02 Eylül 2013

Ebû Türâb ismiyle künyelenen Hz. Ali (ra) hicretten yaklaşık yirmi yıl önce Mekke’de doğmuştur. Babası Hz. Peygamber’in amcası Ebû Talip, annesi ise Fatıma binti Esed’dir. Mekke’de başlayan kıtlık sebebiyle Hz. Muhammed (sav) Hz. Ali’nin (ra) bakımını üstlenmiş, bu sebeple o küçük yaşlarından itibaren Hz. Peygamber’in terbiyesi altında büyümüştür. Hz. Peygamber’in peygamber olmasından sonra yaklaşık üç yıl süren gizli davetin başlangıcında yaklaşık 9 veya 10 yaşlarındayken Hz. Ali (ra) Müslüman olmuş ve çocuklar arasında İslâm’a girenlerin ilki olma şerefine ermiştir.

O daha sonra Mekke devrini teşkil eden 13 yılı Hz. Peygamber ile birlikte geçirmiş, tebliğ faaliyetlerinin tamamında kendisine yardımcı olmuştur. Hatta birçok Müslümanın kendilerine yapılan baskılar sebebiyle Habeşistan’a göç ettiği dönemde o, Allah Rasûlü (sav)’nün yanında kalmaya devam etmiştir. Hicret esnasında Allah Rasûlü (sav)’nün yatağında kalmış, O’nun yanında Mekkelilere ait bulunan emanetleri sahiplerine verdikten sonra Mekke’den ayrılmıştır. Bu sebeple Hz. Ali Medine’ye Hz. Peygamber’den sonra hicret etmiş, son muhacirlerden biri olmuştur.

Medine döneminde Hz. Ali (ra) Hz. Peygamber’in neredeyse bütün faaliyetlerinde bulunmuş ve aktif bir şekilde görev almıştır. Mesela Bedir Savaşında iki ordu arasında karşılıklı olarak gerçekleşen meydan okumadan sonra Müslümanlar adına çarpışmak için meydana çıkmış ve hasmı müşrik Velid b. Utbe’yi öldürmüştür. Uhud savaşı esnasında Hz. Peygamber’in ölümle karşı karşıya kaldığında onu savunan ve müşriklerin saldırılarına sebatla cevap veren kişilerden biri de Hz. Ali (ra)’dir. O, ayrıca bu savaşın hemen akabinde Beni Nadir Yahudileri üzerine düzenlenen sefere de iştirak etmiştir. Hz. Ali (ra) Hendek savaşında müşriklerin Medine tarafına geçmelerine müsaade etmemiş, savaşın cereyanı esnasında daha önce Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı ihlal eden Beni Kureyza Yahudileri üzerine harekât düzenleyen ordunun sancağını taşımıştır. Yine Hayber Yahudilerine karşı gerçekleştirilen seferde ve kalenin Müslümanlar tarafından ele geçirilmesinde Hz. Ali (ra) büyük yararlıklar göstermiştir. Mekke fethi esnasında Müslümanların sancağı yine onun tarafından taşınmıştır. Mekke’nin fethinden sonra meydana gelen Huneyn savaşının başlangıcındaki bozgun esnasında Hz. Ali (ra) Allah Rasûlü (sav)’nü saldırılardan koruyanlar arasında yer almıştır. Hicretin 9. yılında tertip edilen Tebük Seferine katılamayan Hz. Ali (ra), bu esnadan Hz. Peygamber’in emriyle Medine’de kalarak ehl-i beyt ve diğer Müslümanların muhafazasını üstlenmiştir.

Hicretin 10. yılında da tebliğ amacıyla Yemen’e gönderilen Hz. Ali (ra) burada İslamlaşma faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Hz. Ali (ra), Hz. Peygamber’in teçhiz ve tekfiniyle meşgul olması sebebiyle Beni Saide Gölgeliği’nde Ensar ile Muhacirun arasında gerçekleştirilen ilk halife seçimi toplantısını iştirak edememiştir. Kendilerinden habersiz olarak halife seçimi yapılmasından rahatsız olduğunu ifade eden Hz. Ali (ra) bununla beraber gecikmeli de olsa ilk halife Hz. Ebû Bekir (ra)’e biatten geri kalmamıştır. O, aynı şekilde ilk halifenin vasiyeti doğrultusunda halife seçilen Hz. Ömer (ra)’e de herhangi bir itirazda bulunmamış, üstelik onun idarede en çok müracaat ettiği danışmanlarından biri olmuştur. Özellikle dinî ve fıkhî konularda Hz. Ömer (ra)’in en fazla görüş aldığı şahısların başında Hz. Ali (ra) gelir. Bununla birlikte o, ilk iki halife dönelerinde ne askeri faaliyetlerde rol oynamış, ne de siyasi herhangi bir görev üstlenmiştir. Bunların yerine Medine’de kalarak dinî ilimlerle uğraşmayı tercih etmiştir. Hz. Ömer (ra)’in vefatından önce isimlerini belirlediği halife adaylarından olan Hz. Ali (ra), şura neticesinde halifelik makamına gelen Hz. Osman (ra)’a biat etmiş ve yönetime yardımcı olmaya çalışmıştır. O, zaman zaman halifeyi bazı uygulamaları sebebiyle tenkit etmiş olmakla birlikte, hiçbir zaman kendisine yapılan teklif ve telkinlere rağmen Hz. Osman (ra)’a karşı herhangi bir harekete iştirak etmemiştir. Üstelik onun özel talebiyle yönetim muhalifleriyle idare arasındaki problemlerin çözümünde arabuluculukta bulunmuş, idareye karşı gerçekleştirilen muhtemel isyan girişimlerini önlemeye çalışmıştır. O kadar ki, kendi oğulları Hasan ile Hüseyin’i muhasara altındaki halifeyi korumaları için bizzat görevlendirmiştir. Ancak onun gayretleri de Hz. Osman (ra)’ın isyancılar tarafından öldürülmesini engelleyememiştir.

Hz. Ali (ra)’nin ilim, takva, ihlas samimiyet, fedakârlık, şefkat, kahramanlık ve cesaret gibi yüksek insanî ve ahlâkî değerlerde müstesna bir şahsiyet olduğu gerek Sünni, gerekse Şii kaynaklarda ittifakla kaydedilmektedir. İyi bir hatip olan Hz. Ali (ra), muhtelif savaşlarda irad ettiği hutbeleri sayesinde Müslüman askerlerin cesaretini artırmıştır. 

Hz. Osman (ra)’ın şehit edilmesinden sonraki kaos ortamında halifelik görevini üstlenen Hz. Ali (ra) pek çok dahili problemle karşı karşıya kalmıştır. Bu problemlerin başında, Müslümanların tamamının biatını alamamış olması gelir. Zira gerek Muhacir, gerekse Ensar’dan bazı ileri gelen Müslümanlar onu halife olarak kabul etmemişler, kendisine biat etmemişlerdir. Üstelik isyancılar başkentte kontrolü ellerinde bulundururken, biat etmeyenler kendisinden isyancıları cezalandırılması istemişlerdir. Ancak bunun yerine getirilmesi halife için o dönem için neredeyse mümkün değildir. Hz. Osman (ra)’ın katillerinin cezalandırılması meselesi Hz. Ali (ra)’nin halifeliğinin ve hayatının sonuna kadar çözülemeyen bir problem olarak kalmıştır. Halife bu talep sebebiyle Cemel savaşında Hz. Aişe (ra), Hz. Talha (ra) ve Hz. Zübeyr (ra) ile karşı karşıya gelmiştir. Diğer taraftan da Hz. Osman (ra)’ın katillerinin cezalandırılmasını isteyen ve Şam valiliğinde azledilmesine şiddetle karşı çıkan Muaviye de Hz. Ali (ra) için büyük bir problem teşkil etmiştir. Cemel savaşını kazanarak Irak’taki Müslümanları bir araya getiren Hz. Ali (ra) daha sonra Şamlıların üzerine yürümüş, ancak bu savaşta istediği sonucu alamamıştır. Hakemler tayin edilerek gerçekleştirilen sulh görüşmelerinde de yönetim krizi çözülememiş, hatta daha da derinleşmiştir. Sıffin savaşı ve ardından gerçekleştirilen Hakem Olayı’nda istediğini elde edemeyen Hz. Ali (ra) bu defa kendi ordusu içinde yeri bir problemle yüz yüze gelmiştir. Bu problem de Irak’ta halifeye karşı çıkan Hariciler’di. Onların gerçekleştirdikleri şiddet hareketleri halifenin ülkedeki birliği sağlama gayretlerini tümüyle boşa çıkarmıştır. Bu iç mücadelelerle uğraşması esnasında Hz. Ali (ra) hicretin 40. (M. 661) yılında İbn Mülcem isimli Haricinin suikastı neticesinde şehit olmuştur. Onun ölümünden sonra Iraklılar oğlu Hz. Hasan (ra)’ı halife seçmişlerdir.

Hz. Ali (ra) hayatı boyunca her zaman Hz. Peygamber’in en yakınında olmuştur. Nitekim Allah Rasûlü (sav)’nün terbiyesi altında yetişen Hz. Ali (ra), bizzat kendisinden Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmiştir. Bu sayede o ilmi bizzat kaynağından alma imkânı bulmuştur. Bu sayededir ki, Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetmiş, sahabenin en önemli tefsir ve fıkıh âlimlerinden biri olmuştur. Hz. Ali (ra) aynı zamanda vahiy kâtipliği yapmıştır. Ayrıca Allah Rasûlü (sav)’nden 586 adet hadis rivayetinde bulunmuştur. Onun aktardığı hadislerin büyük kısmı fıkhî konulara dairdir. Hz. Ali (ra) aynı zamanda tasavvuf dünyası için de vazgeçilmez bir figürdür. Bu sebepledir ki, İslâm tasavvuf edebiyatında, özellikle de Türk kültür hayatında onun adı ve etkinliğine çokça şahit olmak mümkündür. Hz. Ali (ra)’nin ilim, takva, ihlas samimiyet, fedakârlık, şefkat, kahramanlık ve cesaret gibi yüksek insanî ve ahlâkî değerlerde müstesna bir şahsiyet olduğu gerek Sünni, gerekse Şii kaynaklarda ittifakla kaydedilmektedir. İyi bir hatip olan Hz. Ali (ra), muhtelif savaşlarda irad ettiği hutbeleri sayesinde Müslüman askerlerin cesaretini artırmıştır. Onun üstün hitabeti ve güzel hikmetli sözleri kaynaklarda günümüze kadar ulaştırılmıştır. “İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanacaklardır”, “Kişi bilmediğinin düşmanıdır”, “Her şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir.”