İki Hicret Sahibi: Esma b. Umeys (r.anha)

11 Ağustos 2014

Esma binti Umeys, Peygamberimiz’in eşi Hz. Meymune’nin kız kardeşi, amcasının oğlu Cafer bin Ebu Talip’in hanımıydı. İslam’ın ilk zamanlarında Mekke’de iman eden hanımlardandı. Sonra eşiyle birlikte Habeşistan hicretine katılmış, oradan da Medine’ye gelerek iki hicret sevabı kazanmıştı. Bundan dolayı Allah Rasûlü (sav) onlara daha fazla iltifat eder, özel muamele gösterirdi.

Tarihler bi’setin 7. yılını gösteriyordu. İlk Habeşistan hicretine katılan sahabiler tekrar Mekke’ye dönmüş; ancak Kureyş müşriklerinin işkenceleri gün geçtikçe daha da artmıştı. Sahabiler hicret için Peygamberimiz’den tekrar izin isteyince Efendimiz onlara yine Habeşistan’a gitmelerini söyledi. Akabinde, aralarında Cafer bin Ebu Talip ve eşi Esma validemizin de bulunduğu çok sayıdaki sahabi hicret için yola çıktı.

Hz. Cafer ilk Habeşistan hicretine katılmamıştı. Bu hicrette ise Efendimiz onu kafilenin başına koymuştu. Diplomatik işlerle o ilgilenecekti. Bu yüzden Habeşistan’da Müslümanlar adına Necaşi’nin muhatabı hep o olmuştu.

Esma validemizle Hazreti Cafer uzun yıllar Habeşistan’da kaldılar. Esma validemiz bu süre zarfında orada üç güzel çocuk dünyaya getirdi. Bunlar, Abdullah, Muhammed ve Avn bin Cafer’di. (İbnu Hacer, a.g.e. s.477) Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde de onlar Habeşistan’daydı.

Peygamberimiz’in Medine’ye hicret ettiğini öğrendiklerinde Medine’ye gitmek için büyük iştiyak duymuşlardı. Ancak Efendimiz onlara Habeşistan’da kalmalarını emretti. O’ndan yeni bir emir gelene kadar Habeşistan’da yaşamaya mecbur oldular. Öyle ki Müslümanlar ile müşrikler arasında yapılan Bedir, Uhud ve Hendek gibi en önemli savaşları göremediler. Başta Hz. Cafer olmak üzere birçok sahabi bu savaşlarda Allah Rasûlü (sav)’nün yanında bulunamamanın üzüntüsünü ve burukluğunu yaşadı. Esma validemiz işte bu yüzden çoğu zaman eşinin durgun haline şahit olur, onu teselli etmeye çalışırdı.

Tarih bu kez hicretin 7. yılını gösterirken beklenen emir bir mektupla Necaşi’ye ulaştırılmıştı. Efendimiz Habeşistan muhacirlerinin Medine’ye gönderilmesini istiyordu. Bu haber tüm muhacirler arasında bayram havası estirmişti. O sıralarda Peygamberimiz de ordusuyla Hayber seferine çıkmıştı.

Esma validemiz Medine’ye gelince ilk olarak Peygamberimiz’in evine gidip Hafsa validemizin yanına geçti. O sırada Hz. Ömer de kızının yanındaydı. Hz. Esma’yı görünce Hz. Hafsa’ya dönüp:

“Bu kim” diye sordu. Hafsa validemiz:

“Esma binti Umeys” yanıtını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Esma validemize takılarak:

“Vay bu Habeşli Esma mı, bu bahriyeli (denizci) Esma’mı” diyerek latife yaptı. Esma validemiz:

“Evet” deyince, Hz. Ömer:

“Biz hicrette sizi geçtik ve biz Peygamber’e sizden daha layık olduk” dedi. Bunun üzerine Hz. Esma, Ömer efendimize dönerek:

“Allah’a yemin olsun ki hayır. Siz Peygamberle bera­berdiniz. O, açlarınızı doyuruyor, cahillerinize nasihat ediyordu. Biz ise uzak bir diyarda, ta Habeşistan’daydık. Bu sa­dece Allah ve Rasûlü yolunda katlanılan bir meşakkatti. Allah’a yemin ederim ki, senin söylediğini Rasûlullah (sav)’a anlatmadan bir şey yiyip içmeyeceğim. Ey Ömer! Biz orada eza görüyor ve tehdit ediliyorduk. Bu söylediklerini sana karşı haksızlık yapmaksızın ve dediklerine bir şey eklemeksizin Allah Rasûlü’ne anlatıp, soracağım” dedi.

Peygamberimiz geldiğinde Hz. Esma:

“Ey Allah’ın Nebisi! Ömer şöyle şöyle söyledi” dedi. Efendimiz de:

“Peki, sen O’na ne dedin” diye sorunca, Hz. Ömer’e söylediklerini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz:

“Bu konuda Ömer bana sizden daha layık değildir. O’nun ve arkadaşlarının bir tek hicreti var. Ey Gemi halkı! Sizin iki hicre­tiniz var” buyurdu.

Hz. Cafer olmak üzere birçok sahabi bu savaşlarda Allah Rasûlü (sav)’nün yanında bulunamamanın üzüntüsünü ve burukluğunu yaşadı. Esma validemiz işte bu yüzden çoğu zaman eşinin durgun haline şahit olur, onu teselli etmeye çalışırdı.

Peygamberimiz’in bu sözleri üzerine Esma validemiz istediğini alan birinin mutluluğunu yaşadı. Efendimiz’in dilinden duyduğu iki hicret sahibi olma payesi ona hicret yolculuğunda çektiği bütün sıkıntıları unutturmuştu. Sonraları kendisiyle hicret eden Habeşistan muhacirleri onun yanına geldiğinde hep bu hadisi sorarlardı.( İbnu’l Cevzi, Sıfatu’s-Saffe, s. 392, Kahraman Yayınları, 2006, İstanbul) 

Medine’de zaman ilerlemişti. Esma validemizin, eşiyle Habeşistan’dan gelişinin üzerinden bir yıl geçmişti.  Tarih hicretin 8. yılını gösteriyordu. Yapılan seferlerin etkisiyle İslam da gün geçtikçe daha çok yayılıyordu. Ancak Hz. Cafer’in, İslam’ın selameti için girişilen savaşlara katılamamış olması, içinde bir ukde olarak duruyordu. 

İşte bu yıl, Allah Rasûlü (sav) Bizanslıların üzerine bir ordu gönderme düşüncesindeydi. Bunun üzerine Hz. Cafer zaman kaybetmeden orduya katılacaklar arasına kaydoldu. Ordu yola çıkacağı sırada, Peygamberimiz, ordunun başına komutan olarak Zeyd bin Harise’nin geçmesini emretti. Eğer o şehit olursa bu kez Hz. Cafer’in, o da şehit olursa Abdullah b. Revaha’nın orduya komutanlık yapmasını söyledi. Abdullah da şehit olursa sahabilerin kendi aralarından birini komutanlığa seçmesini tavsiye ettiğinde, Medine’nin ufkunu matem havası kaplamıştı. Çünkü Allah Rasûlü (sav) ne söylerse olurdu. Demek ki Zeyd de Cafer de Abdullah da şehit olacaktı.

Hz. Esma eşini bu duygularla savaşa uğurladı. Geri dönmeyeceğinden emindi. Çok geçmeden de aynen Peygamberimiz’in buyurduğu gibi, Medine’ye, üç sahabinin de şehit olduğu haberi ulaştı. Diğer sahabiler gibi elindeki sancağı düşürmemek için yiğitçe mücadele eden Hz. Cafer, bir kılıç darbesiyle sağ kolunu, başka bir kılıç darbesiyle de sol kolunu kaybetmişti. Şehit olduğunda vücudunda doksan küsur yara vardı. Peygamberimiz, ashabına, onun uçarak cennete girdiğini haber verdi.( İbnu Hacer, a.g.e. s. 200)

Sonrasında kalkıp Hz. Cafer’in evine gitti. O’nu kapıda karşılayan Esma validemizdi. Gösterilen yere oturunca Hz. Esma’ya:

“Bana Cafer’in çocuklarını getir” buyurdu.

Çocuklar geldiğinde Peygamberimiz onları kucağına alıp öptü. O sırada ağlıyordu. Bunun üzerine Esma validemiz titreyen bir ses tonuyla:

“Ya Rasûlallah! Niçin ağlıyorsun? Yoksa sana Cafer ve arkadaşlarıyla ilgili bir haber mi geldi” diye sorunca:

“Evet… bugün şehit oldular” buyurdu. Onun da ağlamaya başladığını görünce sözlerini sürdürdü:

“Sen çocuklarının kimsesiz kal­masından dolayı ağlama. Ben dünyada da ahirette de bunların velisiyim” Sonra da berbere emir verip çocukların saçları­nı tıraş ettirdi. (İbni Kesir, a.g.e. 7/357) Daha sonra gözyaşlarını silerek oradan ayrılan Allah Rasûlü (sav), ashabına, onlar için yemek yapmalarını emretti.

Esma validemiz kaybettiği eşinin ardından duyduğu büyük üzüntüye rağmen yine de dimdik ayakta durabilmişti. Üç evladına hem analık hem babalık yaptı. Günlerini ibadet çizgisinde İslam’a hizmet ederek geçirdi. Ancak eşinin vefatından sonra gün geçtikçe maddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Hem çocuklarla ilgilenmek hem de evin geçimini sağlamak o zamanda bir kadın için zor bir durumdu. Onun bu halini fark eden Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir’le evlenmesi yönünde bir teklif götürdü. Bunu kabul eden Esma validemizin Hz. Ebû Bekir’le nikâhını da yine Peygamberimiz kıydı.

Hz. Esma, hicretin 10. yılında Peygamberimiz’in çıktığı veda haccına eşi Ebubekir’le katıldı. O sırada hamileydi. Zulhuleyfe’ye gelince doğum sancıları başladı ve orada Muhammed bin Ebubekir’i dünyaya getirdi. Ardından “Şimdi ben ne yapacağım” diye Peygamberimiz’e haber yolladı. Peygamberimiz de Hazreti Ebû Bekir’e:

“Yıkansın, güzelce giyinsin ve ihrama girsin” buyurarak, yapması gerekenleri bildirdi. (Müslim, Hacc 109; Ebu Davud, Menasik 35; İbni Mace, Menasik 12 )

Peygamberimiz’in irtihalinin ardından halifelik görevini yüklenen Hz. Ebû Bekir de iki yıl bu görevini ifa etmenin ardından vefat etti. Vefatından evvel de:

“Ölürsem beni hanımım Esma binti Umeys yıkasın. Eğer yalnız başına yapamazsa o zaman oğlum Abdurrahman’dan yardım istesin” diye vasiyette bulunmuştu. Aynen vasiyet ettiği gibi soğuk bir kış günü Esma validemiz gözyaşları içerisinde eşi Hz. Ebû Bekir’in cenazesini yıkadı ve onu Peygamberimiz’in yanına defnettiler. (İmam Zehebi, a.g.e. 5/134-135)


Hz. Esma son derece olgun, bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Habeşistan’da yaşadığı süre, hayatına çok şeyler katmış, ona birçok konuda deneyim kazandırmıştı.

Esma validemiz Hz. Ebû Bekir’in vefatından sonra yine yalnız kalmıştı. Artık yaşı ilerlemiş, dünya işleriyle uğraşacak takati de kalmamıştı. Kendisini tamamen ibadetlere vermişti. Onun bu yalnız halini gören Hz. Ali ona evlenme teklifinde bulundu. Niyeti, ona sahip çıkıp dünyada sıkıntı çekmesine engel olmaktı. Hz. Esma onun bu teklifini kabul etti. Hazreti Ali ona, hayattayken Peygamberimiz’in gösterdiği ilgiyi biliyor, ona hürmet ediyordu. Üstelik küçüklüğünden beri onu yakından tanıyordu; çünkü Hz. Cafer, Hz. Ali’nin ağabeyiydi.

Hazreti Ali ile evlendiğinde Esma validemizin oğlu Muhammed henüz çok küçüktü, Abdullah da küçük sayılırdı. Bu iki emaneti de bizzat Hazreti Ali büyüttü. Muhammed, Hz. Ebû Bekir’in, Abdullah ise ağabeyi Cafer’in yadigârıydı. Bu nedenle onlarla özel ilgileniyordu. Büyüdüklerinde birbirleriyle çok iyi anlaşan kardeşler olmuşlardı. Bir gün Hz. Ali’nin yanında kendi aralarında birbirlerine takılmaya, babalarıyla övünmeye başladılar. İkisi de birbirine:

“Ben senden daha hayırlıyım, babam da senin babandan hayırlıdır” diyordu. Bunun üzerine Hz. Ali, Esma validemize dönerek:

“İkisinin arasında hüküm ver” dedi. Esma validemiz:

“Araplar arasında Cafer’den daha hayırlı bir genç, Ebû Bekir’den de daha hayırlı bir olgun kimse görmedim” dedi. Bu sözü Hazreti Ali’nin hoşuna gitti. (İbnu Hacer, a.g.e. s. 478)

Hz. Esma son derece olgun, bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Habeşistan’da yaşadığı süre, hayatına çok şeyler katmış, ona birçok konuda deneyim kazandırmıştı. Bu deneyimlerden biri kadınların cenazesinin tabutta taşınması konusundaydı. O zamanda cenazeler bir örtüye sarılıyor ve öylece taşınıyordu. Bir gün Efendimiz’in kızı Hz. Fâtıma bundan şikâyet ederek Esma validemize:

“Ben şu kadın ce­nazelerine yapılan muameleyi çirkin görüyorum. Kadının üzerine bir kumaş örtülüyor (o da ıslanınca) bütün mahremlerini ortaya koyuyor” demiş, o da:

 “Ey Peygamberin kızı! Sana Habeş’te gördüğüm bir şeyi göstereyim mi” deyip yaş bir hurma dalı isteyip onu yay gibi bükmüş ve sonra bezi onun üzerine koymuştu. Hz. Fâtıma da:

“Bu ne güzel, ne hoş… Ben ölünce beni Ali yıkasın ve bu şekilde taşıyın” demişti. Vefat edince de onun taşınma işlemleriyle Habeşistan’da öğrendiği gibi Esma validemiz ilgilenmişti. İslâm dininde cenazesi bu şekilde örtülen ilk kadın Fâtıma validemiz olmuştu. (İmam Zehebi, a.g.e. 5/62)

Yıllar sonra Hz. Osman’ın katlinin ardından Hz. Ali halife oldu. Sonrasında Esma validemizin küçük oğlu Muhammed’i Mısır’a vali tayin etti. O sırada henüz çok genç olan Muhammed çıkan karışıklıklar sonucu Mısır’da öldürüldü. Esma validemize oğlunun ölüm haberi ulaştığında ömrünün son deminde bir kere daha yıkıldı. Evinin mescidine çekildi ve ölünceye kadar bir daha oradan çıkmadı. Acısını içine gömdü; ama o kadar üzüldü ki artık göğsünden kan gelmeye başladı. (İbnu Hacer, a.g.e. s. 477)             

Esma validemiz acılarla örülü bir ömür geçirdi. Ama hiçbir zaman isyan etmedi, sabretti. Sahip olduğu bu sağlam imanı, sağlığında Allah Rasûlü (sav)’nden hep övgü ve iltifat görmesine vesile oldu. Oğlu Muhammed’in vefatından sonra büyük acılar yaşadı, ama ömrünün son deminde eşi Hazreti Ali’nin vefatını da gördü. İleri bir yaşta, olgun, faziletli bir hanım olarak, gıpta ile bakılacak bir makamda son nefesini verdi.