Thomas Hobbes (ö. 1679), “İnsan insanın kurdudur” (Homo homini lupus) demiş. İslâm dünyasında da Hobbes’tan yaklaşık 600 yıl önce Endülüslü Zâhirî âlimi İbn Hazm, “İnanın insandan çektiği acıları, insan yırtıcı hayvanlardan çekmemiştir” der. Elbette bu sözler, insan hakkında çok kötümser bir anlayışı yansıtmaktadır. Çünkü insanı sadece kötülük eden, acı çektiren bir varlık mertebesine indirmektedir. Ancak, yine de bu görüşlerin gerçeğin bir yönünü ifade ettiği inkâr edilemez. Doğrusu insan ne sadece kurt ne de sadece kuzudur, onun tabiatında her iki örnekle de uyuşan ve uyuşmayan yönler vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, insanın bu ahlâkî çift kutupluluğuna işaret eden âyetlerden birinde, Allah’ın insan varlığına hem iyilik etme hem de kötülük etme yeteneğini verdiği, kendisini kötülükten arındıranın kurtulduğu, kötülükle kirletenin ise büyük kayıp içinde olduğu bildirilmektedir (Şems 91/8-11).
Öyle anlaşılıyor ki, dinî bakımdan inkâr bir sapma olduğu gibi, ahlâk bakımından sevgisizlik ve şiddet de sapmadır. İlâhî dinlerin asıl işlevi bu iki alanda (dinde ve ahlâkta) sapmaları önlemektir. Çünkü ilâhî din, bütün öğretilerinin en başında, bir yandan insanoğlunu Yüce Yaratıcısını tanıyıp O’na saygısını gerektiği şekilde göstermeye, diğer yandan da yaratılmışa sevgi duyup, şefkat ve merhamet edip, yardım ve himaye ile muamele etmeye yöneltir. Dinî bir terim olan hidayetin tam olarak anlamı da budur. Mekke döneminde inen âyetlerin nüzûl sırasına göre içerikleri incelendiğinde insanın bu iki temel ödevinin ne kadar kesin bir şekilde öne çıkarıldığı açıkça görülecektir. İslâm bilginleri, bütün İslâmî ödevleri, “Allah’ın buyruğuna saygı, yaratılmışlara şefkat” şeklindeki bir formülle özetlemişlerdir.
Çoğunlukla farklılıklar ve ayrılıklar sevgisizliği, birlikler ve ortaklıklar sevgiyi hazırlar. En geniş ve sürekli sevgilerin akrabalar, dostlar, ortak inanç ve değerlere sahip kişiler arasında bulunduğu bir gerçektir. Kur’an’da, Mekke putperestlerinin Hz. Peygamber’e karşı düşmanlıklarını kırmak için, “O içinizden gelmiş bir peygamberdir” şeklinde ifadelerin kullanılması bundandır. Yine âyetlerde insanlar arasındaki sevgi birliğini gerçekleştirmek için, bütün insanlığın aynı atadan ve anadan geldiğinin hatırlatılması da bu bakımdan anlamlıdır. Hz. Peygamber de, “Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır, Âdem de topraktandır” (İbn Hanbel, Müsned, II, 361, 524; Tirmizî, “Edeb”, 111) anlamındaki sözleriyle, insanlar arasında olması gereken, onların tabiatıyla uyuşan ilişki biçiminin sevgi olduğuna dikkat çekmiştir. Peygamber efendimiz bu hususu, “Bütün insanlık bir ailedir” (Müslim, “Itk”, 16) anlamındaki sözleriyle de gayet veciz ve kuşatıcı bir şekilde ifade etmişlerdir.
İçerikleri bakımından sevgi pozitif, nefret negatif kavramlardır; yani sevginin amacı yaşatmak; nefret, düşmanlık ve şiddetin amacı yok etmektir. Sevgisizliğin en ileri derecesinde sevmediğini yok etmek vardır. Sevgisizliğin en büyük dışa yansıması olan savaşlar bundan dolayı yapılır. İnsanın sevmediği birini görmek istememesinin sebebi de budur. Böylece o, sevmediği birini ontolojik olarak yok edemiyorsa zihinsel olarak yok etmiş olur. Onun için Peygamberimiz sılairahmi önemle tavsiye etmiş; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size öyle bir şey söyleyeyim ki, ona yaparsanız birbirinizi seveceksiniz: Aranızda selâmlaşmayı yaygınlaştırınız” buyurmuştur (Buhârî, “İman”, 20; Müslim, “İman”,93).
Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber’i en kuşatıcı bir şekilde tanımlayan âyetinin, “Seni âlemlere (canlı cansız bütün varlıklara) rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 21/107) meâlindeki âyet olduğu söylenebilir. Çünkü o, âlemlere rahmet olmasının bir sonucu olarak, bizzat kendisi bütün varlıkları kuşatan bir sevgi zenginliğine sahip olduğu gibi, insanlara birbirlerini, hayvanları ve bitkileri sevmeye; ekolojik dengeyi korumaya teşvik eden pek çok öğütler vermiştir. Onun vasıtasıyla insanlar, dünya ve âhiret hayatlarını mutlu kılma imkanlarına kavuşmuşlar, gerçek anlamda insan olmanın onurunu hatırlamışlardır. Onun geldiği çağda insanlık onuru çiğneniyor; sosyal hayatın yapısını acımasızlık ve şiddet taraftarı güçler belirliyor, insanlar tanrı diye elleriyle yaptıkları putlara tapıyor; yoksullar, arkasızlar, köleler, kadınlar, kız çocukları ezilip horlanıyordu. O, getirdiği ve hayata geçirilmesi uğrunda ömrünü tükettiği dinî ve ahlâkî prensipler ile insanlık için bir rahmet olmuştur.
Savaşın, şiddetin, baskı ve zulümlerin, -baş döndürücü gelişmeler kaydeden teknolojik araçları da kullanarak- insanlığa kan kusturduğu, giderek küresel bir hal alan ahlâkî yozlaşmaların insanlık için utanç ve elem verici bir düzeye ulaştığı günümüz dünyasında insanlığın onun rahmet ve sevgi dünyasına ne kadar muhtaç olduğunu derinden hissediyoruz. Kendisinden kötüler hakkında beddua etmesi istendiğinde, o güzel Peygamber, “Ben bedduacı olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim” (Müslim, “Birr”, 87); “Ben, rahmet ve hidayet rehberiyim” (Dârimî, Sünen, “Mukaddime”, 3) buyurmuştu. İnsanlık bugün onun rehberliğine öyle muhtaç ki!
Hz. Peygamber’in, kendisine Hira’da gelen ilk vahyin büyük dehşetini ve sarsıntısını yaşadığı sırada sevgili eşi Hz. Hatice’nin onu teselli ederken söylediği aşağıdaki duygulu ifadeler, Allah Resûlü’nün, -Kur’an’da da belirtildiği gibi (Kalem 68/4)- üstün ahlâkını, ulaşabildiği herkes için rahmet ve şefkat kaynağı olduğunu anlatmaktadır:
“Korkma ey Muhammed, Allah sana zarar vermez. Çünkü sen dürüst bir insansın. Sözün doğrusunu söylersin. Emanete hıyanet etmezsin. Yakınlarınla ilgilenirsin. Güzel ahlâklısın... Korkma! Allah seni asla utandırmaz, üzmez. Çünkü sen akrabana yardım edersin. Çaresizlerin, güçsüzlerin yükünü taşırsın. Yoksullara kimsenin vermediğini verir, herkesten daha çok iyilik edersin. Misafir ağırlar, felakete uğrayanlara yardım edersin.”
Bu sözler, herkesi yakından ilgilendiren, insanoğlunun insan olma özelliğini, sorumluluğunu ve onurunu kaybetmeden var olmaya devam edebilmesi için her çağda muhtaç bulunduğu temel erdemler bakımından Peygamber’in nasıl derin bir insanlık sevgisine, nasıl yüksek bir ahlâka sahip olduğunu gösterir. Bunlar, Peygamber’in Kur’an’da “üstün ahlâk sahibi”, “âlemlere rahmet” ve “güzel örnek” olarak nitelenen yüce kişiliğinin her çağa hitap eden boyutudur. Herhalde günümüz müslümanların yaşadığı onca sorunun temelinde şu üzücü gerçek bulunmaktadır: Günümüz Müslümanları bilgi, ahlâk ve yaşayış olarak kendi peygamberlerinin uzağında kalmışlardır; bu yüzden de onu doğru temsil edemiyor, çağımıza doğru anlatamıyorlar.
Biçimi ve tezahürü farklı da olsa özü itibariyle inkâr, şirk ve bunlarla çok yakın ilgisi bulunan ahlâkî sapmalar her devirde görülmüştür, bugün de az çok yeni şekiller alarak devam etmekte, üstelik çağın şartları sonucu küresel insanlık sorunları doğurmaktadır.
Açıkça ve büyük bir üzüntüyle görüyoruz ki, insan oğlunun maddî, biyolojik, cinsel, siyasal vb. tutkularını dizginleyip düzene sokan dinî ve ahlâkî engellerin zayıflaması bugün aşırı tüketim ve israf, cinsel sapkınlık ve cinsel istismar, savaş ve şiddet gibi çok ağır problemler doğurmuştur. Her biri artık doğal dengeleri bozacak, binlerce yıllık insanlık birikimleri olan kültürel zenginlikleri yok edecek düzeyde küresel tehlikeler halini almış bulunan bu büyük sorunları aşmada insanlığın elinden tutacak olan, küresel sorunlara o boyutta çareler içeren tek kaynak ancak “küresel rahmet” olabilir (“rahmeten li’l-âlemîn” anlamı tam da budur).
Tarihsel tecrübe gösteriyor ki, insanoğlu gönlünü, zihnini, iradesini ve hayatını o rahmete açtığı, onu anlama, yaşama ve yaşatma çabasını içtenlikle gösterdiği dönemlerde kendi insanlığının, genel olarak varlığın ve hayatın anlamını ve amacını kavramış; sınırlı ömrünü, boş hevesler için tüketmek yerine hayır ve bereketi ebediyetlere ulaşan “salih ameller”e (Kehf 18/46; Meryem 19/76) yöneltmeyi ve böylece hayatını “güzel hayat” (Nah16/97) haline dönüştürmeyi başarmıştır.
Günümüzdeki global sorunları çözmek için ihtiyaç duyulan global etik arayışının, o rahmet peygamberini dışarıda bıraktığı sürece, başarı şansı olmayacaktır. Bu bakımdan aşağıdaki anekdot, Allah Resûlü’nün, ağır insanî ve ahlâkî sorunlar yaşayan günümüz dünyası için de kurtarıcı ve rahmet olan kişiliğini yansıtan çok ilgi çekici belge değeri taşımaktadır:
Mekke’de müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskısı dayanılmaz boyutlara ulaşınca bir kısım müslümanlar, Allah Resulünün izni uyarınca Habeşistan'a sığındılar. Fakat Mekke müşriklerinin gönderdiği heyet Habeşistan hükümdarından sığınanları iade etmesini istedi. Hükümdar önce tarafları dinlemeyi uygun gördü. Müslümanların sözcüsü Cafer b. Ebu Talib'in yaptığı konuşmada şu çarpıcı ifadeler yer alıyordu:
"Biz vaktiyle Câhiliye halkı olarak putlara tapar, ölü eti yerdik, yakınlarımıza ilgisiz kalır, komşularımıza kötülük ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi; daha birçok çirkin işler yapardık. İşte Allah bize Peygamberimizi göndermezden önceki halimiz bu idi... O Peygamber bize doğruluğu öğretti; emanete sadık kalmayı, akrabamıza ilgi göstermeyi, komşularımıza iyi davranmayı, insanların haklarına ve hayatlarına saygılı olmayı emretti. Çirkin davranışları, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, namuslu kadınlara iftira atmaya yasakladı."
Sonuç olarak biz müslümanlar bugün kendi insanımızın ve insanlık âleminin yaşadığı küresel sorunları doğru anlar ve doğru anlatırsak, aynı şekilde bu Peygamber’i doğru tanır ve tanıtırsak, emin olmalıyız ki, yüce Allah da engin sevgisi ve rahmetiyle bize umulmadık kapılar açacak (Talâk 65/3); bu sayede Rahmet Peygamberi’nin tarihte gerçekleştirdiği büyük dönüşümü yeniden gerçekleştirebilir; bireysel, toplumsal ve küresel planda, özünü sevgi ve merhametin oluşturduğu yeni bir inşa projesi üreterek insanlığa sunabiliriz.