Hak ve Adaletle Taçlandırılan Bir İdari Portre: Hz. Ömer (ra)

08 Mayıs 2019

Hz. Ömer (ra)’in (12-22/634-644) hilafet yılları İslam tarihinde örnek gösterilen ve idealize edilen en müstesna dönemlerden birisi olarak kabul edilir. Hiç kuşku yok ki onu gönüllerin sultanı yapan en önemli vasfı, sergilemiş olduğu yönetim anlayışı ve bu yönetim anlayışını taçlandıran adalet konusundaki hassasiyetidir. Henüz hilafet makamına geçtiği zaman Hz. Peygamber ve selefi Hz. Ebu Bekir (ra)'in yolundan gideceğini beyan ederek, idare anlayışının hangi zeminde yürütüleceğinin ipuçlarını vermişti. Şüphesiz Hz. Peygamber'in uygulamaları Kur'an-ı Kerim'in sınırlarını çizmiş olduğu prensiplere dayanıyordu.

Yönetimde Benimsenen İlke: Adalet

Hz. Ömer (ra)'i mümeyyiz kılan en önemli vasıflarından birisi adalet ilkesi konusundaki hassasiyetidir. O, Arap halkını iyi tanıyan veya tahlil eden bir lider özelliği taşır. Henüz biat aldığı zaman mescitte yaptığı konuşmada deve örneğini vererek, deveyi güdenin onu ne tarafa çekerse o yöne gideceğine işaret etmiş ve kendisinin halkı hak yola ileteceğine dair Allah adına söz verip yemin etmiştir. Onun sözünü ettiği "hak yol" hiç şüphe yok ki, Kur'an ve sünnetin sınırlarını belirleyen Hz. Peygamber'in karar ve uygulamalarıdır. Dikkat edilirse o, Müslüman olduğu ilk günden itibaren sürekli Rasûl-ü Ekrem (sav)'in en yakınında yer almış biridir ve bu beraberlik sürecinde Hz. Peygamber'in vahyin prensiplerini hayata tatbikinden diğer karar ve uygulamalarına kadar hemen her konuda önemli bir tecrübe edinmiştir. Rasûl-ü Ekrem (sav)'e bu yakınlığı nedeniyle Hz. Ebu Bekir (ra)'le birlikte Hz. Peygamber'in veziri (yardımcısı) olarak nitelendirilmiştir. Hz. Ebu Bekir (ra)'in hilafeti döneminde de halifeye en yakın kişidir ve önemli karar ve uygulamalarda etkili olmuştur. Böylesi bir geçmişe sahip olması ona pek çok deneyim kazandırmıştı.

Hz. Ömer (ra) hızlı gelişme ve değişmelerle birlikte bir taraftan Hz. Peygamber ve selefi Hz. Ebu Bekir (ra)'in izinden giderken bir taraftan da ortaya çıkan yeni sorunlar karşısında yeni açılımlar sağlamaya çalışarak atmış olduğu adımlar ve aldığı radikal kararlar veya kendine özgü içtihatlarıyla, karizmatik bir lider olduğunu göstermiştir. Böylece gelişen ve değişen şartların gerisinde değil, aksine bu gelişme ve değişmeleri yöneten/yönlendiren bir idareci portresi çizmiştir. Müellefe-i kulûbe karşı tutumu, teravih namazının cemaatle kılınması, Iraklılar için mikat mahalli belirlemesi, savaşlarda elde edilen selebi ganimet malları statüsünde taksime tabi tutması gibi karar ve içtihatları bunlardan sadece bir kaçıdır.

Hz. Ömer (ra), şûrayı aktif halde işletmesiyle tanınan halifedir. Özellikle tartışmalı konuları veya önemli kararları mutlaka şûraya taşır ve danışma kurulunun görüşlerini aldıktan sonra uygulamaya koyardı. Aslında bu uygulama Hz. Peygamber'in bir sünnetidir. Rasûl-ü Ekrem (sav)'den sonra Hz. Ebu Bekir (ra) ve daha sonra Hz. Ömer (ra) bu uygulamayı aynen devam ettirmişlerdir. Şûra üyeleri arasında Muhacirlerden Hz. Ali (ra), Hz. Peygamber'in amcası Abbas, Abbas'ın oğlu Abdullah, Hz. Osman, Zeyd b. Sabit, Abdurrahman b. Avf, Ensar’dan Üseyd b. Hudayr gibi isimler bulunuyordu. Ancak bu isimler sabit değildi. Yeri geldiği zaman farklı kişiler de şûraya davet edilebilmekteydi. Hatta İran cephesinde devam eden savaş stratejisi hakkında esir alınıp Medine'ye getirilen Hürmüzan'ın görüşüne bile başvurulmuştur.

Müslümanları ilgilendiren önemli kararları şurada tartışmaya açmak, göstermelik bir uygulama değildi. Şûra üyelerinin görüşleri mutlaka dikkate alındığı gibi, herkesin özgürce fikrini söyleyebileceği bir ortam sağlamıştır. Nitekim Halife şura üyelerine şu uyarıyı yapmıştır: "Ben de sizlerden birisiyim. Sizden benim kararım ve arzuma uymanızı beklemiyorum. Elinizde hakkı söyleyen bir kitap var. Ben ne söylediysem bu kitaba göre söylemeye çalıştım. Siz de hak olan görüşü seçin ve tercih edin... "

Adaletiyle meşhur olan halife, şeffaf bir yönetim anlayışı benimsemiş ve konumları ne olursa olsun halkın her kesimine eşit mesafede durmaya özen göstermiştir. Keza aynı anlayışı idarecilerinden de beklemiş ve insanlar arasında ayrım yapmamalarını özellikle hatırlatmıştır. Örneğin Basra valisi Ebu Musa el-Eş'ari'ye gönderdiği uzunca mektubun bir bölümünde aynen şu uyarıyı yapmıştır: 'Toplantılarda veya işi için huzuruna gelen insanlara eşit muamelede bulun. Böylece zayıflar adaletinden ümit kesmesinler. Güçlüler ise kendi çıkarları için başkalarına zulmedebileceğin hissine kapılmasınlar.’

Kimi rivayetlerde Hz. Ömer (ra)'in genelde sert mizaçtı bir karaktere sahip olduğundan bahsedilir. Hatta bu özelliği nedeniyle kendisinden çekinen halktan bazı kişiler, Abdurrahman b. Avf (ra) aracılığıyla halifeye şikâyetlerini iletmişlerdir. Ancak Halife, yaptığı açıklamada herhangi bir art niyetinin olmadığını belirtmiş ve bazı konulardaki hassasiyetinin sadece Allah rızasını gözetme kaygısından kaynaklandığını söylemiştir. Özellikle vali, komutan, kadı veya zekât amilleri gibi üst düzey idarecileri titiz bir elemeden geçirdikten sonra sorumluluk makamına getiren halife, onları görev yerlerine gönderirken uzun uzun nasihatlerde bulunmuş ve halkın hizmetinde olmalarını, adaleti elden bırakmamalarını ve haksızlık yapmamalarını özellikle hatırlatmıştır. Ebu Ubeyd (ra)'in verdiği bilgilere göre, idarecileri görev yerlerine gönderirken şu uyarıları yapardı: "Ben sizi halk üzerine zorba ve zorlayıcı olarak göndermiyorum. Haksızlık ile bana bir iş getirmeye kalkışmayın. Hiçbir kimseyi sahip olduğu haklarından mahrum etmeyin.”

Halife, zekât amillerine ise ayrı bir ihtimam göstermiştir. Onlara nasihatlerde bulunurken görevleri sırasında halka karşı yumuşak davranmalarını ve kırıcı almamalarını istemiştir. Vergi toplarken halkın en değerli mallarını almamalarını ve bu şekilde onları incitmemelerini, keza güçlerinin üzerinde vergi ödemeye zorlamamalarını hatırlatmıştır. Sadece Müslüman halka değil, gayr-i Müslim tebaaya karşı da aynı hassasiyetle yaklaşmalarını ve onlardan da aynı ilkeler doğrultusunda vergi toplamalarını istemiştir.

Şeffaf bir yönetim anlayışı benimseyen halife, namazlardan sonra halkla oturup sohbet eder ve onların dertlerini dinlerdi. İdarecilerine de aynı tavsiyelerde bulunup kapılarını devamlı açık tutmalarını ve dileyen kişinin rahatlıkla gelip kendileriyle görüşme ve dertlerini anlatabilme imkânı tanımalarını istemiştir. Hz. Ömer (ra), idareye getireceği kişileri sıkı bir denetimden geçirdiği gibi, görev süreleri içerisinde de denetimlerini sürdürmüş ve özellikle halkın şikâyetlerini dinlemiştir. Hatta her hac mevsiminde halkla idarecileri yüzleştirerek varsa şikâyet veya sorunları dinlemiştir. Bunun yanı sıra teftiş heyeti kurarak başına Ensar’dan Muhammed b. Mesleme (ra)'yi getirmiş ve taşradaki idari birimleri denetlemiştir. Ayrıca cepheden gelen haberciler vasıtasıyla merkezden uzak yerlerde olup bitenleri anlamaya çalışmıştır. Örneğin Kadisiye savaşından sonra Medine'ye gelen Amr b. Madîkerib’i karşıladığı zaman ilk önce halkın Sa'd b. Ebi Vakkas (ra)'tan memnun olup olmadıklarını sormuştur. Amr, Sa'd hakkında övücü sözler söyleyince, kuşkulanan Halife 'Sanki sizler birbirinizi övüyorsunuz' diye çekincesini dile getirmiştir. Ancak Amr ‘ben sadece gördüğümü aktarıyorum' diye gerçeği söylediğinde ısrarlı olunca, Hz. Ömer (ra) gelen haberin doğru olduğuna kanaat getirmiştir. Buna mukabil bir başka seferde Sa’d’la ilgili şikâyet gelince, Muhammed b. Mesleme (ra)'yi Kûfe'ye gönderip tahkikat yaptırmış ve valinin suçunun sabit olduğunun tespit edilmesi üzerine görevden almıştır. Benzer şikâyetler nedeniyle halifenin vali değişikliklerine gittiğine dair değişik örneklerden bulunmaktadır.

Hz. Ömer (ra) tıpkı selefi Hz. Ebu Bekir (ra) gibi, akrabalarına idari görev vermemeye özen göstermiştir. Diğer bir ifadeyle makamını veya yetkisini adam kayırma yeri olarak kullanmamıştır. Özellikle Arap sosyal hayatında kabile asabiyeti gerçeği göz önünde bulundurulursa, bu konudaki hassasiyetinin ne derece önemli olduğu daha kolay anlaşılır.

Merkezden uzak yerlerde görevlendirilen idareciler halifeyi temsilen önemli yetkilere sahip oldukları için, halife kontrolü elinde tutmaya çalışmıştır. Bu nedenle sık sık mektuplar yazıp gelişmeler hakkında bilgi almış veya idarecilerinden haber beklemiştir. Hatta "Bana yazın, sürekli yazın. Öyle ayrıntılı yazın ki, adeta ben sizi görmüş gibi olayım” sözleriyle merkezle taşra arasındaki bağlantıyı sıcak tutmaya çalışmıştır.

Hz. Ömer (ra) tıpkı selefi Hz. Ebu Bekir (ra) gibi, akrabalarına idari görev vermemeye özen göstermiştir. Diğer bir ifadeyle makamını veya yetkisini adam kayırma yeri olarak kullanmamıştır. Özellikle Arap sosyal hayatında kabile asabiyeti gerçeği göz önünde bulundurulursa, bu konudaki hassasiyetinin ne derece önemli olduğu daha kolay anlaşılır. Dikkat edilirse kendisine teklif edilmesine rağmen, oğlu Abdullah'ı halife adayı göstermemiştir. Akrabaları veya yakın dostlarını iktidara taşımamaya özen gösterirken bu konudaki hassasiyetini şöyle dile getirmiştir: "Kim bir kişiyi sırf sevdiği veya akrabası olduğu için amil yaparsa, Allah'a, Rasûlü’ne ve müminlere ihanet etmiş olur. Kim de kötü huylu birisini bile bile göreve getirirse, o da onun gibi özelliklere sahiptir.” Bir rivayete göre halife seçilecek şûrayı oluşturduğu zaman, en kuvvetli iki aday olan Hz. Ali (ra) ve Hz. Osman (ra)'ı uyararak şayet halife olurlarsa akrabalarını işbaşına getirmemelerini özellikle hatırlatmıştır.

Hz. Ömer (ra), valilik veya komutanlık gibi görevlendirmelerde veya görevden azil durumlarında kişilerin dini, kabilevi veya toplumsal statüleri değil, temel ilke olarak hak ve adalet ölçülerini esas almıştır. Nitekim az önce zikredilen örnekte görüldüğü gibi Sa'd b. Ebi Vakkas (ra)'ın ilk Müslümanlardan olması, İran fatihi unvanına sahip bulunması veya Hz. Peygamber'in ondan övgüyle söz etmesi gibi hususlar, görevden alınmasına engel olmamıştır. Şunu da hatırlatalım ki, aslında Hz. Ömer (ra) diğer insanlara oranla sahabeye ve özellikle ilk Müslümanlara ayrı bir önem vermiştir. Ancak idari görevlendirmelerde samimiyet ve liyakati esas almıştır. Örneğin İran cephesine ordu göndereceği zaman, yapılan çağrıyı sahabe biraz ağrıdan alınca, ilk gönüllü olarak ortaya çıkan Ebu Ubeyd b. Mes'ud es-Sakafi'yi toplanan orduya komutan tayin etmiştir. Bazı sahabiler bu kararı eleştirip kendilerinin öncelikli olması gerektiğini söyleyince, Hz. Ömer (ra) onlara şu karşılığı vermiştir: “Şayet sahabe Rasûlullah (sav)'ın arkadaşları olmaları nedeniyle kendilerini diğer insanlardan üstün görüyor ve kendilerinin daha öncelikli olduklarını düşünüyorsa, o zaman üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Şayet sahabeden beklenen bir davranışı sahabe olmayan birisi gösteriyorsa Ömer’in gözünde o şahıs sahabeden daha önceliklidir."

İdari görevlerde bireylerin dini veya toplumsal statülerini değil, göreve layık olup-olmadıklarını temel ilke olarak belirleyen halifenin bu tutumuyla ilgili birçok örnek bulunmaktadır. Mesela vefatı sırasında halife adayı belirleyip-belirlemeyeceğini soranlara, herhangi bir kimseyi aday göstermeyeceğini belirtmiş ve ardından şayet sağ olsaydılar Ebu Ubeyde (ra) veya Huzeyfe (ra)'nin kölesi Salim'i aday gösterebileceğini söylemiştir. Daha sonra bu meseleyi oluşturmuş olduğu altı kişilik şûraya havale etmiştir. Dikkat edilirse halife bir köleyi Müslümanların idarecisi olarak atayabileceğini söyleyerek insanların statüsüne değil, liyakatlerini dikkate aldığını ve halkın her kesimine karşı eşit yaklaştığını ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra kendisine teklif edilmesine rağmen oğlu Abdullah'ı halife göstermemesini de göz ardı etmemek gerekir.

Fethedilen Arazileri Kamulaştırma Gerekçesi

Hz. Ömer (ra)'in idari tasarruflarındaki en önemli kararlarından birisi, fethedilen toprakları ganimet malı statüsünde sayıp asker arasında paylaştırmaması ve kamulaştırmasıdır. Oysa savaş yoluyla ele geçirilen ganimet mallarının beşte biri hazine payı olarak ayrılır, geri kalanı ise savaşanlar arasında paylaştırılırdı. Ancak Hz. Ömer (ra) fethedilen Irak, Şam ve Mısır toprakları gibi geniş arazileri paylaştırmamıştır. Bu konuda almış olduğu radikal karar onun idare anlayışının hangi temel üzerine oturduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Örneğin Sevad arazileri fethedilince askerler bu toprakların paylaştırmasını istemiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas (ra) Hz. Ömer (ra)'e mektup yazıp bu talebi iletmiş ve görüşünü sormuştur. Halife konuyu şuraya taşımış ve burada uzun uzun tartışarak en uygun kararı almaya çalışmıştır. 

Tartışmalar sırasında dikkat çeken hususlardan birisi ise, Hz. Ömer (ra)'in kendi görüşünü dayatmaması ve muhalif görüşleri dikkate alarak uygun bir çözüm bulmaya çalışmasıdır. Uzun müzakerelerden sonra toprakların taksiminin ileride büyük sorunlara yol açacağına işaret eden Halife, Haşr suresinin 6-10. ayetlerini delil göstererek kendi görüşünü şer’i bir temele dayandırmış ve taksime karşı çıkmıştır. Onun yorumuna göre bu surenin onuncu ayetinde geçen 'onlardan sonra gelenler' ifadesi, Muhacirler ve Ensar’dan sonra gelecek olan tüm Müslümanları işaret etmektedir. Dolayısıyla bu ayetler gereği topraklar paylaştırılmamalıdır.

Fethedilen toprakların paylaştırılması durumunda gelecek nesillere verilecek veya paylaştırılacak toprağın kalmayacağına dikkat çeken halife, bunun yanı sıra topraklar paylaştırıldığı zaman üzerinde yaşayan halkın da köle statüsüne düşürülmüş olacağına ve bu yolla ileride Müslümanların onlara zulmedebileceklerine dikkat çekmiştir. Buna mukabil topraklar paylaştırılmadığı takdirde üzerinde yaşayan halkın kendi yurtlarında ikamet edeceklerine, bu topraklara yerleştirilecek sınır birlikleri ile beraber tampon bölge oluşturmuş olacaklarına ve bu sayede sınırların korunacağına dikkat çekmiştir.

Hz. Ömer (ra) fethedilen topraklardaki halkın köleleştirilmesine karşı çıktığı gibi, köle statüsünde muamele edilen halkın da serbest bırakılmasını emretmiştir. Örneğin Ehvaz'ı fetheden Ebu Musa buradaki erkekleri köle, kadınları ise cariye olarak Müslümanlar arasında paylaştırınca, halife valiye haber gönderip halkı köle statüsünden çıkarmasını ve onlara zimmi statüsünde muamele etmesini emretmiştir. Böylece fethedilen bölgelerdeki halkın köleleştirilmesine ve topraklarının taksimine karşı çıkarak, gayr-i Müslim halkı zimmi statüsüne dahil etmiş ve bu yolla arazilerin işletilmesini sağlayarak üretim karşılığı yıllık haraç geliri toplanmasını kararlaştırmıştır. Hatta fethedilen belde halkının üretime katılmaları için gerektiğinde devlet desteği bile sağlamış ve üretimi teşvik etmiştir;" Öte yandan zimmi statüsüne tabi olan halk, hem koruma karşılığı olarak cizye, hem de toprakları işletmek karşılığı olarak haraç vergisi ödeyerek hazineye önemli bir gelir sağlanmıştır. Bunun yanı sıra halkın sosyal yaşantısına karışılmayarak onların düşman tarafına geçmelerinin önüne de geçilmiştir.

Hz. Ömer (ra) toprakların taksimine karşı çıkmakla birlikte, bu konudaki taleplere cevap vermek için yeni çözümler de üretmiştir. Örneğin halka yıllık atıyye (maaş) dağıtarak kamu gelirlerini doğrudan halka yansıtmıştır. Buna ilaveten yoksullara ayrıca aylık yardımlar yapmıştır. Hatta bizzat kendisi erzak defterini alıp halk arasında dolaşmış ve muhtaçları tespit ederek kendi elleriyle yardımda bulunmuştur. Nitekim bu amaçla Huzaa ve Eslem kabilelerinin divan defterlerini alıp buralara kadar gittiği ve muhtaçlara erzak dağıttığına dair haberler aktarılmıştır. Hatta bu haberler arasında Eslem kabilesinde fakir bir kadının açlıktan ağlayan çocuklarını kandırmak için ateşte yemek pişirir gibi davrandığını gördüğü zaman, bundan çok etkilenerek ona bol bol ihsanlarda bulunduğuna dair anekdotlar nakledilmiştir. Medine'ye yakın kabileleri dolaşıp ihtiyaçlarını ve şikâyetlerini bizzat kendisi karşılarken, uzak yerlerdeki halkın kendisine ulaşamadığını ve sırf bu amaçla Şam'a gidip orada iki ay kadar kalacağını, böylece halk arasına karışarak onların dertlerini dinleyeceğini söylemiştir. Ancak buna ömrü yetmemiştir.


Hz. Ömer (ra), Müslüman halka karşı adalet ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde muamele etmeyi prensip edindiği gibi, aynı hassasiyeti zimmi tebaaya karşı da göstermiştir.

Zimmi Tebaaya Muamelede Ölçü

Hz. Ömer (ra), Müslüman halka karşı adalet ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde muamele etmeyi prensip edindiği gibi, aynı hassasiyeti zimmi tebaaya karşı da göstermiştir. Zimmi tebaanın haklarının korunmasına özel önem vermiştir. Örneğin onların malları, canları, kadınları ve çocukları devlet garantisi altına alındığı gibi, bir başka yere sürülmeleri veya güçlerinin üzerinde vergi yükü yükletilmemesi de taahhüt altına alınmıştır. Zimmilere tanınan haklar anlaşmalarla kayıt altına alınırken, anlaşma ilkelerine uyulması için de özel tedbirler alınmıştır. Hatta anlaşmalarda taahhüt edilen hükümlere titizlikle riayet edilmesi konusunda vali veya komutanlara uyarılar yapılmıştır. Bu konuyla ilgili dikkat çekici örnekler bulunmaktadır. Örneğin Hıms şehri fethedildiği zaman halka can ve mal güveliklerinin korunacağına dair garanti verilmiş, buna mukabil kendilerinden zimmilik statüleri gereği yıllık vergi alınması kararlaştırılmıştı. Ancak Yermuk savaşı öncesi Bizanslı komutanların kapsamlı bir savaş hazırlığına giriştikleri haberi alınması üzerine, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) savaş stratejisi gereği fethedilen şehirleri boşaltmak kararı almış, ancak bu durumda halka verilen güvencenin yerine getirilemeyeceği gerekçesiyle alınan vergiler iade edilmiştir. Nitekim Hıms halkının vergileri bu gerekçeyle iade edilmiş ve serbest bırakılmışladır. Ancak Müslümanların idaresinden memnun olan halk, anlaşmanın aynen devam etmesini istemişlerdir.

Zimmi statüsündeki halktan vergi toplanırken adalet ve eşitlik ölçülerine riayet edilmesi konusunda da azami hassasiyet gösterilmiştir. Bunun yanı sıra fethedilen arazilerin geliri veya ziraata elverişliliği dikkate alınarak yeni vergi düzenlemesine gidilmiştir. Nitekim Sevad toprakları fethedildiği zaman Osman b. Huveyris başkanlığında bir heyet gönderilerek buradaki araziler için yeni vergi düzenlemeleri yapılmıştır. Örneğin sulanan veya sulanmayan arazilere varıncaya kadar tüm hususlar dikkate alınarak alınacak vergiler belirlenmiştir. Hatta daha önce Sasanilerin denetimindeyken ödenen vergi miktarları bile dikkate alınarak daha adil bir vergi yükümlülüğü getirilmiştir. Bununla da kalmayan Halife, bölge halkından uzman ve temsilcileri Medine'ye davet etmiş ve tabi tutuldukları vergi miktarlarının adil olup olmadığını sorduktan sonra yürürlüğe koymuştur. Dikkat edilirse Hz. Ömer (ra) döneminde Müslümanlar oldukça geniş coğrafyalara yayılmış ve farklı din ve etnik kökene sahip milletler devletin tebaası haline gelmiştir. Ancak yeni fethedilen yerlerde herhangi bir isyan hadisesinden bahsedilmez. Hiç şüphe yok ki, ele geçirilen toprakları askeri güçle kontrol altında tutmak imkânsızdır. Kaldı ki, Müslümanların askeri gücü ele geçirilen toprakların tamamını kontrol edebilecek boyutta da değildi. Ancak sergilenen adil yönetim anlayışıyla bu bölgelerde sulh ve sükûn sağlanmış ve buralar birer İslam beldesine dönüşmüştür.

Zimmi tebaanın inanç ve ibadet hürriyetlerine de özel ihtimam gösterilmiştir. İnançlarını yaşayabildikleri gibi, onların mabetleri ve din adamlarına zarar verilmemesi için tedbirler alınmıştır. Hatta Kudüs patriği Hz. Ömer (ra)'i kilisede ibadet etmeye davet ettiği zaman, bunun ileride istismara dönüştürülebileceği endişesiyle bu öneriyi uygun bulamış ve açık alanda halka namaz kıldırmıştır. Mısır fethedildiği zaman da Amr b. As (ra) buradaki kilise veya mabetlere dokunmamıştır. Yeni fethedilen beldelerdeki halk yönetimden memnun olduğu için Bizans veya Sasaniler yerine Müslümanların idaresini benimsemiştir. Örneğin Şam'da yaşayan Ceracime, Samiriler; Ra'ban gibi kabile veya topluluklar ile kimi Yahudi kabileleri Hz. Ömer yönetimini benimsemişlerdir. Hatta bu kabileler Bizans'ın askeri faaliyetleri hakkında casusluk yapmışlardır. Bu hizmetine karşılık olarak Hz. Ömer (ra) onlardan cizye vergisi almamıştır.

Öte yandan hazine yardımı sadece Müslümanlara değil, zimmi tebaaya da yapılmıştır. Nitekim Şam'ı ziyareti sırasında halife, yaşlı ve aciz bir zimmiye yardım etmiştir. Bu muameleye karşı müteşekkir olan zimmiye karşı halifenin şu sözleri hayli anlamlıdır: "Gençliğinde senden vergi alıp yaşlanınca, seni terk etmek bizim anlayışımıza uygun değildir.” Onun içtihadına göre Tevbe Suresi'nde geçen "Sadakalar ancak fakirler ve miskinler içindir” ayeti sadece Müslümanları değil, Ehl-i Kitap mensuplarını da kapsamaktadır.

Kamu Malı Hassasiyeti

Hz. Ömer (ra)'in en hassas olduğu konulardan birisi kamu malına karşı gösterdiği hassasiyettir. Nitekim bu hassasiyeti nedeniyle özel işlerini yaparken kendi eşyalarını, devlet işlerini yürütürken ise devlete ait malzemeleri kullandığına dair haberler aktarılır. Bu hassasiyetinin bir yansıması olarak fethedilen bölgelerdeki idarecilerin kendisine takdim edilmek üzere gönderdikleri hediyeleri kabul etmemiş veya gönderilen hediyeleri hazineye aktarmıştır. Hatta kendi adına hediye kabul edilmesini yasaklamıştır. Ayrıca valilerin de hediye almalarını men etmiştir. Nitekim Azerbaycan valisi Utbe b. Ferkad, halifeye hediye olarak un helvası gönderince, bunu kabul etmemiş ve ona gönderdiği mektupta 'Sen babanın emeği olmaksızın hediye helva mı yiyorsun?' diye eleştirmiştir. Bunun yanı sıra şayet daha önceden hediye almışlarsa miktarını tespit edip ödeyecekleri vergiden düşülmesini emretmiştir. Kendisi hediye kabul etmediği için Medine'ye gönderilen hediyelerin miktarını tespit ettirip halkın ödeyeceği vergiden düşürmüştür. Halifenin bu talimatı gereği Tiflis bölgesinde fetihlere devam eden Habib b. Mesleme, kendisiyle anlaşma yapmak isteyen Cürcan idarecisine gönderdiği mektupta hediyelerle ilgili şu hususları kayıt altına almıştır:

Elçiniz Nukli bana geldi ve talebinizi bildirdi... Sizler bana hediyeler göndermişsiniz ve bizim barışçı yaklaşımımızdan memnun olduğunuzu, bizimle barış yapmak istediğinizi belirtmişsiniz. Ben gönderdiğiniz hediyelerin değerini tespit ettirdim ve bu değeri ödeyeceğiniz vergiden düştüm. Talebiniz üzerine size bir ahitname yazdım... 

Hz. Ömer (ra), kendisine sunulan hediyeleri kamu malı statüsünde değerlendirip hazineye aktardığı gibi hanımı adına gönderilen hediyeleri bile aynı kategoride değerlendirmiştir. Nitekim Bizans imparatoru ile yapılan mektuplaşmalar sırasında, Bizans kraliçesi Hz. Ömer (ra)'in hanımına değerli hediyeler göndermiş, ancak halife bunları kamu malı kapsamında değerlendirip hazineye aktarmıştır.

Öte yandan kamu görevlilerinin devlet malını istismar etmelerinin önüne geçmek için de sıkı tedbirler almıştır. Bu nedenle göreve getireceği kişileri özenle seçmiş ve onların tüm mal varlıklarını tespit ettirip kayıt altına almıştır. Hatta periyodik olarak müfettişleri vasıtasıyla mal beyanı istemiştir. Bunun yanı sıra görevden aldığı kişilerin mal varlıklarını tekrar denetletip herhangi bir istismarın yaşanıp-yaşanmadığını kontrol etmiştir. Nitekim Amr b. As (ra)'ın çok mal edindiğine dair şikâyetler gelince, halife teftiş heyetinin başındaki Muhammed b. Mesleme (ra)'yi Mısır'a gönderip tahkikat yaptırmış ve bazı mallarının kaynağını açıklayamaması üzerine Amr'ın malının bir kısmına el koymuştur. Keza Ehvaz’daki bir kamu görevlisinin fazla mal biriktirdiğine dair haber alınması üzerine, halife buraya da müfettişler göndermiş ve yapılan incelemelerden sonra görevlinin malının yarısına el konulmuştur. Bunların yanı sıra halife, suiistimallere yol açacağı gerekçesiyle devlet memurlarının görevleri süresince bir başka işle uğraşmaları ve özellikle ticaret yapmalarını yasaklanmıştır.  

Benimsediği yönetim anlayışı, özellikle yeni gelişme ve değişmelere paralel olarak İslam'ın hayata tatbiki konusunda sergilediği tutum, kendisine özgü yeni açılım veya yorumları, bu çerçevede serdettiği bazı fıkhi görüşleri veya içtihatları, keza kimi idari tasarrufları gibi hususlar Hz. Ömer (ra)’in nev-i şahsına münhasır kılan en önemli özelliklerinden bazılarıdır.

Yargının İşleyişi

Hz. Ömer (ra) dönemindeki en önemli gelişme ve değişmelerden birisi adlı sahada yaşanmıştır. Örneğin ilk kez onun zamanında her vilayete kadı atanmıştır. Böylece yargılama yetkisi valilerden alınarak kısmen bağımsız mahkemeler olarak nitelenecek bir düzenleme yapılmış ve yargıçları doğrudan kendisi atamıştır. Ayrıca her ordu birliğinde de ayrı bir kadı görevlendirmiştir. Halife göreve getirdiği kadıların davaları hangi esaslara göre yürüteceklerine dair önemli esaslar belirlemiştir. Özellikle Ebu Musa el-Eş'ari'ye gönderdiği mektup onun dönemindeki yargının işleyişi ve hukuki davaların hangi esaslara göre yürütüldüğüne dair önemli ipuçları vermektedir. Bu mektupta Halife, yargılamada Kur'ân'ın muhkem hükümlerini ve Hz. Peygamber'in sünnetinin esas alınmasını istemiştir. Yargıcın tarafsız ve adil olmasına özellikle vurgu yapmıştır. Halifeye göre yargıç tarafsız ve adil olduğu zaman kendisini güçlü görenler, adalet karşısında yargıcın nüfuzundan korkar ve aynı zamanda zayıf olanlar da bu sayede haklarını alabileceklerine inanarak adalete sığınırlar... Şayet yargıç yanlış bir karar alırsa bedeli ne olursa olsun bu yanlıştan dönmelidir. Bunların yanı sıra yalancılığı belgelenmiş olanların şahitliklerinin kabul edilmemesini istemiş ve aksi sabit olmadıkça her Müslüman'ın şahitlik yapabileceğini belirtmiştir. Birçok talimat daha yer alan bu mektubun sonunda Halife, hâkimin görevinin Allah'ın rızk ve rahmet hazinelerini kulları arasında adaletle dağıtmak olduğunu dile getirmiş ve yargıçlık görevinin mesuliyetine vurgu yaparak mektubunu sonlandırmıştır.

Benimsediği yönetim anlayışı, özellikle yeni gelişme ve değişmelere paralel olarak İslam'ın hayata tatbiki konusunda sergilediği tutum, kendisine özgü yeni açılım veya yorumları, bu çerçevede serdettiği bazı fıkhi görüşleri veya içtihatları, keza kimi idari tasarrufları gibi hususlar Hz. Ömer (ra)’in nev-i şahsına münhasır kılan en önemli özelliklerinden bazılarıdır. Bu nedenle taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanmış ve Müslümanların gönüllerinde idealize edilen örnek gösterilen bir idareci ve Müslüman olarak taht kurmuştur.