Asiye (as)’nin sahnede görülmesiyle tevekkül ile başlayan yolculuğu taaccüb ve merhametle bitmiş oldu bebek Musa (as)’nın. Asiye (as) sevgiydi, şefkatti, merhametti; Allah’ın korumayı murat ettiği Musa (as) için bir limandı. Kadınların tasallutundan zindana göndererek Yusuf (as)’u koruyan Allah (Yusuf 12/34–35), Asiye (as) vasıtasıyla firavunun hışmından kurtarıyordu bebek Musa (as)’yı: “Ve elkaytü aleyke mehabbeten minni: Sana, sevilesin diye tarafımdan bir sevgi bıraktım.” (Ta-Ha 20/39)
(Yüce Allah’ın himayesi nice göründü sana ey kâri’?)
Kimsesiz, ilgi ve şefkate muhtaç olan bebeğe sahip çıkmanın, kol kanat gerip firavuna karşı kalkan olarak Musa (as)’yı kucaklamanın adı Asiye (as) oluyordu. Şimdi düşünme vakti: Onun sevgisi ve merhameti sadece bir bebeği mi kurtarmıştı? Bir kadının merhametiyle dünya dönüşebilir miydi? Hz. Asiye (as) olmasaydı bu sorunun cevabını bulmak biraz daha zor olmayacak mıydı?
Daha sonra bebek katili firavunu Musa (as)’yı öldürmemeye ikna edişiyle sarsar bizi Asiye (as). Bu ikinci sahnede yılanı deliğinden çıkaran sihri kullanarak despotlarla konuşma siyasetini öğretir. Muhatabında henüz tamamen yok olmamış olduğu anlaşılan o hassas noktaya dokunur: “Bana da sana da göz aydınlığı (bir çocuk)! Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz.” (Kasas 28/9) İşe yarar nitekim. Kaderin kendisine hazırladığı sürprizlerden habersiz, firavun razı olur, Musa (as) sarayda kalır, ama Asiye (as)’nin hatırına. Başka çocuklar için kara mahkeme olan saray, Musa (as)’ya ev olur.
“Anne” olabilmenin bir başka boyutunu görürüz ilerleyen süreçte. Biyolojik anneliğin gerçek “anne” olabilmek için tek ve yeter neden olmadığını fark ederiz. Bir kadın olarak “zorba” bir kocaya rağmen merhamet kuşağını çıkarmamanın nice Musalar yetiştirmeye vesile olabileceğini anlar, ümit bağının güllerini devşirmeye devam ederiz. Her durum ve şartta merhamet…
**
Yıllar geçer… Zamanın koynunda Musa (as), Kelimullah olmuştur. Ya Asiye (as)? O yine Musa (as)’nın yanında. Bir farkla ki bedenen değil de ruhen bu defa. İman ettiği Musa peygambere dualarıyla destek olarak sadece. Küfrün ve zulmün en ağır kokusuyla boğulduğu sarayda bir başka âlemden en latif rayihaları alabiliyordu gizli mü’min Asiye (as). Hz. Asiye (as)’nin hayatının bu üçüncü sahnesi her şeye rağmen imanı beslemeyi öğretir bize. Gizli de olsa ibadetle duayla desteklenmeli iman. Bahanelerin ardına sığınma kolaylığından kaçmalı. Yine, yeniden öğreniyoruz ki dini yaşayamamanın bahanesi olur, sebebi değil.
**
Dedik ya seçimlerimiz kim olduğumuzu belirler diye… Ortada bir zulüm varsa ne yapmak gerekir peki? İnsan ya zulme sebep olur, ya ortak… Ya seyirci kalır ya da karşı çıkar. Mazlum da değilseniz nerede olmayı seçersiniz? İşte, Hz. Asiye (ra) de firavunun İslam’a ve Müslümanlara zulmüne seyirci kalmanın zamanla insanı dönüştürüp duyarsızlaştırabileceğini fark ederek safını belirlemişti. Bardak doluyordu, taşmak için son damlayı bekliyordu.
**
Firavunun kızlarının dadısı, mü’min olduğu aşikâr olduktan sonra işkenceyle öldürülmüş, kadın şehitler kervanına birisi daha eklenmişti. Sarayın penceresi, olan bitene şahit bir çift gözle yan yana bu zulme tanık olmuştu. Ama Asiye’nin gözleri bir şey daha gördü; muhtemeldir ki ondan başka kimsenin göremediği bir şey: meleklerin gökten inerek türlü ikramlarla bu şehit kadıncağızın ruhunu göklere çıkarmıştı. İnancı daha da perçinlendi Hz. Asiye (as)’nin. Zulme şahit olana yakışanı yapmaya karar verdi; zulme karşı çıkacaktı. Firavunsa bu defa yumuşamadı. İmanını yüzüne haykıran bu kadın, kendi hanımı da olsa, uzun yılları beraber de devirmiş olsalar, rububiyyet iddiasını en yakınına dahi kabul ettirememiş olmanın ezikliğini kendine yediremezdi.
Asiye (as)’nin imanını firavunun yüzüne haykırışı, izlediği idam sahnesinden kaynaklanan bir duygu patlaması değildi kuşkusuz. Olan bitenler sadece süreci kolaylaştırmıştı diyelim. Hafiflemiş miydi Asiye (as)’nin yüreği bu itirafla? Belki. Ama dönüşü olmayan bir yola girdiğinin farkında, dimdik karşısındaydı firavunun. Firavunsa olan biteni bir cinnetten ibaret gibi görmeye meyyal, Asiye (as)’yi annesinin ikna etmesini bekledi. O da başaramazsa yapılacak bir şey yoktu, kaçınılmaz son malumdu.
Âh merhamet! Marazi olduğunda hedefi ıskalayan ok gibi değil midir? Anne merhametinin marazi boyutuyla karşılaşırız bu sahnede. Kızının başına gelebileceklerden korktuğu için “vazgeç” der kızına Asiye (as)’nin annesi, “vazgeç ki hayat bulasın.” Oysa kızı asıl hayat damarından beslenmektedir nice zamandan beri. Bilemez kadın, nereden bilsin imanın tadını?
Bazen en yakınlarımızın, desteğine en çok ihtiyaç duyduklarımızın yanımızda değil de karşımızda olduğunu fark ederiz hüzünle. Oysa bizi en çok onların anlamalarını, kabul etmelerini isteriz. Biraz ağır imtihandır, Allah’tan başkasına iltica ve itibar etmemek gerektiğini öğrenirken çok duvara toslar insan. Sonunda Allah’a itaatle mahlûka itaatin rakip olduğu yerde mümin için seçenek olmadığını anlar.
**
Asiye (as) kararlı, “kazık sahibi” firavun (Fecr 89/10) kararlı; Asiye (as) cesur, firavun acımasız… Asiye (as) adanmış, firavun aldanmış. Asiye (as) inandığına sadık, vefalı; firavun bir kadından ve imanından korkulu. Asiye (as) direnişte, firavun işkencede. Asiye (as) duada, firavun korkuda.
Allah, inananlara Firavun'un karısını misal gösterir: O vakit o demişti ki: “Ya Rab! Katında benim için Cennet’te bir ev yap! (Bu suretle) beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar.”(Tahrim, 66/11)
Kazıklara bağlanarak işkence edilen Asiye (as), bedenlere hâkim olunabileceğini ama ruhlara asla erişilemeyeceğini öğretir son olarak. Firavunun (ve onun gibi düşünenlerin) kafası karışık: Bir kadını mutlu edebilecek en cazip imkânlara sahipken –prestijli bir hayat, toplumsal statü, imajı yüksek bir koca, zenginlik, iktidar- derdi neydi bu kadının?