İki Şehri Birleştiren Adımlar

04 Eylül 2018

Sıla-i rahim, araya giren yılların öncesindeki masumiyet çağını düşündürdüğü için de kıymetli bir vecibe. Doğup büyüdüğümüz beldeyi az veya çok yanımızda taşıyoruz ömrümüz boyunca. Oyun oynadığımız sokaklar gibi üzüntüyle sindiğimiz köşe başları da bizimle yol alıyor geleceğe. Nereye gidersek gidelim, insanların içtenliğini, yemeklerin tatlarını, çiçeklerin kokularını oradakilerle kıyaslamadan edemiyoruz. Dünyanın gizemini bize, sanki ilk kez bizim bakışımız için açtığı izlenimi veren göstergeleri fark ettiğimiz yer, aynı zamanda yüreğimizdeki iyilik duygusunu da sağlamlaştırmış olmalı. Ana-ata ocağından, ihtiyaç sahiplerini nefsimize öncelemediğimiz takdirde gerçek bir insan olamayacağımızı öğrenmemiş miydik?

İnsanın kendisini gerçekten yerinde hissettiği adres, öncelikle anne-baba ocağı. Bir kapı açılır, biri adını sesler, hoş bir duyguyla doğrulursun yerinde. Dünyanın henüz keşfimize açık vaziyette beklediğini hissettiren yerde çıplak gözle önümüze açılır hayatımızın sahneleri. Ne oldu, nasıl oldu da kurmaz olduk geri dönme hayalini? Hangi mecrada vazgeçtik hatırlamaktan, hangi aşamada duymazdan geldik başka bir ihtimalin uyarılarını…

Çok az insana nasip olur başka bir sılanın inşası. Peygamberimizin (sav) sılası, özlediği yurdu Mekke’ydi. Medine’ye hicretinden sonra hep özlemle hatırladı doğup büyüdüğü, zorluklarla geçen ilk gençlik döneminin ardından Hz. Hatice’yle mutlu bir evlilik yaptığı ve benliğini nübüvvete hazırlayan şehri. Seçkinlerinin her türlü yolla gerçekleştirmeye çalıştığı yıpratma eylemlerine karşılık bırakıp gitmemişti Ümmü’l-Kura’yı. Hicrete mecbur kaldığında ise dönüş umudunu hiç yitirmedi. Sekiz yıl boyunca kendisine kucak açmış olan Medine’yi yeni bir yurt kılarken, Mekke’de neler olup bittiğiyle ilgilenmekten geri durmadı.

Mekke’nin fethinden sonra Safa Tepesi’ne çıktı ve dua etmeye başladı. Onu gören Ensar arasında bir endişe oluştu.  “Peygamberimiz acaba fethettiği eski toprağı ve yurdunda mı kalacak?” diye konuştular aralarında. O’nun Mekke’yi ne kadar çok sevdiğini ve özlediğini biliyorlardı. Şehirde önemli bir çatışma yaşanmadan teslim olmuştu müşrikler.  Mekke, Kâbe’nin temsilinde İbrahimi geleneğin sembollerinin bulunduğu merkezi bir şehirdi. Çocukluğu Kâbe’nin civarında geçmişti Peygamberimizin ve Kur’an da bu şehirde inmişti. Evi ise Mekke’ye üç yüz-üç yüz elli metre kadar uzaklıktaydı ancak. Ömrünün geri kalanını, çocukluk ve gençlik dönemlerinin, ardından Nübüvvet’in onurlu ve aynı zamanda çileli mücadelesiyle geçen yılların hatıralarıyla dolu bu güzel şehirde geçirmek istemesi anlaşılırdı doğrusu.

Duası bittikten sonra Peygamberimiz, fısıltı halinde süren kaygılı konuşmaları fark etti ve meselenin ne olduğunu anlamaya çalıştı. “Bir şey yok ya Rasûlllah!” dedi Ensar’dan kimileri. Ancak O konuşmalarındaki kaygılı tonu fark etmişti, bu yüzden sorusunu tekrarladı. Nihayet kaygılarının sebebini öğrendiğinde, “Allah korusun. Hayatım da ölümüm de sizin aranızdadır” diyerek ferahlattı, Medine’nin bu hakikatli insanlarını.

Peygamberimiz ömrünün geriye kalan dönemini en zor zamanlarında kendisine kucak açan ve destek veren Medinelilerle birlikte inşa ettiği yurdunda geçirmeyi dilemişti. Sürgün olarak geldiği şehrin ona aradığı güveni, dostluğu ve sevgiyi verdiğini nasıl unuturdu? İkinci sıla, umudun ve emeğin eseri olarak adım adım inşa edilmişti geçen yıllar içinde. Orada bulduğu kardeşliğin güveniyle ulaşabilmişti doğduğu şehre, sekiz yılın ardından. 

Mekkeliler İslam’ı yeni kabullenmişlerdi, kendi topraklarında doğan bu dini öğrenmek için öğretmenlere ihtiyaçları vardı. Bu görev için Muaz b. Cebel seçildi. Mekke Emiri olarak ise henüz yirmi yaşında bir genç olan Itab b. Üseyd tayin edildi. Itab çok iyi ahlaklı, kanaatkâr ve cesur bir gençti. Kendisine beytülmalden her gün için bir dirhem olacak şekilde bir maaş bağlandı.  

Peygamberimiz Mekke’nin yönetimini İslam’a fetihle birlikte girmiş bir Mekkeliye teslim etti ve birkaç hafta sonra da (sekizinci senenin son ayında) geride tek bir Medineli asker bile bırakmadan Medine’ye döndü. Ömrünün geriye kalan dönemini en zor zamanlarında kendisine kucak açan ve destek veren Medinelilerle birlikte inşa ettiği yurdunda geçirmeyi dilemişti. Sürgün olarak geldiği şehrin ona aradığı güveni, dostluğu ve sevgiyi verdiğini nasıl unuturdu? Medineliler onun yanında olmak için etraflarını kuşatan güç merkezlerinin düşmanlığını göze almıştı.

İkinci sıla, umudun ve emeğin eseri olarak adım adım inşa edilmişti geçen yıllar içinde. Orada bulduğu kardeşliğin güveniyle ulaşabilmişti doğduğu şehre, sekiz yılın ardından. Muhammed Hamidulah “İslam Peygamberi” kitabında Mekke’nin fethini bu nedenle, “iki şehrin birleştirilmesi” başlığı altında ele alıyor. Fetihten önce Medine Müslümanları, attıkları her adımda cahiliye Mekke’sinin düşmanlığını hesaba katmak zorundaydılar. Aradaki şirkin yol açtığı uçurum kapandığına göre farklı ufuklara yönelebilirdi Medine. 

Sekiz sene önce korku içinde geldiği şehre şimdi kendi yurdunun İslam’la daha geniş bağlamda şereflenmesinin sevinciyle dönüyordu Hazreti Muhammed. İki şehir arasındaki nifaka açık uçurum kapanmıştı nihayet! Mekke’nin İslam’la bu şekilde buluşması, daha sağlam bir barış imkânı anlamına geliyordu. Barış kuşkusuz incelikli siyasetlerle gözetilen bir amaçtı. Kimse aşağılanmamış, haksız bir muameleye maruz kalmamıştı. Genel af çıkarılmış, yağmaya izin verilmemişti.  Tersine Peygamberimiz Kâbe’nin bağış hazinesinde bulduğu 70, 000 ons tutarında altına elini bile sürmemişti.  İslam düşmanlarıyla bile –Safvan İbn Umeyye örneğinde olduğu gibi- bir muhatap diliyle konuşulmuştu. Kendisinin de af kapsamında olduğunu öğrenen Safvan İslam’a girmek için iki ay izin istediğinde, Peygamberimiz ona dört ay izin verdi. Benzeri üslup ve muamelenin bir sonucu olarak bir yumuşama ve uzlaşma ortamı oluştu Mekke’de. Hamidullah’ın dile getirdiği iki şehrin birleştirilmesi, bu yapıcı muamele ve af diliyle gerçekleşebildi.  Öyle ki iki yıl sonra Peygamberimiz vefat ettiğinde Arabistan’ın bazı bölgelerinde İslamiyet’ten kopmalar yaşandığı halde Mekke güven ve istikrar yurdu olma özelliğini korudu. Kardeşlik gibi barışın tesisi için de güven nasıl sağlam bir dayanak!