15 Ağustos 2011

İbadet kavramı İslam Ansiklopedisinde “Kulun Allah'a karşı sevgi, saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleri için kullanılan terim” olarak tanımlanmış.

Biz insanlar bütün düşüncelerimizi tanımlar üzerine kurarız. O yüzden, işin aslını bilelim bilmeyelim, her gördüğümüzü, duyduğumuzu kendimizce tanımlar ve hemen zihnimizde var olagelen diğer tanımlar arasında bir yere oturtuveririz. Eğer zihnimizdeki bu tanımların inşaları ve yerleşimleri doğru (ya da doğruya yakın) ise zihin ülkemizin yapıları sağlam, yerleşim örgüsü de (komplike olsa bile) tutarlı, anlaşılır ve kullanışlı olur. Değilse, iyi tanımlanmamış kavramlar binamız bir iki sorgulamada yıkılmaya hazır, beyin ülkemiz de içinden çıkılamayacak ve insanı hiçbir amaca götüremeyecek denli karmaşık ve tutarsız olur. İşte bu yüzden öğrenmek istediğimiz, üzerinde düşündüğümüz her kavramın kapsamlı, tutarlı ve hedefi tam tanımlar bir açıklıkta olması sağlam düşünmenin olmazsa olmazıdır.

İbadet tanımının unsurlarına bakalım; bir defa tanımda ilk göze çarpan insanın “kul” olarak vasıflandırılması. Bunu kabul etmediğinizde arkasından gelen hiçbir açıklamanın değeri yok. İnsan bir “kul”dur, onu yaratan, varlığını sürdürmesine imkan veren bir “Rabb”i vardır.

Yukarıdaki tanımın unsurlarına bakalım; bir defa tanımda ilk göze çarpan insanın “kul” olarak vasıflandırılması. Bunu kabul etmediğinizde arkasından gelen hiçbir açıklamanın değeri yok. İnsan bir “kul”dur, onu yaratan, varlığını sürdürmesine imkan veren bir “Rabb”i vardır.

Sonra kul Rabbine sevgi, saygı ve bağlılığını göstermek istemektedir. Niçin? “Sevgi, saygı ve bağlılık” bunların hepsi birer duygudur ve bu duyguların gösterilmesi gerekir. Allah duygularımızı bilmediği için değil. İnsanın psikolojik yapısı gereği gösterilmeyen duygu yok sayıldığı için. Göstermediğimiz sevgi, göstermediğimiz öfke, göstermediğimiz şükran, göstermediğimiz hüzün, göstermediğimiz takdir ve minnet..bunların hepsi ve daha pek çok duygu gösterilmediğinde, sağlıklı kanallardan dışımıza yansımadığında yaşanmamış sayılırlar.

Son olarak da tanıma göre Allah’a karşı bağlılığımızı duygu, düşünce ve davranışlarımızla ortaya koymamız gerekiyor. Buna göre düşüncelerimiz o bağlılığa uygun olacak, duygularımız o bağlılığa uygun olacak ve davranışlarımız o bağlılığa uygun olacak. Buna kişisel tutarlılık deniyor. Sağlıklı bir kişide düşüncelerle duygular, duygularla davranışlar arasında tutarlılık vardır. Yani “sen benim içime bak” diyenler bu açıdan kişiliklerindeki sağlıksızlığı ifşa etmektedirler. İşte bu nedenle davranışlar iç dünyanın tek bilinme yoludur. (psikolojiye ruh bilim” yerine “davranış bilim” denmesini hatırlayalım.) Kur’an-ı Kerim’de de tamamen bir iç dünya hali olan münafıklık hep davranışlar yoluyla tanımlanmış ve mesela namazı üşenerek kılmanın bir münafıklık göstergesi olduğu açıklanmıştır. (Nisa 142)

İbn Kayyım el-Cevzi ibadetin hem sevgi hem de itaat içermesi gerektiğini söyler. Sevgisiz itaat bir mesleği sevmediği halde para için icra edenin durumuna benzer. Hiç yoktan iyidir. İtaat içermeyen bir sevgi ise sadece bir iddiadan ibarettir, samimiyetsizlik ve iki yüzlülüktür.

İbadetlerin olmazsa olmaz unsuru olan “niyet” sıradan davranışları bile kişiye sevap kazandıran amellere dönüştüren bir sihirli değnektir. Bir şeyi niçin yaptığımızın bilinci, diyebileceğimiz niyet tamamıyla kişiseldir ve iç dünyamızda olup biter.

İbadetlerin olmazsa olmaz unsuru olan “niyet” sıradan davranışları bile kişiye sevap kazandıran amellere dönüştüren bir sihirli değnektir. Bir şeyi niçin yaptığımızın bilinci, diyebileceğimiz niyet tamamıyla kişiseldir ve iç dünyamızda olup biter. Dille ifade edilmesi sadece kişiyi “acaba niyet etmiş miydim” kuşkusundan (evhamdan) kurtarmak içindir.

Aslında bütün günlük davranışlarımız onları niçin yaptığımıza bağlı olarak ibadet yerine geçer (ubudiyyet). Buna göre bir yetimin başını okşamak da ibadettir. Ama İslami bir kavram olarak ibadet dediğimizde dinin belirlediği belli şekilleri olan davranışlarla Allah’a olan bağlılığımızı ve itaatimizi ortaya koymayı anlıyoruz (ibadet). Buna özel anlamda ibadet denir ve İslâm'ın temel şartlarını teş­kil eden namaz. oruç. zekât ve haccın ya­nında kurban kesme, itikâf, dua, Kur'an okuma, hayır ve infakta bulunma gibi davranışlar terim anlamıyla ibadetin en meşhur örneklerini oluşturur.

İnsan aklı yüce yaratana ibadet edilmesinin önem ve gerekliliğini kavrasa bile bunun nasıl ve ne şekilde ya­pılacağını bulamaz.

İbadet edip etmemeyi biz seçeriz ama nasıl ibadet edeceğimiz mutlak şekilde yaratıcı tarafından bildirilir. Tarih boyunca insanların bu alan müdahalesi hep inançlarda sapkınlık, kulların kendileri gibi kullara kulluk etmesi ve şirke düşmekle sonuçlanmıştır. Bu sebeple iba­detlerin yalnızca Allah'ın emrettiği, Resûl-i Ekrem'in açıklayıp gösterdiği tarzda yapılması esastır.

Bu an­layış sebebiyledir ki Kur'an'da emredilen ve Hz. Peygamber tarafından açıklanıp gösterilen şeklin dışındaki ibadet tarzla­rı dinde bid'at olarak nitelendirilir ve kı­nanır. Bu bağlamda bid'at, "Resûl-İ Ek­rem'in sünnetinde bulunmayan herhangi bir davranışın ibadet telakki edilmesi ve­ya mevcut ibadet şekillerinde arttırma veya eksiltme yapılması" anlamına gelir.

Bugün bazılarının ibadet etmek için hikmetlerini anlamayı şart görmesi tam anlamıyla şeytanın bir tuzağıdır. Çünkü hikmet arayışı bir ömür boyu sürer ve biz bir ibadeti ifa etmek için onun tüm hikmetlerini anlamayı beklersek ömür biter de ibadet etmeye hiç sıra gelmeyebilir.

İbadetler dinin amelî hükümlerinin ilk halkasını teşkil eder ve dinin dışa akseden simgeleri (şeâir) olarak anılır.

Şeair kelimesinin tekili olan “Şiar” parola demektir. Parolanın işe yaraması için bilinmesi ve yeri geldiğinde kullanılması yeterlidir. İlla bütün anlam ve sembolik değerini bilmek gerekmez. Bugün bazılarının ibadet etmek için hikmetlerini anlamayı şart görmesi bu açıdan tam anlamıyla şeytanın bir tuzağıdır. Çünkü hikmet arayışı bir ömür boyu sürer ve biz bir ibadeti ifa etmek için onun tüm hikmetlerini anlamayı beklersek ömür biter de ibadet etmeye hiç sıra gelmeyebilir.

Çünkü ibadetler, dinin belli ölçüde biçimsellik ve sembolizm içeren bir yönü­nü temsil eder. Biz onları yerine getirdiğimizde anahtarı kilide uygun bir şekilde kullanmış oluruz. Kapı açılmıştır. Ama biz anahtarın bunu nasıl yaptığını bütün işlevleriyle bilmeyebiliriz.

Ayrıca hikmete ulaşma kapasitesi bakımından da Allah’ın kulları eşit değildir. Algılama, düşünme, idrak etme, sentez yapabilme süreçlerinde kulları aynı düzeyde görüp herkesin ibadetlerin feyzinden yararlanabilmesi için bütün hikmetlerini kavramasını şart koşmak büyük bir zulümdür. 

İşte tüm bu nedenlerle Allah’a teslim olmuş kullar O’ndan gelen her emre gücü nispetinde itaat eder, emri yerine getirir, bir yandan da yine gücü nispetinde hikmet peşinde koşar. İbadet etmeye başlamak için tüm hikmetleri kavramayı beklemez. Ama hikmeti hiç aramayıp, düşünmeden, akletmeden yapılan kulluğun derecesinin de yüksek olmayacağını bilir.