Güncel Hadis Meseleleri 9: Hadisler hangi yollarla aktarıldı ve ne zaman yazıldı?

Hadislerle ilgili en çok tartışılan meselelerden biri, Hz. Peygamber hayatta iken kendisinden öğrenilenlerin herhangi bir şekilde yazılıp yazılmadığıdır. Yaygın ancak yanlış kabule göre, hadisler Hz. Peygamber ve sahabe döneminde hiç yazılmamış, sadece hafızalarda ezber yöntemiyle korunmuş, sözlü olarak nesilden nesle aktarılmış ve Hz. Peygamber’in vefatından en az iki hatta üç asır sonra yazılmıştır. Hâlbuki Hz. Peygamber ve sahabe döneminde hadis yazımının varlığını ortaya koyan pek çok rivayet bu kabulün doğru olmadığını göstermektedir. 

Peki, o halde bu tartışma neden ortaya çıkmıştır? Bu tartışmanın ortaya çıkmasının başlıca iki sebebi vardır. Birincisi, hem hadislerin yazımını yasaklayan hem de buna izin veren bazı hadislerin varlığıdır. İkincisi ise Arapların söz konusu dönemde yazılı bir kültüre sahip olmamaları dolayısıyla bilginin korunması ve aktarımında ezberi/hafızayı tercih etmeleri ve Arap yazısının henüz yeterince gelişmiş olmamasıdır.

Öncelikle birinci sebebi, yani hadislerin yazılmasıyla ilgili birbiriyle çelişiyor gibi görünen hadislerin varlığı konusunu ele alalım. Mesela Ebû Saîd el-Hudrî’den (ö. 74) gelen habere göre, Hz. Peygamber kendi sağlığında Kur’ân dışında herhangi bir şeyin yazılmasını yasaklamış hatta yazılan bir şey varsa bunların imha edilmeleri gerektiğini söylemiştir.[1] Öte yandan Râfi’ ibn Hadîc (ö. 74) ve Enes b. Mâlik (ö. 91) gibi birçok sahâbiden gelen rivayetlere göre ise Hz. Peygamber kendi sözlerinin yazılmasına açıkça izin vermiştir.[2] Ayrıca Hz. Peygamber’in Abdullah b. Amr b. el-Âs’a (ö. 65) hadisleri yazması için izin vermesi,[3] Yemenli Ebû Şah için Veda Hutbesini yazdırması[4] hadislerin bu dönemde yazılmaya başlandığını göstermektedir. Kur’ân ve sünnetin temel ilkeleri ve Hz. Peygamber’in genel tavrı yazıyla ilgili sürekli bir yasaktan bahsetmeyi mümkün kılmaz.[5] Hz. Peygamber de yazı yazmayı zaman zaman teşvik etmiş, kendisi de dini ve siyasi gayelerle yazıyı kullanmıştır. Mekkelilerle imzalanan meşhur Hudeybiye Antlaşması, Hz. Peygamber’in Arap kabilelerine gönderdiği birçok mektup ve en önemlisi Medine Sözleşmesi akla gelen ilk örneklerdir. Bazı sahabiler de onun yolundan giderek Hz. Peygamber’den duydukları hadisleri sahifeler halinde kaydetmişlerdir. Sahife denince bir yapraklık yazılı metin değil, birkaç sayfalık (risale, broşür, cüz) hacimden, kitaba yakın değişik boyutlarda yazılı metinler anlaşılmalıdır. Yapılan bazı araştırmalar göstermektedir ki bu dönemde sahife sahibi oldukları veya kendilerinden yazmak suretiyle hadis alındığı bilinen sahabi sayısı elliye kadar çıkmaktadır.[6] Sahife sahibi olduğu anlaşılan sahabiler arasında Hz. Ebubekir (ö. 13), Hz. Ali (ö. 40), Abdullah b. Mes‘ûd (ö. 31), Ebû Hüreyre (ö. 58), Hz. Âişe (ö. 58), Câbir b. Abdillah (ö. ), Abdullah b. Amr (ö. 63), Abdullah b. Abbas (ö.68) gibi isimler mevcuttur.

Netice itibariyle, konuyla ilgili haberler ve uygulamalar bir bütünlük içinde incelendiğinde Hz. Peygamber döneminde hadislerin yazılmadığı sonucunun çıkarılamayacağı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, özellikle Kur’ân’a karışmasını önlemek amacıyla sadece vahiy katiplerine yönelik ve mushaf ile aynı yere hadislerin yazımını yasaklamış olmalıdır.

Hadislerin güvenle korunması için ezberin yanı sıra yazı da zaman geçtikçe gerekli hale geldi. Bu sebeple hadisler yazıyla kayıt altına alınmaya başlandı. Sahabeden sonraki kuşak olan tabîun nesline gelindiğinde özellikle hicrî birinci asrın sonlarına doğru yazının zaruri olduğuna inanılmış ve hadisleri korumada kullanımı yaygınlaşmıştır. Tâbiûn döneminde hadis yazanlardan biri olan Hemmâm b. Münebbih’in sahifesi zamanımıza kadar ulaşmış en eski yazılı hadis belgesi olup yayımlanmıştır.

Hadislerin yazılmadığı kanısını oluşturan ikinci sebep, İslam öncesi Arapların yazılı kültüre henüz geçmemiş, bilginin korunması ve naklinde hafızayı/ezberi ve sözlü aktarımı tercih eden bir toplum olmalarıdır. Bununla birlikte Câhiliye döneminde yaygın olmasa da yazının kullanıldığı Mekke veya Medine gibi şehir merkezlerinde yazılı sözleşmelerin yapıldığı, bunların ve önemli yazıların Kâbe’nin içine asıldığı bilinmektedir. Ancak İslam ile Arap toplumu sözlü kültürden yazılı kültüre zamanla yönelmiştir. Zira hem Kur’ân’ın hem de Hz. Peygamber’in okuma ve yazma üzerindeki vurguları bu süreci teşvik etmiştir.

Ezber ve hafıza, hadislerin korunmasında hiçbir zaman tek yöntem olmamıştır. Başlangıçta yazı hafızaya yardımcı olarak kullanılmıştır. Hadislerin korunması maksadıyla sistematik olarak hadis yazımı ise tedvin ile gerçekleşmiştir. Ömer b. Abdilazîz’in emriyle hicri birinci asrın sonlarına doğru başlayan tedvin, yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmenin yanı sıra, eskiden yazılmış veya henüz yazıya geçirilmiş olan hadis metinlerini bir araya toplama faaliyetidir.

Sünnet ve hadisin sahabeden itibaren sonraki nesillere nasıl aktarıldığı/öğretildiği meselesine gelince, söz konusu dönemin şartları gereği yazı tek başına, hafıza kadar güvenli bir araç değildi. Öncelikle yazının gelişmişlik durumu gerekli seviyeye ulaşmamıştı. Arap yazısı ilk dönemlerde henüz doğru okuyup anlamaya müsait nokta ve harekelerden mahrumdu. Böyle bir yazılı metnin ezber olmaksızın veya bilen birinden duymadan doğrudan kullanılması, kullanan kimse ne kadar uzman olursa olsun, aslına uygun bir şekilde okunması ve anlaşılması çok zor, hatta bazı durumlarda adeta imkânsızdı. Güven açısından bundan daha önemli olanı, yazılı metnin korunması meselesiydi. Çoğu zaman tek nüsha halinde olan el yazması kitapta, sahibinin ciddi koruması olmadığında başkaları tarafından çeşitli maksatlarla ilave, çıkarma, değiştirme gibi durumlar daima mümkün ve kolay bir şeydi. Halbuki yazılı metni aynı zamanda ezberlemiş olmak, bilen birinin ağzından bizzat duymak ise söz konusu bu tehlikeleri ortadan kaldırmaya yetecekti. İşte bu yüzden hem yazıyla hem ezberle iyi korunmuş haberlerin aktarımı söz konusu olduğunda işitme yoluyla öğrenilme zarureti hadis ilminin vazgeçilmez bir yöntemi olmuştur.

Dipnotlar:

1- Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Benden Kur’ân’dan başka bir şey yazmayınız. Kim benden Kur’ân’dan başka bir şey yazdıysa onu silsin.” Müslim, Zühd, 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 12, 21, 39, 56; Dârimî, Mukaddime, 42.
2- el-Bağdâdî, Takyîdü’l-İlm, s. 81-83, 86.
3- Hz. Peygamber’in (a.s.) hadîs yazmaya müsaade ettiği hususundaki en meşhur haber Abdullah b. Amr ile ilgili olandır. Abdullah b. Amr şöyle diyor: Resûlullah’tan (a.s.) işittiğim her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyş, yazmama engel olmak istedi ve “O insan olarak öfke veya sevinç halinde konuşur. Hâlbuki sen ondan işittiğin her şeyi yazıyorsun” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Bu meseleyi Peygamber’e (a.s.) anlattım, O da “Yaz, nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki ağzımdan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurdu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 162, 192; Ebû Dâvud, İlim, 3; Dârimî, Mukaddime, 43.
4- Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 238; Buhârî, İlm, 39; Tirmîzî, İlim, 12.
5- “Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın.”
6- Muhammed Mustafa el-Azamî 50 sahabinin hadis yazdığını tespit ederek, bu sahâbîlerin ve onlardan hadis yazanların isimlerini kaydetmiştir. Bu sahâbîlerin kimler olduğunu görmek için bakınız Azamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s. 34-57.


Not: Bu yazı, özellikle hadis, sünnet ve bu alanlarla doğrudan ilişkili diğer meselelerde Müslümanların istifade etmesi amacıyla Meridyen Derneği'nin ev sahipliğinde hayata geçirilen geniş perspektifli bir çalışmanın parçasıdır. Konu edinilen meseleler, alanlarında uzman isimlerin bir araya geldiği bir istişare grubunda tüm yönleriyle ele alındıktan sonra, her başlık müstakil olarak ilgili yazar tarafından telif edilmiştir. Çalışmaya şu isimler katkı sunmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar, Doç. Dr. Fatma Kızıl, Doç. Dr. Rahile Kızılkaya Yılmaz, Doç. Dr. Dilek Tekin ve Dr. Betül Yılmazörnek.