Rasûlullah'ın hayatı, her sınıftaki insan topluluklarına ve insanoğlunun her bir ferdine her zaman en güzel örnek teşkil ettiğinin sayısız örnekleriyle doludur. O'nun hayatı, üstün ahlakın, güzel âdetlerin, asil ve mutedil duyguların ve insanlığı şehvet bataklığına düşmekten kurtaran üstün meziyetlerin hakim olduğu bir hayattır. Zengin ve varlıklı, fakir ve yoksul, yöneten ve yönetilen, zayıf ve kimsesiz, fatih ve muzaffer bir komutan, öğretmen ve öğrenci, vaiz ve mürşid, aile reisi, tüccar ve esnaf, işveren ve işçi, kısacası her çeşit insan, O'nun hayatında örnek alacağı gerçekleri bulabilir.
Hz. Peygamber’in örnekliği, Kur'ân ve sünnet temeline dayanan konulardan biridir. İslam uleması, birçok konuda olduğu gibi, Hz. Peygamber'in örnekliği, modelliği ve rehberliği konusuna da parçacı bir yaklaşımla değil bütüncül açıdan bakmış ve Kur'ân'ın Hz. Peygamber'in konumunu tesbit ve tayin edici âyetlerini birlikte ele alıp değerlendirmeyi daha doğru bir yöntem olarak benimsemiştir. Bu sebeple, peygambere iman, peygambere itaat, peygambere ittiba, peygambere muhalefet vb. konular ile peygamberin örnekliği birbiriyle bağlantılı mütalaa edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in örnekliğine kelime manasıyla işaret eden yegâne âyetin anlamı şöyledir: "Gerçek şu ki, Allah'ı ve ahiret gününü korku ve ümitle bekleyen ve O'nu her daim anan kimseler için Allah'ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder."
Âyette geçen "üsve" kelimesi, uyulacak, taklit edilecek örnek, model, numune anlamına gelir. Birini örnek alan kimse, uyduğunun her halini taklit eder; O'nun tavır ve tarzına uyar; âdeta O'nunla aynileşir. İslam inancı açısından üsve, yani örneklik ve modellik iyilik, güzellik ve hayırda söz konusudur. Bu âyet, Müslümanın hayatında Peygamber'in sünnetinin önemini de ortaya koymaktadır. Zira Allah Rasûlü'nün üstün bir karaktere sahip olduğunu, örnek bir hayat tarzı sergilediğini Kur'ân açıkça beyan etmektedir.
Hz. Peygamber'in örnek hayatının, ümmete örnek sayılmaması, onların hayatına yön veren ve yol gösteren bir hüccet olmaması, bir yöntem ve metod kabul edilmemesi, İslam'ın en son ve en mükemmel din oluşuyla bağdaşmaz. Bu sebeple Allah elçisinin 23 yıllık peygamberlik süresi içinde ortaya koyduğu hayat tarzı (sîret), bütün ümmetin dinî, siyasî, sosyal ve ahlaki hayatı için son derece önemli hükümler ve düsturlar ihtiva etmektedir. Peygamberimizi'n şu hadisi, Kur'ân'ın birçok âyetinin işaret ettiği gerçeklerin bir özü sayılabilir:
"Hiç şüphesiz sözün en doğrusu Allah'ın Kitabı'dır. Rehberliğin ve yol göstericiliğin en güzeli Hz. Muhammed'in rehberliğidir. İşlerin en şerlisi sonradan ortaya çıkanlardır (muhdesât). Sonradan ortaya çıkan her şey bidattır. Her bidat dalalettir. Her dalalet insanı cehenneme götürür."
İslam alimleri; Kur'ân-ı Kerim'de, Rasûl-i Ekrem'in hadislerinde ve sahabenin sözlerinde geçen “sebîl", "sırât-ı müstakîm" ve "üsve-i hasene" terimlerinin sünnet mefhumunu ifade eden kelime ve tabirler olduğunu söylerler. Bu tabirlerin hepsi, girilen, takip edilen ve ittiba olunan yol, örnek alınacak model anlamına gelir; Rasûlullah'ın, ashabının ve müminlerin müştereken uydukları bu yolun adı sünnettir.
İslamiyetin hayret verici bir şekilde sağladığı o muazzam kültür birliğinden bahseden oryantalist Johann Fück, bunun sebebini, her Müslümana ideal bir örnek (el-usvetu'l-hasene) teşkil eden Hz. Peygamber'in sünnetinde bulmakta ve şöyle bir neticeye varmaktadır: "Sünnet, İslamiyetin çehresini yaratmış ve bugün İslam âleminin her yerinde rastladığımız o karakteristik çizgileri O'na vermiştir." Bu noktada Kur'ân'ın Hz. Peygamber'i tanıtımı ve tavsifi, onu nasıl bir konuma yerleştirdiği bizim için büyük önem taşır, zira örnek ve nümûne-i imtisal olan bir kişinin bütün nitelikleri en ince teferruatına kadar bilinmeli ve hayatı herkes tarafından bütün ayrıntılarıyla incelenebilmelidir. Bu konudaki veriler de en sahih bir şekilde sonraki nesillere intikal etmiş olmalıdır. Hz. Peygamber'in hayatı bu açıdan bakılınca insanlık tarihinde eşsizdir.
Kur'ân, Peygamber'in insanüstü veya ilahî olmadığını, tamamen insan olduğunu birçok kez tekrarlar; Hz. Peygamber de bu ilahî gerçeği her vesile ile tekrar tekrar tasdik etmekten asla bıkıp usanmaz. Hz. Peygamber'in örnekliği açısından da büyük önem ifade eden bu konu ile ilgili olarak, muhakkik ulemanın kanaati, Rasûl-i Ekrem'in her davranışının vücubiyet veya mendubiyete hamlolunamayacağı, sadece mübahlık ifade ettiği yönündedir. Çünkü Hz. Peygamber mubah, mendub ve vacib olan bir fiili işler; fakat haram kılınmış günah fiilleri asla işlemez. Şayet sehiv eseri olarak küçük günahlardan olan bir fiil işlerse, o hal üzere bırakılmayıp, davranışlarının delil alınması iptal olmasın diye, Cenâb-ı Hak tarafından hatası açıklanır. Rasûlullah'ın işlediği bir fiile bakılır, karineler o fiilin Allah'a yakınlık maksadıyla yapılan bir iş olduğuna delalet ediyorsa ona ittiba olunur, aksi takdirde ittiba müstehap olmaz. Yaptığı iş mubah cinsinden bir şey ise dileyen uyar, dileyen uymaz. Örneklik, ittiba olunması farz/vacib sayılan konularda olduğu kadar, mübahlık ifade eden alanlarda da söz konusudur.
Hz. Peygamber'in örnekliği ve modelliği bütün sünnet türlerini kapsayıcı bir özellik taşır. Sünnetin her çeşidi haktır ve onda batıla yer yoktur. Örneklik, ibadetler veya şerî hükmü farziyet, vücubiyet ve mendubiyet ifade eden amellerle sınırlandırılmamıştır. Muhaddislerin sünnet tarifi, Hz. Peygamber'in örnekliği yönündeki Kur'ân naslarına ve sünnet malzemesindeki emir ve tavsiyelere daha uygundur ve genel kabul de bu yöndedir. Onların tarifi şöyledir: "Sünnet, şerî bir hükme medar olsun veya olmasın, Hz. Peygamber'in bütün sözleri, filleri, takrirleri, O'nun yaratılışı, ahlakı ve sîreti ile ilgili bütün bilgilerdir."
Sünnet, dindeki deliller hiyerarşisinde Kur'ân'dan sonra ikinci sırada olma özelliğine sahiptir. Hz. Peygamber'in hadislerinde, sahabe ve tabiînin sözlerinde varid olan sünnet lafzı, umumî şerî anlamında olup, itikad, ibadet, muamelat, ahlak, adab vb. hayatın her alanını içine alır.
İslam idealinin ihtiyaç duyduğu somutlaşmayı sünnet sağlamıştır. Görüşün somutlaşması ya da idealin gerçekleşmesi olarak sünnet, teoriyi realiteye çevirmiştir. O'nda İslam'ın değerlerine biçim verilmiş ve yaşatılmıştır. Sünnet, Hz. Muhammed (sav)'in Allah'a kulluğunun pratiğidir. Ömrünün son yirmi iki yılını alan bu kulluk hayatı, vefatından sonra da tüm müminlere rehber olmuştur. Hz. Peygamber'in sünneti üzerinde düşünmek ve onu tatbik etmek; intikal kabiliyeti, hareket, düşünce, hayat ve tarih arasındaki irtibatı desteklemiştir. Hz. Muhammed (sav)'in sünnetinin milyonların öğretmeni olmasının sebebi budur.
Sünnet malzemeleri, her biri Müslümanların hayalinde bir Muhammed (sav) imajı oluşturan dört ayrı grupta toplanmıştır:
Bunların her biri, O'nun örnekliğinin, model oluşunun ve kılavuzluğunun ne denli kapsamlı olduğunun hayata yansıyan göstergeleridir.
Hz. Peygamber'i örnek alma ve sünnete uyma konusunda şu ana esaslardan söz edilebilir:
Bir kimsenin hem insanlara örnek olarak gönderilmiş olması hem de Allah'ın hoşnut olmayacağı ve günah saydığı filleri işlemesi birlikte düşünülemez. Bu sebeple bütün peygamberler ismet sıfatı ile muttasıftırlar. Bilerek ve kasden Allah rızasına aykırı bir davranış içinde bulunmazlar. Yanılmaları sonucu yaptıkları hatalar, unutmaktan kaynaklanan kusurlar Cenâb-ı Hak tarafından uyarılmalarına vesile olur. Bu hata ve kusurlar örneklik veya ahkam konusu olarak ümmete yansımaz. Rasûl-i Ekrem'in tebliği zedeleyecek herhangi bir şey yapmaktan masum olduğu Kur'ân'ın delaleti ve ümmetin icmaı ile sabittir. Dolayısıyla bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten korunmuş olduğu yönündeki görüş en doğru yaklaşımdır. Hz. Peygamber'in hataya düşmesinin mümkün olduğunu kabul edenlere göre ise, böyle bir durumda Allah Teâlâ tarafından hemen uyarıldığı ve tashih edilip düzeltildiği hususunda icma vardır.
Rasûl-i Ekrem'in şeriatı tebliğ konusunda masum olduğu ve Allah tarafından kendisine gelen vahye dayandığında hiçbir Müslüman şüphe etmez. Genel kabul gören anlayış ve yaklaşıma göre, Peygamber Efendimiz'in bu konularda ortaya koyduğu sünnetleri de vahyin eseridir. O'nun Allah'tan aldığı vahyin sadece Kur'ân'dan ibaret olmadığı yine Kur'ân'ın âyetlerinden ve Allah tarafından kendisine bahşedilen vasıflarından anlaşılmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyeti, Hz. Peygamber'in her söz ve davranışında Rabbinden bir beyyine üzere olduğunu açıkça belirtir.
Tebliğ ile ilgili hususlarda durum böyle olunca, ümmete doğru olarak intikal etmiş, hatalı olduğu Cenâb-ı Hak tarafından ifade edilmemiş bütün sünnet çeşitlerinin ümmet için tüm zamanları kapsayacak şekilde geçerli kılavuz ve örnek olduğu açıktır. Fakat bu sünnet çeşitlerinin her birinin bağlayıcılığının aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim İslam alimleri başlangıçtan itibaren bu farklılığa dikkat çekmiş, sünneti bu açıdan bir ayrıma tabi tutmuşlardır.
Cenâb-ı Hakk'ın Peygamber'e imanı, itaati, ittiba ve iktidaı emreden âyetleri gayet sarih olarak ortadadır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz de müminleri kendisine itaata, sünnetine sarılmaya ve muhalefetten sakınmaya davet etmişlerdir. Bu gibi durumlarda bizzat Hz. Peygamber'in kendisinin nezaret ettiği uygulamayı görebilmek için sahabenin hayatına bakmamız gerekecektir. Sahih rivayetler bize bu konuda oldukça yeterli malzeme sunmaktadır. Sahabe, Peygamberimiz'e iman, itaat ve ittiba ile ilgili âyetler nazil oldukça, O'nun izni olmadan veya kendisinin tasvibini almadan herhangi bir uygulama yapmayı uygun görmemişlerdir. Aynı zamanda sahabeler, Hz. Peygamber'in hükmü dünyalık konularla ilgili bir ictihad ise O'nun nasıllığını ve niçinini kendisine sormuşlar; dinî konularda bir ictihad vaki olduğunda ilgili hükmün işaret ettiği noktalarda kendisiyle konuşup tartışmışlar; kendisine Allah tarafından indirilen bir hüküm ise, hikmetini anlamak için Hz. Peygamber'e sorup gerçeğin ne olduğunu kavramaya çalışmışlardır. Bunların hiçbiri Peygamber'e itiraz anlamına gelmez, sahabelerin, Hz. Peygamber'in birtakım davranışlarını nedenlerini bilmeden ve sebeplerini sormadan taklit edip uyguladıkları da bilinmektedir.
Sahabenin, bazı kere Kur'ân'ın veya sünnetin herhangi bir lafzını vazolunduğu anlamın dışında anlayıp yanlış uygulamaya yöneldiği olmuş, bu durum Rasûlullah tarafından tashih edilmiştir. Sahabe bazı kere de bizzat kendi insiyatifiyle bir davranışta bulunmuş ve bu davranışı yanlış bulunarak Hz. Peygamber tarafından düzeltilmiştir. Bunlar da "örnek nesil" diye anılan sahabenin Hz. Peygamber tarafından ne kadar büyük bir titizlikle eğitildiğinin örnekleridir.
Sahabenin bir başka önemli davranışı da, Peygamber Efendimiz'den uzakta iken karşılaştıkları problemleri halletme yöntemidir. Onlar böyle durumlarda bir meselenin hükmünü önce Kur'ân'da, bulamazlarsa sünnette arıyorlar, onda da bulamazlarsa ictihad ediyorlardı. Rasûlullah'ın huzuruna geldiklerinde durumu kendisine arz edip tasvibini alıyor, yanlışları varsa düzeltiyorlardı. Sahabenin, Hz. Peygamber'in sünnetine aykırı bir davranış sergilediklerine dair herhangi bir örneğe rastlamıyoruz.
Netice olarak;