Kıssalar içimizin aynasıdır. Yüreğimizin gizli labirentlerinde dolaştırır bizi. İçimizin kuyularına el uzatacak cesareti fısıldar. İsimsiz sızılarımıza ses olur. Utanmış dertlerimize dil olur. Gölgeleri göstere göstere, ışığın varlığından haber verir. Cennet reyhanı dokundurur açık yaralarımıza.
O yıl kaderin sayfasına Yusuf’un hikâyesi yazıldı. Yusuf’un alnına yazılanlar üzerinden Mekkeli Yusuf’a teselli gelecekti. “Elif-Lâm-Râ” hitabı indi göklerden. İnsanları dünya düşünden uyandırmak için çırpınan Elçi’nin avuçlarına kıssanın cevheri düştü.
Hüznün gömleği yırtıldı. Gözlerine cennetin ışığı düştü. Birbirlerini dünya kuyusuna ite ite, birbirlerini ahiretin ebedi mahpusu yapan kardeşlerin hikâyesini okutacak artık âleme.
Bu defa hitabın üslubu değişmişti. Öncekilerin hayat öykülerini kısaca anlatan göklü Söz, Yusuf kıssasına gelince, söz sofrasını yaydı. Hüznün ipine dizili müjdeli taneleri bir bir Elçi’nin yüreğine astı. Diyordu ki “Korkma kuyudan; sen Yusuf olduktan sonra kuyu da güzelleşir. Aldırma seni ucuza satan kervancılara; Yusuf olmana bak sen, köle ederlerse seni, kölelik de şereflenir. Karanlık bilme zindanı; sen Yusuf olduktan sonra, zindan da aziz olur. Bil ki Yusuf olamayana yeryüzü kuyudur, ömür köleliktir, saray zindandır.”
Belli ki darlanmıştı yüreği Elçi’nin. Belli ki yüreğinin darlandığını görüyordu Rabbi. Belli ki yüreğine kadar gördüğünü görmesini istiyordu Rabbi. Görüldüğünü görmek düştekilere nasip değildi. Onlar sadece görürdü, gördüklerini de görüldüklerini de göremezlerdi. İllaki uyanmaları gerekirdi.
Yüreğindeki kederin görüldüğünü gören Elçi’nin uyanıklığı ne güzeldi. Genişlik istediğini duyuyordu Sahibi. Bir inşirah, bir ferahlama. Derken üç harfle başladı gönül toprağının hafriyatı. “Şimdi sana bilmediğini bildirecek Rabbin” (Alak, 5)demeye geliyordu bu. Daha önce de gelmişti böyle hitaplar. “Nûn!” demişti mesela âlemlerin Rabbi. Sadece ‘Nûn!” Öyle ki mazlumların yüreğinde çınladı durdu o Nûn’un damağa vuruşu. Belli ki kendileriyle konuşmayı tercih eden âlemler Rabbi, kendilerini kendilerinden daha iyi biliyordu.
Sustu Mekkeli Yusuf. Onunla birlikte Mekke’nin garipleri de sustu. Kuyuya atılmışlar sustu. Köle yapılmışlar sustu. Zindana mahkumlar sustu. Tüm bildiklerini unuturcasına sustular; yürekleri bir göl gibi dupduru bekler oldu. Geldi Elif-Lâm-Râ, üç duru damla olup düştü; sarstı gölün yüzünü. Gül yaprağı gibi düştü kalbine Elçi’nin.
“Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir.” (Kasas, 2)
Ömür dediğimiz parçalardan ibarettir. Geceler, gündüzler, mevsimler, yıllar, anlar… Öyleyse bu parçaların sıralanışı da anlamlı olmalı değil mi? Nasıl harflerin anlamlı sıralanışı bir kâğıdı kitap yapıyorsa, ömrün harfleri de anlamlı bir bütün oluşturmalıydı. Apaçık kitaptı ömür. Artık Yusuf’un ömür sayfasında kitaplaşacaktı Mekke’nin Yusuf’unun ve kardeşlerinin ömrü.
Böylece akmaya başladı Yusuf’un hayat hikâyesi.
Âlemlerin Rabbi, Yusuf’a öğrettiği olayların altındaki gerçeği yorumlamayı Mekke’nin Yusuf’una uygulayarak öğretiyordu. Yusuf'un aynasında kendini görsün istiyordu. Mekke’nin Yusuf’unun da canına kardeşleri haset kriziyle kastedecek, baba ocağından uzaklaştıracaklar. Hicrete zorlayacaklar. Kuyuya atmak isteyecekler. Bedir’de vurmaya çalışacaklar, Uhud’da düşürmek isteyecekler, Hendek’te boğmaya kalkacaklar. Ama en sonunda, onun canına kasteden kardeşleri yine ondan yardım isterken bulacak kendilerini. Gerçekten de, Elçi, Medine’deki son yıllarında, Hayber’in fethiyle elde ettiği ganimetleri o günlerde kıtlık içindeki Mekkelilerin yardımına gönderecektir.
Mekke’nin zor günlerinde müjde oluyordu göklü Söz: “Çok daha sonra sana hıyanet eden kavmin de tıpkı Yusuf’un kardeşleri gibi yaptıklarına pişman olacak, yüzleri yerde senden özür dilemeye gelecekler. Diyecekler ki sana: ‘Doğruya doğru, Allah seni bize üstün kılmış, biz ise hataya düşüp gitmişiz.’”
Olacaklar oldu sonunda. Mekke’nin fethi günü Kâbe’de namazını serbestçe kılan Elçi, uzakta yüzleri yerde, mahcup bekleyen soydaşlarına soracaktır: “Bugün size nasıl davranmamı istersiniz?” Çoğunluğu Ümeyyeoğullarından oluşan topluluktan “Biz seni hep asil bir kardeş bildik” sözü yükselecektir. Bunun üzerine Elçi, yıllar önce, kardeşlerinin kendisini ve dostlarını aç bıraktıkları, canına kıymayı planladıkları, sevdiklerini yalnızlaştırdıkları sırada aldığı Yusuf dersini verecektir: “Ben de Yusuf kardeşimin dediğini derim size: ‘Bugün size kınama yok.’”
Bizim şimdi bildiğimizi, Yusuf kıssasının anlatıldığı sıralarda bilmiyordu Elçi ki şöyle diyordu âlemlerin Rabbi: “Sana bu Kur'an'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Oysa sen daha önce bunlardan habersizdin.” (Yusuf, 3)
Dünya düşüne düşmüşleri uyandırıyor Elçi’nin Yusuf’la buluşan kaderi.