmüş fakat herhangi bir sözünü işitememiş kişiler de sahabi sayılmaktadır. Sahabe tanımının böyle geniş tutulması, Hz. Peygamber’i yalnızca görmenin bile Müslümanlar için bir şeref telakki edilmesiyle alakalıdır.
Bu tanıma göre, sahabi sayısının 100 bini bulabileceği tahmin edilmektedir. Ancak bu durum, sahabilerden her birinin hadis rivayetinde aynı derecede etkin olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim sahabe arasında kendisinden hadis rivayet edilenler yalnızca 1000-1300 kişi civarındadır. Ayrıca kendisinden hadis rivayet edilen sahabilerden her biri, çok sayıda hadis nakledenler arasında değildir. Hadis râvisi olan sahabilerin 600’e yakınından sadece bir veya iki hadis nakledilmiştir. Kendisinden 100’ün üzerinde hadis nakledilenler ise 40 kişiyi bulmamaktadır. Bu durum, günümüze ulaşan hadislerden pek çoğunun aslında sınırlı sayıda sahabiden gelmiş olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla burada öncelikle, Hz. Peygamber ile bir araya gelmiş tüm Müslümanların sahabeden sayılmasını “hadislere duyulan güveni sarsacak bir problem” olarak sunmanın insaflı ve samimi bir yaklaşım olmadığına değinilmelidir. Bununla birlikte, Rasûlullah (sav) ile kısa süreliğine bir arada bulunmuş sahabilerden bazılarının hadis rivayetinde bulunmasının yadırganacak bir durum olmadığına da dikkat çekilmelidir. Söz konusu sahabilerin, Hz. Peygamber ile bir arada bulundukları bu kıymetli anlarına dair hatıraları paylaşmaları tabii karşılanmalıdır.
Sahabe, Kur’ân-ı Kerîm’i cem eden, mushaf haline getiren ve günümüze ulaşmasını sağlayan nesil olmasının yanı sıra hadislerin günümüze ulaşmasında da çok önemli bir rol üstlenmiştir. Özellikle Hz. Peygamber’in yakınında bulunan veya kendisiyle birlikte vakit geçirme imkanına sahip olan sahabilerin, O’nun söz ve fiillerini öğrenme hususunda son derece iştiyaklı ve bir o kadar da dikkatli oldukları bilinmektedir. Sahabenin bu tavrında, sünnetin önemine işaret eden ayetlerin tesiri olduğu muhakkaktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, Rasûlullah’a itaat etmek (Nisâ, 80), O’na tâbi olmak (Âl-i İmran, 31-32) ve verdiği hükümleri kabul etmekle (Ahzab, 36) alakalı pek çok ayet bulunmaktadır. Ayrıca yine Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber’in inananlar için güzel bir örnek olduğu (Ahzâb, 21) belirtilmektedir. Bu yönlendirmeler elbette sahabe-i kiramın, Hz. Peygamber’den sâdır olan her türlü söz ve fiili canı gönülden takip etmesi konusunda etkili olmuştur. Sahabeden bazıları bu gayeyle, Peygamber Efedimiz’e daha yakın olup ondan daha fazla istifade edebilmek için Mescid-i Nebevî’deki “suffe” denen bölümde kalmıştır. Bazı sahabiler ise meşguliyetleri sebebiyle Rasûlullah’ın meclisine gidemediklerinde, diğer sahabilere sorarak kayıplarını telafi etmeye çalışmışlardır. Hatta Hz. Ömer, Rasûlullah’ın meclislerine ensardan bir komşusuyla nöbetleşe gittiklerini ve öğrendikleri bilgileri birbirlerine aktardıklarını (Buhârî, İlim, 27) söylemiştir. Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamber’in ashaba hitapta bulunduğundan bahseden bir rivayette, onların “başlarında kuş varmış gibi sustuklarını” (Buhârî, Cihad, 37) ifade etmiş ve dikkatlerine işarette bulunmuştur. Sahabe tarafından, Hz. Peygamber’in nasıl ibadet ettiği, nasıl konuştuğu, nasıl oturup kalktığı, nasıl yemek yediği, nasıl yürüdüğü, nasıl güldüğü gibi en ince ayrıntılara varan konularda hadis rivayet edilmiş olması da kendilerinin Rasûlullah ile geçirdikleri anların kıymetini bildiklerini ve bu anları özenle takip ettiklerini göstermektedir.
Sahabenin, sünnetin değeri ile ilgili farkındalıkları tabii olarak “hadis öğretimi” konusundaki tavırlarına da yansımıştır. Onların hadis öğretimi ile ilgili tavırlarına etkide bulunan iki temel motivasyondan bahsedilebilir. Bunlardan biri, hadisleri sonraki kuşaklara aktarma sorumluluğu, diğeri ise bunu gerçekleştirirken hata etmekten duydukları endişedir. Sahabe Hz. Peygamber’in, “Allah, benden bir söz işitip (güzelce belleyen ve) bellediği gibi başkalarına ileten kişinin yüzünü ağartsın.” (Tirmizî, İlim, 7) teşviki ve duasının da etkisiyle, bildikleri hadisleri öğretmek hususunda sorumluluk hissetmiştir. Bununla birlikte, sünnet konusundaki hassasiyetleri onları hadis öğretme noktasında tedbirli ve ihtiyatlı olmaya yöneltmiştir. Abdullah b. Mes’ûd’un, bir hadisi rivayet etmek üzereyken gözlerinin yaşardığının ve boyun damarlarının şiştiğinin bildirilmesi (Dârimî, Mukaddime, 28) sahabenin hadis rivayetini ne denli ciddiye aldığını ortaya koyan örneklerdendir. Zeyd b. Erkam’ın da ilerleyen yaşında kendisinden hadis rivayet etmesi istendiğinde “Biz yaşlandık ve hafızamız zayıfladı, hadis rivayeti güç bir iştir.” diye cevap verdiği (İbn Mâce, Mukaddime, 3) bilinmektedir.
Tüm bunlar göstermektedir ki sahabe-i kirâm hadislerin ileriki nesillere nakledilmesi için üzerlerine düşen görevi samimiyetle yerine getirmeye çalışmışlardır. Kendilerinden nakledilerek günümüze ulaşan binlerce hadis, bu neslin, Rasûlullah (sav) hayatta iken kendisine dost ve yardımcı oldukları gibi vefatından sonra da dostluklarını, bağlılıklarını sürdürdüklerinin bir kanıtıdır.
Kaynaklar:
Ayşe Esra Şahyar, 101 Soruda Hadis, Duruş Yayınları, İstanbul 2022.
Nevzat Âşık, Sahâbe ve Hadîs Rivayeti, Akyol Neşriyat, İzmir 1981.
Mehmet Efendioğlu, “Sahâbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXXV, 491-500.
Not: Bu yazı, özellikle hadis, sünnet ve bu alanlarla doğrudan ilişkili diğer meselelerde Müslümanların istifade etmesi amacıyla Meridyen Derneği'nin ev sahipliğinde hayata geçirilen geniş perspektifli bir çalışmanın parçasıdır. Konu edinilen meseleler, alanlarında uzman isimlerin bir araya geldiği bir istişare grubunda tüm yönleriyle ele alındıktan sonra, her başlık müstakil olarak ilgili yazar tarafından telif edilmiştir. Çalışmaya şu isimler katkı sunmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar, Doç. Dr. Fatma Kızıl, Doç. Dr. Rahile Kızılkaya Yılmaz, Doç. Dr. Dilek Tekin ve Dr. Betül Yılmazörnek.