Güncel Hadis Meseleleri 3: “Apaçık” olarak nitelendirilen Kur’ân’ı anlamak için hadis ve sünnete ihtiyaç var mı?

Kur’ân-ı Kerim, yaklaşık yirmi üç yıllık süre zarfında, parça parça ve çoğunlukla bir olay üzerine nazil olmuştur. Bu durum, ayetleri anlamaya çalışırken diğer ayetlerle birlikte değerlendirmeyi, iniş sıralarına dikkat etmeyi gerektirir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’in apaçık bir kitap olarak nitelendiği ayeti de diğer ayetleri dikkate alarak, Kur’ân’ın kendi bütünlüğü içerisinde anlamalıyız. Nitekim Kur’ân’a böyle bütüncül bir bakış açısıyla yaklaştığımızda, bazı ayetlerde Hz. Peygamber’in görevleri arasında Kur’ân’ı açıklama görevine de yer verildiğini görürüz. Mesela Nahl suresinin 44. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

“Biz o peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara, indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.”

Cuma suresinin 2. ayeti ise şöyledir:

“Ümmîlere kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur.” 

Görüldüğü üzere Kur’ân’ı insanlara açıklama ve öğretmenin -ki öğretmek de açıklamayı içerir- Hz. Peygamber’in görevi olduğu bildirilmektedir. Elbette bu noktada, “Kur’ân açıklanmaya ihtiyaç duyuyorsa, o zaman kendisini ‘apaçık’ olarak nitelemesini nasıl anlamalıyız?” sorusu yöneltilebilir.

Kur’ân; inanç ilkeleri, ahlâkî değerler, geçmiş peygamberler ve milletlerin tecrübeleri, fıkhî kural ve düzenlemeler gibi birçok konuda ayetler içerir. Anlatılan konuya göre ayetlerin açıklığı ve anlaşılırlığı da farklılıklar gösterir. Mesela anne-babaya iyi davranma, dedikodu yapmama, dürüstlük, infakta bulunma, yetimleri gözetip kollama gibi ahlâkî değerlerden bahseden ayetlerin mesajı açıktır ve ilk okuyuşta anlaşılabilir. Öte taraftan, önceki peygamberler ve milletlerin başından geçenleri aktaran kıssalar, bunlardan öğüt ve ders çıkarmak için anlatılır. Fakat bu kıssaların vermek istediği asıl mesajı herkes kavrayış seviyelerine göre çıkarabilir. İbadetler, borçlar, boşanma, miras gibi günlük hayatı düzenleyen fıkhî emir ve yasakları içeren âyetleri anlamak için ise daha fazla çaba sarf edilmesi gerekir.

Ayrıca, Kur’ân’ın “apaçık” şeklinde nitelendiği Yusuf suresinin 76. ayetinde “Her bilenin üstünde daha çok bilen biri vardır” da buyurulmaktadır. Dolayısıyla tüm insanlar aynı anlayış seviyesinde değildir ve bu nedenle bir ayet ne kadar açık olursa olsun, insanların aynı ayetten farklı sonuçlar çıkarmaları mümkündür. Bunlar arasından en isabetli olanını belirlemek, bir ayetin en doğru anlamını ortaya koymak için Hz. Peygamber’in açıklamalarına ihtiyaç duyarız. Hatta, Hz. Peygamber hayattayken, vahyin indiği ortamı ve şartları bilmelerine rağmen ayetleri yanlış anlayan ya da ayette verilmek istenen mesajı kavrayamayan sahabiler olmuş, Hz. Peygamber böyle durumlarda gerekli izahları yapmıştır. Hadis literatüründe bunun en meşhur örneklerinden birisi, sahabeden bazılarının, “İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onların hakkıdır ve onlar doğru yolu bulanlardır.” (Enʿam, 6/82) ayetindeki “zulüm” kelimesini işitince “Hangimiz zulmetmiyoruz ki?” diyerek ümitsizliğe kapılmalarıdır. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ayette geçen “zulüm” kelimesinin “şirk” anlamına geldiğini yine başka bir ayete atıf yaparak açıklamıştır:

“Bu, sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokman’ın oğluna hitaben söylediği ‘Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır’ (Lokmân, 31/13) mealindeki ayette geçen zulüm kastedilmiştir.” (Buhârî, “Enbiyâ”, 41)

Görüldüğü üzere burada ilk bakışta akla gelen mananın ötesinde bir anlam kastedilmiş ve ayetin indiği ortama şahitlik etmelerine, Hz. Peygamber’in atıfta bulunduğu diğer ayeti bilmelerine rağmen bir kısım sahabe isabetli olmayan bir çıkarımda bulunabilmiştir. Bugün, Hz. Peygamber ve Kur’ân’ın indiği ortamla aramıza giren uzun tarihi mesafeyi düşündüğümüzde, ayetler ne kadar açık olsa da doğru anlama ulaşabilmek için hadislere daha fazla ihtiyaç duyduğumuz açıktır. 

Kur’ân’ı anlamak ve doğru bir şekilde uygulayabilmek için hadislere duyulan ihtiyaç en fazla ibadetler sahasında hissedilir. Herkesin bildiği üzere Kur’ân’da namaz çok sayıda ayette geçer fakat namazın detayları ve nasıl kılınacağı hakkında ayrıntılı bilgi verilmez. Ayetlerden hareketle namazın farz olduğu açıksa da vakitleri, kılınma şekli gibi bilgileri Hz. Peygamber bizzat uygulama ile göstermiş, ayrıca “Namazı benim kıldığım gibi kılın” (Buhârî, Ezan, 18) buyurmuştur. Benzer bir durum oruç ve hac gibi ibadetler için de geçerlidir. Hz. Peygamber, bunların nasıl yerine geçirileceğini hem açıklamış hem de uygulayarak öğretmiştir. Ayrıca, Hz. Peygamber’in emir ve uygulamalarını takip etmek “Rasûlullah’a itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” (Nisâ, 4/80) ayetinde Allah’a itaatle bir tutulmuş; “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 3/31) ayetinde ise Yüce Allah’ın sevgisine mazhar olma vesilesi olarak nitelenmiştir.

Kısacası Kur’ân elbette müminlerin, bilhassa iyi ve dürüst bir insan ve Müslüman olabilmek için okuyup anlayabilecekleri, öğüt alabilecekleri bir kitaptır. Nitekim “Andolsun ki Kur’ân’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?” (Kamer, 54/17) ayetiyle de Kur’ân’ın kendine has ifadeleri ve üslubu ile anlaşılmasının ve ezberlenmesinin kolaylaştırıldığı bildirilmektedir. Fakat açıklık ve anlaşılırlık açısından tüm ayetler aynı olmadığı gibi kavrayış ve bilgi birikimi açısından da tüm insanlar aynı seviyede değildir. Söz konusu durumun ortaya çıkarabileceği yanlış yorum ve çıkarımların önüne geçmenin yolu öncelikle Hz. Peygamber’in sözlü ve fiilî açıklamalarına ardından da onunla birlikte yaşayarak İslam’ı ilk kaynağından öğrenen, ayetlerin indiği ortama birinci elden şahitlik eden sahabenin açıklamalarına başvurmak, bunları bir bütünlük içerisinde değerlendirmektir. Bu, bilhassa ibadetlerle ilgili emirleri ya da kapalı ifadeleri içeren ayetler için zorunludur.


Not: Bu yazı, özellikle hadis, sünnet ve bu alanlarla doğrudan ilişkili diğer meselelerde Müslümanların istifade etmesi amacıyla Meridyen Derneği'nin ev sahipliğinde hayata geçirilen geniş perspektifli bir çalışmanın parçasıdır. Konu edinilen meseleler, alanlarında uzman isimlerin bir araya geldiği bir istişare grubunda tüm yönleriyle ele alındıktan sonra, her başlık müstakil olarak ilgili yazar tarafından telif edilmiştir. Çalışmaya şu isimler katkı sunmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar, Doç. Dr. Fatma Kızıl, Doç. Dr. Rahile Kızılkaya Yılmaz, Doç. Dr. Dilek Tekin ve Dr. Betül Yılmazörnek.