Hz. Peygamber vefatına yakın bir zamanda mescide gelir ve halka kendi üzerinde hakkı olanların bulunup bulunmadığını sorar. Israrlı soruları karşısında birisi kalkıp 3 dirhem kadar bir alacak talebinde bulunur ve bu hemen kendisine ödenir. Yine bu dönemde Rasûlullah, hanımı Hz. Aişe’ye; O’nun nezdinde bıraktığı 7 (bazı hadislerde 6 veya 9) dirhem kadar paraya ne olduğunu sorar. Hanımı bu parayı getirip verir ve Hz. Peygamber onun 5 dirhemini, Ensar’dan beş fakir aileye dağıttırır ve geri kalanı da hanımlarına harcamaları için verir.
Her ne kadar Hz. Peygamber dünyadan borç bırakmadan ayrıldıysa da O’ndan sonra idareyi ele alan Hz. Ebû Bekir ilk iş olarak, Rasûlullah’ın borçlarını ödeme ve vaadlerini yerine getirme yoluna gitti. Hz. Peygamber’in vaadi borcundan farksızdı. O’nun bir kısım vaadlerini yerine getirmeye ömrünün yetmediği anlaşılıyor. Cabir (ra), O’nun kendisine olan bir vaadini şöyle anlatıyor:
“Hz. Peygamber, bana; eğer Bahreyn malı (vergi geliri) gelirse sana, (avucuyla) üç kere göstererek, şu kadar şu kadar vereceğim, dedi. Mal gelmeden Rasûlullah vefat etti. Bu sırada Hz. Ebû Bekir (her tarafa) bir tellal gönderdi ve tellal şöyle bağırıyordu: Hz. Peygamber’in kime bir vaadi veya borcu varsa bize gelsin. Ben de hemen gittim ve Rasûlullah’ın bana verdiği sözü bildirdim. Bana üç (avuç) ölçeği ile verdiler.” (Buharî, Hibe, 17).
Rasûlullah’ın mirasını bölüştürmek zor olmadı; çünkü, fazla bir şeyi yoktu. O vefat ettiğinde, bazı araziler ve oturmakta olduğu evlerinden başka önemli bir malına rastlanmamıştır.
Hz. Peygamber’in İbn Sa’d’dan nakledilen bir bilgiye göre varlığı bilinen deve ve davar sürülerine ise ne olduğu bilinmemektedir. İbn Sa’d, gerek bağış yoluyla olsun ve gerek harp hukuku gereği olsun Hz. Peygamber’e ait köle ve cariyelerin isimlerini vermekte ve O’nun tarafından sağlığında hemen hepsinin de azad edildiğini bildirmektedir.
Hz. Peygamber’in mirasına uygulanan işleme gelince, O’nun hayvanları ile bazı aletleri, ayakkabıları miras olarak Hz. Ali ailesine verildi. Hırkası, kılıç ve yüzüğü ise devlete kaldı.
Hz. Peygamber vefat ettiğinde başta kızı Hz. Fatıma olmak üzere mirasçıları, O’nun her çeşit malını ve bu arada arazilerini bölüşmek üzere halife Ebû Bekir’e (ra) müracaat ettiler, kendilerine Rasûlullah’ın;
“Bize mirasçı olunamaz, bıraktıklarımız sadakadır.” sözleri hatırlatıldı ve buna göre de O’nun sahip olduğu tüm araziler devlete maledildi. Hz. Fatıma’nın, böyle bir buyruktan haberi olmamalı ki o, Hayber, Fedek ve Benû Nadir bölgelerindeki arazilerden payına düşeni almakta ısrar ediyordu.
Hz. Peygamber’in mirası hakkındaki diğer bir sözleri de şöyledir:
“Mirasçılarım hiçbir dinarı bölüşmesinler. Hanımlarımın nafakasından ve âmilimin masrafından başkası sadakadır." (Buharî, Vesaya, 33, Cihad, 202)
Buna göre Peygamber hanımları yaşadıkları müddetçe Rasûlullah devrinde O’nun tarafından tayin edilen nafaka gelirlerini alma hakları devam edecektir. Burada O’nun âmilinden maksat, şüphesiz ki, O’nun kendi yerlerine bakan, gelirleriyle ilgilenen ve işletilmek üzere başkalarına verilmemiş olan arazilerinde bizzat çalışan görevlileri ve işçileridir.
Hz. Peygamber’in hanımlarının oturmakta olduğu odalara gelince, bunları Rasûlullah vasiyet yoluyla onlara bırakmıştır. Onlar bu yerlerde oturacaklar ve dünyadan ayrılınca da bu odalar, araziler gibi Rasûlullah’ın sadakaları arasına katılacaktır.
Böylece Müslümanlardan tahsil edilen her türlü gelirlerden faydalanmayı kendisine ve akrabalarına yasaklayan Hz. Muhammed (sav), ganimet ve fey´ hukuku gereğince kendisine düşen veya bağış suretiyle eline geçen yerleri de devletin idaresinde Müslümanlara sadaka bırakmış, manevi ve maddi iktidarını şahsına ve ailesine servet yığmada değil, sadece ve sadece tüm Müslümanlara, her iki dünyayı kuşatan bir mutluluk getirmede kullanmış bulunmaktadır.
Hz. Peygamber’in pek çok sıfatı bulunmaktadır ki, bunların en başında şüphesiz Peygamber olması ve devlet başkanlığı gelir. Son Peygamber’in artık ebediyen peygamberlikte bir mirasçısı olmayacaktır. Bu bakımdan peygamber olarak sahip olduğu haklarının bir başkasına devri ve miras kalması düşünülemez. O’ndan sonra devlet başkanlığına ise halkın biat ettikleri veya seçtikleri kimseler geçecektir. Hz. Peygamber’in devlet başkanı sıfatıyla sahip olduğu haklara gelince, bunların kendinden sonra gelen başkanlara intikali söz konusu olacaktır. Biz burada bu çeşit hakların hepsinden değil, sadece mali olanlarına mezhepler açısından temas edeceğiz.
Hanefiler, Hulefâ-i Râşidî’nin tatbikatına dayanarak Rasûlullah’ın vefatıyla gerek O’na ve gerek akrabalarına ait hisselerin düştüğünü iddia ediyorlar. Onlara göre Hz. Muhammed (sav), devlet başkanı olma sıfatıyla değil, peygamber olma sıfatıyla bu hakka sahiptir. İmam Şafii ise, O’na ait hissenin, vefatından sonra devlet başkanlığına geçecek olan halifelere intikal edeceği görüşündedir. O’na göre, nasıl ki Hz. Peygamber, gelen heyetlere ve elçilere hediyeler vermek şeklinde bazı harcamalarda bulunmuştur, aynı şekilde halifelerin de bu tür harcamalarda bulunmaya ihtiyaçları vardır. Şafii’ye göre, devlet başkanları, Hz. Peygamber gibi kendilerini âmme işlerine vakfettiklerinden bu hisseye kifayet ölçüsünde sahip olurlar. Şafii, aslında fey´ ve ganimetlerden Rasûlullah’a düşen hissenin, O’nun vefatından sonra halifelere şahsi bir mülk ve hak olarak değil, sadece âmme menfaatı için harcanmak üzere intikal edeceği görüşündedir ki, bunu biz gerek kendi eserinden ve gerek Maverdi’den açıkça öğreniyoruz. Ancak Kasanî (v. 587 )’nin ifadesinden anlaşıldığına göre, Şafii devlet başkanının da bu haklardan şahsen faydalanabileceği görüşündedir. İmam Şafii gibi, bu hisseyi, âmme menfaatlerine harcanmak üzere tamamiyle devlet başkanının emrine veren daha başkaları da vardır. Hanbeliler, Rasûlullah’a ait hissenin, 0’nun vefatından sonra, doğrudan âmme menfaatlerine, kamu hizmetlerine ve yatırım işlerine harcanacağı görüşündedirler.