14 Ekim 2010

Kuruluş yıllarından itibaren Osmanlı padişahları gerek ilmî ortamı canlandırmak, kültürel gelişmeyi sağlamak, gerekse iktidarlarını çeşitli kesimler nezdinde desteklemek ve hanedanın meşruiyetini ortaya koymak gibi düşüncelerle kendi huzurlarında ilmî toplantılar yapmak üzere etraflarına ulemayı toplama, hatta özel hoca edinme konusuna önem vermişlerdir. Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren bizzat padişahın da katıldığı ilmî sohbetler ve tartışmalar büyük bir yoğunluk kazanmıştır.

Huzur derslerine örnek olabilecek ilk sistemli uygulamanın III. Ahmed zamanında Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından 1136'da (1724) yapıldığı bilinmektedir. İbrahim Paşa, devrinin ta­nınmış alimlerini bazı Ramazanlarda kendi sarayında toplayarak onlara Kur'ân'dan bazı âyetlerin tartışmalı tefsirini yaptırmış, 1140 Ramazanda (Nisan 1728) bu derslerden birine III. Ahmed de katıla­rak başından sonuna kadar takip etmiştir. III.Mustafa'nın, babası III. Ahmed'in yanında genç bir şehzade olarak bu derslere katılma­sı ve bundan etkilenerek huzur derslerini ihdas etmiş olması kuv­vetle muhtemeldir. Daha sonraki padişahlar da bu geleneği sürdür­müşlerdir. Nitekim 1168 Ramazanında (Haziran 1755) III.Os­man'ın, Şerefâbâd'da kütüphane hocası Hamidî Efendiyi huzuruna davet ederek tefsir dersi yaptırdığı ve dersin sonunda ona ihsanlar­da bulunduğu görülmektedir.

18-29 Ramazan 1172 (15-26 Mayıs 1759) ta­rihleri arasında cuma dışında her gün padişahın huzurunda yapı­lan bu dersler Sepetçiler Kasrı, Sarık Odası, Ağa Bahçesi, Sofa ve Di­vanhane gibi Topkapı Sarayı'nın çeşitli mekanlarında gerçekleştiril­miş, toplantılara müzakereci olarak beş altı kadar alim katılmıştır. Dersler öğle ile ikindi arasında icra edilir, ikindi namazından sonra padişah Harem'e çekilirdi.

Huzur derslerinde dersi takrir eden alime "mukarrir", müzake­reci durumunda olan alimlere önceleri "talip", daha sonra "muha­tap" denilmiştir. Bir mukarrir ve beş muhatapla başlayan bu ders­lerde muhatapların sayısı zaman içinde artmış, eksilmiş, ders adediyle günleri, saatleri ve dersin süresi değişikliğe uğramıştır. Huzur dersleri hocaları şeyhülis­lam tarafından seçilmektedir. Gerek mukarrir gerekse muhatapların seçiminde liyakate ve ilmî mertebeye dikkat edilme­si, gönderilen emir ve tezkirelerde önemle belirtilmiştir. 1200 (1786) yılından itibaren Ramazanda sekiz ders ile yetinildiği ve dokuzun­cusunda mukarrirler meclisi toplanmasının bazı istisnalarla âdet haline geldiği görülmektedir. Tam bir ilmî serbestiyet içinde yapılan derslerde bir âyet okuna­rak mukarrir tarafından onun tefsiri yapılır, muhatapların soruları­na ve itirazlarına mukarrir cevap verir, böylece ilmî bir mübahase cereyan ederdi. Dersler genellikle Kadı Beyzavî tefsirinden yapılır­dı. Ancak âyetlerin tefsirinin son derece ağır ilerlediği, birkaç yılda sadece birkaç âyetin ele alınabildiği, bunun ise âyetlerin tefsir ve tahlillerinde gramer meselelerine, etimolojik ve ilgisiz yorumlara ağırlık verilmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Nitekim İsra sûresinin tefsiri 1189 Ramazanında (Kasım 1775) başlamış, 1192 Ra­mazanına (Ekim 1778) kadar sürmüş, Fetih sûresinin tefsiri ise 1193-1198 (1779-1784) yılları arasında tamamlanabilmiştir. 1201 Ramaza­nında (Temmuz 1787) Bakara sûresinin tefsirine başlanmış, 1205 Ra­mazanına (Mayıs 1791) kadar beş yıl boyunca ancak ilk otuz âyeti­nin tefsiri müzakere edilebilmiştir.

XIX. yüzyıl boyunca yapılan huzur derslerinde yeni bazı pren­sipler belirlenmiş ve bir teamül teşekkül etmiştir. Bu dönemde mu­karrir ve muhatapların İstanbul ruûsunu almış, herhangi bir resmî vazifesi olmayan, İstanbul'da ikamet eden alimler arasından seçil­mesi, tayinlerin şeyhülislamın teklifi üzerine padişah tarafından ya­pılması, mukarrirlikte bir münhal olduğunda daha sonraki meclis­lerin mukarrerlerinin hiyerarşik sırayla yükselmesi, böylece son mukarrirliğe ilk meclisin baş muhatabının seçilmesi âdet olmuştur. Mukarrir, herhangi bir sebeple Ramazanda dersini takrir edemeye­cek durumda olursa o dersin baş muhatabı yerini alamaz, şeyhülis­lamın teklifi ve padişahın iradesiyle yeni tayin yapılırdı. Hacca git­me, yakınlarını ziyaret etme gibi sebeplerle İstanbul'dan ayrılan ders üyeleri Ramazan olmasa bile şeyhülislamdan izin alırlardı. Derslerde tefsir edilecek sûre ve âyetler çok önceden meşihata bildirilir, şaban ayının on beşinde muhataplara hazırlanmaları tembih edilirdi. Mukarrir ve muhataplar için gizlilik esastı. Bunlar Rama­zanda resmî ders günleri gelmeden özel olarak kendi aralarında ders müzakeresinde bulunamazlar, ancak günleri gelince aleni ola­rak ders yapabilirlerdi. Meclislerin toplantı yerini padişah belirlerdi. Burada mukarrir padişahın sağında, muhataplar ise mukarririn yanında yarım daire şeklinde önlerinde rahlelerle minderlere otururlardı. Erkek ve ka­dınlardan huzurda ders dinlemek üzere kalacakların isimlerinin padişahın tasvibinden geçmesi gerekirdi.

Huzur derslerinin mahiyetini, tarihçesini, yapılışını, mukarrir ve muhatapların seçimlerini ve isimlerini araştıran Ebül'ula Mardin, çalışmasını önce üç geniş makale halinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası'nda 1950-1951 yıllarında yayımlamış daha sonra bu yazılarını Huzur Dersleri adıyla kitap haline getirmiştir (İstanbul 1951). Huzur dersi hocalarının mazhar oldukları ihsanlar ve maruz kaldıkları cezalar, bu derslerin yapıldığı yerler, mukarrir ve muha­tapların hal tercümeleri, ders ve icazetname örnekleri, menkıbeler ve bazı eklerden oluşan II ve III. ciltleri ise İsmet Sungu bey ikisi bir arada olmak üzere neşretmiştir (İstanbul 1966).

Günümüzde Fas Sultanı II. Hasan'ın huzurunda Ramazan ayla­rında usul ve muhteva bakımından Osmanlı huzur derslerine ben­zeyen dersler yapılmakta ve bunlar ed-Dürûsü'l-Haseniyye adıyla Arapça ve İngilizce olarak neşredilmektedir.