E: İlginç bir şey öğrendim. Mekkeli müşrikler Allah'ı bilmiyor değillermiş. Allah’ı biliyorlar; ancak O'nun Rab oluşunu kabul etmiyorlarmış.
F: Evet burası çok önemli. Mekke dönemindeki Araplar, Hz. Peygamber’e bu kadar düşmanlık eden, onu öldürmek isteyen, ona inananlara işkence eden bu insanlar Allah’ın varlığını inkâr etmiyorlardı. Onlar da Allah'a inanıyorlardı. Allah-ü Teâlâ’ya herkes inanıyor. O'nu reddeden çok az aslında. İnsanlar inandıkları bu yüce varlığı çoğu zaman farklı isimler ve sıfatlarla tanımlıyorlar. Sorduğunuzda Allah'a inanmadıklarını ama işte şöyle şöyle vasıfları olan bir güce inandıklarını söylüyorlar. O zaman bizim bir şeyi kontrol etmemiz gerekiyor: Bizim zihnimizdeki Allah anlayışı ile Kur’ân'da bizzat kendisinin anlattığı Allah'ın aynı olup olmadığını.
E: Bunu nasıl bilebiliriz ki? Tek tek bütün ayetleri herkesin inceleme imkânı var mı?
F: Esmâ-i Hüsnâ bu noktada çok önemli. Allah hiçbir insanın diğer bir varlığı bilemeyeceği kadar detaylı bir şekilde anlatmıştır kendini bu isimleriyle.
E: Sanırım onlar Allah'ın varlığına değil, öldükten sonra bizi dirilteceğine inanmıyorlardı. Dirilişi niye kabul edemiyorlar? Allah Teâlâ’nın kudretinden bir şüpheleri mi var?
F: O'nu sadece yaratan olarak kabul ediyorlar. Bu dünya hayatında sorumluluk duydukları ve hesap verecekleri bir Tanrı olarak kabul etmiyorlar. Daha doğrusu kendilerini Tanrı'nın nasıl olması gerektiğine karar verecek mevkide görüyorlar.
E: Aslında bugünkü insan da kendini aynen böyle görmüyor mu?
F: İşte o nedenle Kur'ân'ın getirdiği bilgi evrenseldir. Yani her devir için geçerlidir. Çünkü tüm çağların insani kusurlarını ve inançlarındaki ortak hataları düzeltmek için gönderilmiştir. Devirlerin değişmesi, bilginin ve tekniğin ilerlemesi insanların zihnî ve ahlakî problemlerinin değiştiği anlamına gelmiyor. Her devrin müşriki kendi tanrısını kendi üretmek istiyor.