Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İlahi Takdirin Anlamı

17 Aralık 2012 Pazartesi Sonpeygamber.info / Bir Hadis Bir Yorum


"Ebu Huzame’nin naklettiğine göre onun babası, “Allah Rasûlü (sav)’ne, ‘Ey Allah’ın elçisi! Şifa talebi için yaptığımız dua, tedavi için aldığımız ilaçlar, düşman korkusundan sığındığımız şey Allah’ın kaderini geri çevirir mi (değiştirir mi)?’ diye sordu. Hz. Peygamber, 'Bunlar da Allah’ın kaderidir' buyurdu."
(Tirmizi, Tıb, 21.)

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayetinde geçen “kader” kelimesi, ölçme, güç yetirme, kudret, ölçerek, takdir ederek tayin etme, rızkı daraltma, Allah’ın irade ettiği külli hüküm, önceden ölçüp biçip hüküm verme manalarında kullanılmıştır. (Bu anlamlar için sırasıyla bkz. Kamer, 49; Beled, 5; En’am, 96; A’lâ, 3; Ra’d, 26; Ahzab, 38; Vâkıa, 60.) Bu ayetlerin hemen tamamı Allah’ın evreni ve varlıkları belli bir plan ve düzen dâhilinde yarattığına işaret ederken hiçbiri, insanın fiillerinin ortaya çıkmasından önce takdir edildiği anlamını taşımamaktadır.

Cenab-ı Hakk’ın, yarattığı her şeyle ilgili bir takdirinin bulunduğunda hiç şüphe yoktur. Nitekim Vâkıa suresinin 60. ayetinde yer alan, “Aranızda ölümü takdir ettik” ilahî beyanı bu takdirin bir örneğidir. Hadid suresinin 22. ayetinde de “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet olmasın ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı bulunmasın. Şüphesiz bu Allah’a kolaydır” buyrularak bu külli takdire dikkat çekilmiştir. Yani, evrende ve dünya üzerinde meydana gelecek, insan irade ve tedbirini aşan olay ve felaketler; hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi insan için kaçınılmaz olgular Allah’ın takdiri olan hususlardır. Bunların önceden yazılmış, yani takdir edilmiş ve karar verilmiş şeyler olduğunun bildirilmesi, dünya hayatında karşılaştığımız ve bizim irade ve takdirimizin dışında gelişen olumsuz olaylara fazla üzülmememiz ve verilen nimetler karşısında şımarmamamız içindir. (Hadid, 23.)

Bu bağlamda, Allah’ın, kâinatı ve canlı-cansız bütün varlıkları yaratması, diğer canlılar gibi insanı da ölümlü kılması, yaratıklar içinde sadece insana akıl bahşetmesi, onu iman ve inkâr tercihinde serbest bırakması, eylemlerinden sorumlu tutarak imtihan etmesi, hep ilahi takdirin gereğidir. Ergenlik çağından ölümüne kadar insanın hür iradesiyle yapacağı bütün tercih ve eylemlerini önceden belirlememesi ve müdahale etmemesi de Yüce Yaratıcı’nın ezeli takdiri içindedir. Kitapta, yani ezelî takdirde yazılı olanlar bunlardır ve insanın bu ilahî takdire müdahale edip değiştirmesi mümkün olmadığı gibi bir müminin bu takdiri sorgulaması da doğru değildir. Fakat insanın, kendisinin serbest bırakıldığı ve sorumlu tutulduğu alanda yapıp ettiklerinin, ezelde Allah tarafından belirlendiğini iddia ederek buna kader adını verip sorumluluktan kaçmaya çalışması, en hafif tabirle, Cenab-ı Hakk’a yaptığı bir bühtandır.

Yorumunu yaptığımız hadiste sevgili Peygamberimiz, insan için hastalanma potansiyeli nasıl ilahî takdirin bir gereği ise akıl sahibi insanın bu hastalığa karşı tedavi yollarına başvurmasının da o takdirin bir gereği olduğunu ifade etmektedir. Aklını kullanıp tedbirini alan insan ilahî takdirde yer alan şöyle veya böyle yapma tercihinden kendi yararına uygun olanı seçerek dünyevi ve uhrevi sorumluluktan kurtulmuş, tedavi olmayan insan ise yine o takdirde bulunan seçme hürriyetinden kendisine zararlı olan seçeneğe yönelmiştir. Bu noktada insanın kaderi; iyiyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı seçme yeteneğiyle yaratılmış olmasıdır.

İnsanın, kendisinin serbest bırakıldığı ve sorumlu tutulduğu alanda yapıp ettiklerinin, ezelde Allah tarafından belirlendiğini iddia ederek buna kader adını verip sorumluluktan kaçmaya çalışması, en hafif tabirle, Cenab-ı Hakk’a yaptığı bir bühtandır.

Hz. Ömer’in, Hicret'in 17. yılında Şam’ a giderken, o bölgede tâun salgını olduğunu öğrenince yoldan geri dönmesi üzerine, Şam’daki ordunun kumandanı Ebu Ubeyde’nin, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” sorusuna “Evet, Allah’ın kaderine kaçıyorum” (İbn Sa’d, Tabakât, 3/283.) şeklinde verdiği cevap, açıklamaya çalıştığımız hadisle aynı espriyi taşımaktadır. Zira hastalığa yakalanma riskini dikkate almadan Şam’a gitmekle, geri dönüp bu riskten uzaklaşma tercihi, insan için takdir edilmiş seçme hürriyetiyle ilgilidir. Ama insanın bu tercihlerinden herhangi birinin ezelî takdirde belirlenmiş olduğunu söylemek ancak, onun bir robot olduğunu kabul etmekle mümkün olabilir.

Hasen Basrî (ö.110) Emevi Halifesi Abdulmelik b. Mervan (ö. 86)’a yazdığı, kaderle ilgili risalede, kendi hatalarını kadere, yani Allah’a havale edenlerin yanılgısını, Hz. Âdem ve Hz. Musa örneğinden hareketle göstermiş ve her iki peygamberin işledikleri hatalardan dolayı Allah’tan af dilediklerini (A’râf, 23; Kasas, 15-16.) belirterek onların, “Başımıza gelenler senin kaza ve kaderindir” şeklinde bir mazerete sığınmadıklarını ifade etmiştir. Hasen Basrî bu uzun mektubunda, Allah’ın dilemesi, iradesi, izni, hidayet ve dalalete sevketmesiyle ilgili ayetleri tek tek ele alarak bunların nasıl anlaşılması gerektiğini Kur’anî çerçevede izah etmiş, kendi sorumluluklarını yerine getirmeyip işlerine gelmeyenleri kadere havale edenleri şu şekilde eleştirmiştir:

“Onlardan birine dine ait bir emir verecek olsan, ‘kalemler kurumuş’ (hüküm verilmiş) ve alınlara ‘bahtiyar’ veya ‘bedbaht’ yazılmıştır cevabını verir. Birisine, ‘Dünya yolunda nefsini yorma, sıcak veya soğukta kendini işe koşma ve canını yolculukta tehlikelere atma, nasıl olsa rızkın hazırlanmıştır’ desen kabul etmez. Yine, ‘Koyunlarının başına çoban bırakma, kurtların yiyeceği ve hırsızların çalacakları, ölecek ve kaybolacak olanlar takdir edilmiştir, sen onları koruyamazsın, Allah’ın korumayı takdir ettiği hiçbir şey zayi olmaz’ desen kabul etmez. Yine, ‘Atını ve deveni kaçacak diye iple bağlama, ne takdir edilmişse o olur, bağlasan da bir bağlamasan da’ desen kabul etmez. Yine, ‘Sakın dükkânının ve evinin kapısını kapatma, zira senin kapıyı kapatman Allah’ın takdirini değiştirmez’ desen bunu da kabul etmez. Dünyaya ait herhangi bir işinde bütün ihtiyat tedbirlerini alarak sağlamlaştırmaksızın hareket etmez. Eğer böyle yapmamasını söylersen bilgisizliğini ileri sürer, sonra da söyleneni kabul etmez. Bütün bunlara rağmen din meselelerini kadere terk eder.” ("Hasen Basrî’nin Kader Hakkında Halife Abdulmelik b. Mervana Mektubu", çev. L. Doğan-Y. Kutluay, AÜİF Dergisi, c. III, s. 78, 80.)

Tabiun neslinin büyüklerinden olan Hasen Basrî’nin bu risalesi son derece önemlidir. Zira İslam’ın ilk asrının ikinci yarısında, kendilerine yöneltilen eleştirileri kadere yüklemeye çalışan Emevî yöneticilerini Kur’ân’ı temel alarak uyaran bu âlim, kader hakkında yanlış değerlendirmede bulunan ve bunları rivayetler halinde Hz. Peygamber’e dayandırmaya çalışan kimseleri de bu mektubuyla Kur’ânî anlayışa davet etmektedir. Birinci asırdan günümüze 15 asırdır tartışıla gelen ve hala güncelliğini koruyan kader konusu, ancak, insanın irade hürriyeti ve sorumluluğuyla ilgili Kur’ânî referanslar dikkate alınarak doğru anlaşılabilir. Böylece, Allah’ın bizim irade ve takdirimize yani sorumluluğumuza bıraktığı alanın da O’nun ezelî takdirinde yer aldığını, başka bir ifadeyle, bizim kendi alanımızda cüzi irade ve takdirimizle dilediğimiz gibi hareket etme özgürlüğünün de O’nun takdiri olduğunu anlamış oluruz.