Siyer kaynakları Hz. Peygamber’in Taif yolculuğunu anlatırken oradan taşlanarak kovulduğunu ve derin bir üzüntü içinde bir bağa sığındığını kaydederler. İşte tam bu noktada O'nun neye üzüldüğünü bilmek bizim için çok ciddi bir önem taşıyor. Aynı durumda kalsaydık, yani hem vatandaşları arasında hayatı tehlikede olan hem de sığınmak amacıyla gittiği akraba topraklardan taşlanarak kovulan biri olsaydık neye üzülür, neyden korkardık?
Efendimizin o gün neye üzüldüğünü kendi ifadelerinden öğreniyoruz. Sığındığı bağda bütün acziyle ellerini açıp yöneldiği Rabbine diyor ki “Allah’ım eğer benim maruz kaldığım bu muamele peygamberlik görevini layıkıyla yapamam sebebiyle değilse ve sen benden razıysan hiç gam yemem!”
Şimdi kendi hayatımıza dönüp bakalım: Bir tarafta Allah'ın rıza ve hoşnutluğu, bir tarafta insanların takdir ve onayı; bir tarafta inanç ve ilkelerimiz, bir tarafta toplumun bize dayattığı çeşitli davranış modaları… Ortamın uygun olmadığı mekânlarda namaz kılmamız gerektiği anlar... Bildiğimiz doğruları duyurma ve hatırlatma sorumluluğunun içimizi yaktığı haller… Hakkı savunduğumuz takdirde küçümseneceğimiz, dışlanacağımız topluluklar ve daha nice benzerleri… Bu yol ayrımlarında tercihlerimizi neye göre yaparız?
Üstelik bu anların hiçbirinde hayati bir tehlike içinde değiliz. Olsa olsa gelip geçici bir dudak bükmenin muhatabı olma ihtimali bile dizlerimizi titretirse “Allah’ım sen benden hoşnutsan benim için kimin ne düşündüğünün ve bana nasıl davranıldığının hiç bir önemi yok” diyebilir miyiz?
Bilhassa kadınlarda onay ve takdir arzusunun erkeklere kıyasla daha uzun yıllar devam ettiğini söylüyor araştırmalar. O halde cins-i latifin “sen benden hoşnutsan” parolasını daha da çok tekrarlaması gerekecek. Herkesin övdüğü, beğendiği kişi; her ortamın adamı olma isteğine karşılık “hiçbir kınayanın kınamasından korkmayanlar”dan (Maide 54) olmayı başarmak için...