Hz. Ömer’in, Hicret'in 17. yılında Şam’ a giderken, o bölgede tâun salgını olduğunu öğrenince yoldan geri dönmesi üzerine, Şam’daki ordunun kumandanı Ebu Ubeyde’nin, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” sorusuna “Evet, Allah’ın kaderine kaçıyorum” (İbn Sa’d, Tabakât, 3/283.) şeklinde verdiği cevap, açıklamaya çalıştığımız hadisle aynı espriyi taşımaktadır. Zira hastalığa yakalanma riskini dikkate almadan Şam’a gitmekle, geri dönüp bu riskten uzaklaşma tercihi, insan için takdir edilmiş seçme hürriyetiyle ilgilidir. Ama insanın bu tercihlerinden herhangi birinin ezelî takdirde belirlenmiş olduğunu söylemek ancak, onun bir robot olduğunu kabul etmekle mümkün olabilir.
Hasen Basrî (ö.110) Emevi Halifesi Abdulmelik b. Mervan (ö. 86)’a yazdığı, kaderle ilgili risalede, kendi hatalarını kadere, yani Allah’a havale edenlerin yanılgısını, Hz. Âdem ve Hz. Musa örneğinden hareketle göstermiş ve her iki peygamberin işledikleri hatalardan dolayı Allah’tan af dilediklerini (A’râf, 23; Kasas, 15-16.) belirterek onların, “Başımıza gelenler senin kaza ve kaderindir” şeklinde bir mazerete sığınmadıklarını ifade etmiştir. Hasen Basrî bu uzun mektubunda, Allah’ın dilemesi, iradesi, izni, hidayet ve dalalete sevketmesiyle ilgili ayetleri tek tek ele alarak bunların nasıl anlaşılması gerektiğini Kur’anî çerçevede izah etmiş, kendi sorumluluklarını yerine getirmeyip işlerine gelmeyenleri kadere havale edenleri şu şekilde eleştirmiştir:
“Onlardan birine dine ait bir emir verecek olsan, ‘kalemler kurumuş’ (hüküm verilmiş) ve alınlara ‘bahtiyar’ veya ‘bedbaht’ yazılmıştır cevabını verir. Birisine, ‘Dünya yolunda nefsini yorma, sıcak veya soğukta kendini işe koşma ve canını yolculukta tehlikelere atma, nasıl olsa rızkın hazırlanmıştır’ desen kabul etmez. Yine, ‘Koyunlarının başına çoban bırakma, kurtların yiyeceği ve hırsızların çalacakları, ölecek ve kaybolacak olanlar takdir edilmiştir, sen onları koruyamazsın, Allah’ın korumayı takdir ettiği hiçbir şey zayi olmaz’ desen kabul etmez. Yine, ‘Atını ve deveni kaçacak diye iple bağlama, ne takdir edilmişse o olur, bağlasan da bir bağlamasan da’ desen kabul etmez. Yine, ‘Sakın dükkânının ve evinin kapısını kapatma, zira senin kapıyı kapatman Allah’ın takdirini değiştirmez’ desen bunu da kabul etmez. Dünyaya ait herhangi bir işinde bütün ihtiyat tedbirlerini alarak sağlamlaştırmaksızın hareket etmez. Eğer böyle yapmamasını söylersen bilgisizliğini ileri sürer, sonra da söyleneni kabul etmez. Bütün bunlara rağmen din meselelerini kadere terk eder.” ("Hasen Basrî’nin Kader Hakkında Halife Abdulmelik b. Mervana Mektubu", çev. L. Doğan-Y. Kutluay, AÜİF Dergisi, c. III, s. 78, 80.)
Tabiun neslinin büyüklerinden olan Hasen Basrî’nin bu risalesi son derece önemlidir. Zira İslam’ın ilk asrının ikinci yarısında, kendilerine yöneltilen eleştirileri kadere yüklemeye çalışan Emevî yöneticilerini Kur’ân’ı temel alarak uyaran bu âlim, kader hakkında yanlış değerlendirmede bulunan ve bunları rivayetler halinde Hz. Peygamber’e dayandırmaya çalışan kimseleri de bu mektubuyla Kur’ânî anlayışa davet etmektedir. Birinci asırdan günümüze 15 asırdır tartışıla gelen ve hala güncelliğini koruyan kader konusu, ancak, insanın irade hürriyeti ve sorumluluğuyla ilgili Kur’ânî referanslar dikkate alınarak doğru anlaşılabilir. Böylece, Allah’ın bizim irade ve takdirimize yani sorumluluğumuza bıraktığı alanın da O’nun ezelî takdirinde yer aldığını, başka bir ifadeyle, bizim kendi alanımızda cüzi irade ve takdirimizle dilediğimiz gibi hareket etme özgürlüğünün de O’nun takdiri olduğunu anlamış oluruz.