Asıl adı Lübabe binti Haris olan bu mübarek annemiz, yüksek fazileti ve İslam adına gösterdiği üstün gayretleri ile tanınmıştı. Hz. Hatice’den sonra İslam’a giren ikinci kadın oydu. Müminlerin Annesi Hz. Meymune’nin de kız kardeşi olan Ümmül Fadl (r.anha), Peygamberimizin baldızı oluyordu. Aynı zamanda Efendimizin amcası Hz. Abbas’ın eşi, Peygamberimizin diğer amcası Hz. Hamza’nın hanımı Selma’nın ve amcasının oğlu Cafer’in hanımı Esma’nın kız kardeşiydi. İslam tarihinin yetiştirdiği en büyük âlimlerden biri olan Abdullah b. Abbas’ın da annesiydi.
Hayatını, bu kadar değerli insanların arasında geçirmiş olan Ümmül Fadl validemiz, ilahi vahyin başından sonuna kadar İslam’ı kaynağından öğrenme fırsatı bulmuştu.
İslam’a davetin gizli yapıldığı dönemde henüz bir tek kadın; Hz. Hatice yeni dini kabul etmiş, ardından yakın arkadaşı Ümmül Fadl’a İslam’dan bahsetmiş, o da kabul etmişti. Kendisi iman etmekle kalmayıp kocası Abbas’ın ve köleleri Rafi’nin de İslam’ı kabul etmesine vesile olmuştu. Ama Hz. Abbas, inancını uzun süre Mekkeli müşriklerden gizledi.(İbni Hişam, Siret 2/386)
Mekke’de zaman hızla akarken her türkü baskı ve işkenceye rağmen İslam dini yayılmaya, Müslümanların sayısı artmaya başlamıştı. Derken iyice baskılarını artıran müşrikler Müslümanlara boykot uygulamaya başladılar. O zorlu günlerde müşriklerden inancını gizleyen Hz. Abbas ve ailesi zor durumdaki Müslümanların ve Peygamberimiz’in en büyük yardımcısı oldu. Hz. Abbas, bir gün yine Peygamberimiz’in yanına gelmişti. Sohbet arasında:
“Ey Muhammed! Öyle sanıyorum ki karım Ümmül Fadl hamiledir” dedi. Bu habere sevinen Efendimiz, amcasına dönerek:
“Umarım ki Allah, onun doğuracağı çocuk sebebiyle gözünüzü aydın kılar” buyurdu.
Ümmül Fadl validemiz, hamilelik dönemi tamamlandığında bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Doğumdan sonra, ismini “Abdullah” koydukları bu bebeği alıp hemen Peygamberimiz’in yanına götürdüler. Efendimiz, onun ağzına tükürüğünden sürdü ve onun için dua etti.
Peygamberimiz’in duasına mazhar olan bu çocuk, yine O’nun yanında yetişen İslam tarihinin en büyük tefsir âlimlerinden biri olan Abdullah b. Abbas’tı. Daha sonraki dönemlerde “ilim denizi” anlamına gelen “bahr” lakabıyla anılacaktı.(İbni Kesir, a.g.e. 8/470)
Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri halde Ümmül Fadl validemiz, eşi Hz. Abbas’ın Mekke’de kalmasından dolayı hicret edemedi. Abdullah’ı Mekke’de büyüttü. Mekkeliler, onların hâlâ müşrik olduklarını zannediyor, Müslümanlara uyguladıkları baskıyı onlara uygulamıyorlardı. Hz. Abbas ise Medine’de yaşayan Peygamberimiz’e mektuplar yazarak, sık sık Mekke’nin ve müşriklerin durumunu bildiriyordu.
Hicretten bir yıl sonra müşrikler Bedir savaşında Müslümanlarla karşı karşıya geldiler. Bu savaşa giderken Hz. Abbas’ı da istemediği halde ordularına katmış, Müslümanlarla savaşmaya zorlamışlardı. Hz. Abbas savaş için yola çıkacağı sırada biriktirmiş olduğu altınları çıkarıp Ümmül Fadl’a verirken: “Bu seferde başıma ne geleceğini bilemiyorum, şayet bir felakete uğrayıp da dönemezsem, şu kadarı senin içindir. Şu kadarı oğlumuz Fadl, şu kadarı Abdullah, şu kadarı Ubeydullah, şu kadarı da Kusem içindir” deyip ardından müşrik ordusuyla Bedir’e doğru yola çıktı.
Bin küsur kişilik müşrik ordusuna karşı üç yüz kişilik Müslüman ordusu mücadele etti Bedir’de. Nihayet savaş bittiğinde güçlü müşrik ordusu dağılmış ve ağır kayıplar vermişti. Müslümanlar, Hz. Abbas’la birlikte çok sayıdaki müşriki esir almıştı. Çok geçmeden de yanlarındaki esirlerle birlikte Medine’ye döndüler. Esirleri ne yapacakları konusunda aralarında istişare yaptılar ve onları fidye karşılığında serbest bırakmaya karar verdiler. Peygamberimiz, Hz. Abbas’ı çağırıp ona, kendisi ve iki yeğeni için kurtulmalık fidye ödemesini söyledi. Hz. Abbas, kendisinin Müslüman olduğunu ve müşriklerin zoruyla savaşa katıldığını söylediyse de Efendimiz, müşriklerle beraber savaşta bulunduğu için özrünü kabul etmedi, fidyesini ödemesini istedi. Hz. Abbas, parasının olmadığını söyleyince Peygamberimiz:
“Ey Abbas, ya o altınlara ne oldu” diye sordu. Hz. Abbas:
“Hangi altınlar ey kardeşimin oğlu” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Hani Mekke’den çıkacağın gün hanımın Ümmül Fadl’a teslim ettiğin altınlar; onları verirken yanınızda ikinizden başka kimse de yoktu, deyince, Hz. Abbas şaşkınlıkla:
“Bunu sana kim haber verdi? Vallahi bunu benden ve Ümmül Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu” dedi. Efendimiz:
“Allah haber verdi” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Abbas Peygamberimiz’in elinden tutarak:
“Şehadet ederim ki sen Allah’ın Rasûlü’sün ve sen doğrusun” dedi ve imanını ilk kez açıklamış oldu.(M. Asım Köksal, İslam Tarihi 9/192)
Öte yanda rahatsızlığından dolayı Bedir Savaşına katılamayıp yerine ücretle tuttuğu birini gönderen müşrik başlarından Ebu Leheb, Mekke’de sabırsızlıkla savaşın sonucunu bekliyordu. Savaş meydanından haber getirecek birilerini bulmak ümidiyle sürekli Kâbe yakınlarında dolaşıp duruyordu. Bir gün yine savaştan haber almak için dışarıda dolaşırken yorulup Hz. Abbas’ın kölesi Ebu Rafi’nin zemzem kuyusunun yakınındaki çadırının yanına gelmişti. O sırada Ebu Rafi çadırında ok yapıyor, Ümmül Fadl validemiz de onun yanında oturuyordu. Onlar da savaşın sonucunu çok merak ediyorlardı. Müslümanların galip gelmesi için gizliden gizliye dua ediyorlardı. Ebu Leheb gelip çadırın kenarına oturduğu sırada savaştan kaçan Ebu Süfyan’ın Mekke’ye girdiğini gördüler. Onu gören Ebu Leheb heyecanla ayağa kalkıp Ebu Süfyan’ı yanına çağırarak savaşın durumunu sordu. Herkes, meraklı gözlerle Ebu Süfyan’ın vereceği haberi bekliyordu. Ebu Süfyan:
“Vallahi biz o cemaatle karşılaşınca, onlara sırtlarımızı teslim ettik. Onlar da bizi, istedikleri gibi öldürdüler, istedikleri gibi esir ettiler. Allah’a yemin ederim ki bundan sonra halkı kınamam! Biz, yerle gök arasında alaca atlar üzerinde bembeyaz adamlarla karşılaştık ki onlara ne bir şey dayanabilir ne de bir şey karşı koyabilir” dedi.
Ebu Leheb, duydukları karşısında çok şaşırmıştı. Bir an üzüntüden ne diyeceğini bilemedi. Ümmül Fadl validemiz ile Ebu Rafi’den başka sevinen yoktu bu habere. Ebu Rafi’ araya girip yüksek sesle:
“O beyaz atlı adamlar vallahi meleklerdir” deyiverdi. Bunun üzerine zaten kızgın olan Ebu Leheb onun yüzüne şiddetli bir tokat indirdi. Ebu Rafi de onun üzerine atıldı ancak çok zayıf ve güçsüz olduğundan Ebu Leheb onu tutup yere çarpıp iyice dövmeye başladı. Gördükleri karşısında Ebu Leheb’e çok kızan Ümmül Fadl validemiz hemen etrafına bakındı. Gözüne çarpan çadırın direklerinden birini eline alıp Ebu Leheb’in kafasına indirdi. Bu darbeyle Ebu Leheb’in başı yarılmış, kanıyordu. Ümmü Fadl validemiz ise ona:
“Efendisi yanında olmadığı için bu köleyi zayıf buldun öyle mi” diye kızıyordu.
Onun bu cesareti Mekke’nin güçlü adamlarının bile karşısında iki büklüm olduğu Ebu Leheb’i ürkütmüştü. Ses çıkarmadan oradan ayrılıp evine gitti. Bir daha hiç dışarı çıkmadı. Çok geçmeden de bütün vücudunu yaralar kapladı ve zelil bir halde öldü.(İbni Hişam, a.g.e. 2/386–387)
Ümmül Fadl validemiz erken Müslüman olmasına rağmen hicret etmek ona geç nasip olmuştu. Çünkü Peygamberimiz, Mekke’deki durumları ve müşriklerin, Müslümanlar için kurdukları planları kendisine bildirmesi için Hz. Abbas’ın Mekke’de kalmasını istemişti. Bu yüzden Hz. Abbas ve ailesinin hicreti Mekke’nin fethine kadar gecikmişti. Müslümanlar iyice güçlenince Hz. Abbas, Peygamberimiz’e mektup yazarak hicret için izin istedi. Efendimiz de ona istediği izni verdi. Ardından Mekke’nin fethinden kısa bir süre önce Hz. Abbas ve ailesi hicret için yola çıktılar.
Ümmül Fadl (r.anha) böylece hicret sevabını da kazanıyordu. Nihayet, vuslat sevinciyle yolu yarılamışlardı ki Mekke’nin fethi için yola çıkan Peygamberimiz’in ordusuyla karşılaştılar. (İbni Hişam, a.g.e. 4/57) Bu durum karşısında hem sevindiler hem de duygulandılar. Çünkü gördükleri bu ordu, o zamana kadar toplanmış en büyük İslam ordusuydu. Bu haşmetli orduyu görünce, kısa bir süre önce Mekke’den çıkarılmaya çalışılan Müslümanların, şimdi ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu düşünüyor ve gönülleri heyecandan titriyordu. Bir de Allah Rasûlü (sav)’nü gördükleri için mutluluk duyuyorlardı. Peygamberimiz de en az onlar kadar mutluydu. Onlara dönerek:
“Peygamberlerin sonuncusu benim, muhacirlerin sonuncusu ise sizsiniz” buyurdu. Sonra Ümmül Fadl validemiz ve çocuklar Medine’ye gitmek üzere yola devam ettiler, Hz. Abbas ise orduya katılıp Peygamberimiz’in yanında tekrar Mekke’ye döndü.
Ümmül Fadl validemiz, sahabi hanımların en faziletlilerinden biriydi. Medine’de yaşadığı süre içerisinde de Mekke’deki gibi hep olgun ve erdemli davranışlar sergiledi, Efendimiz’in övgüsünü kazandı. Güzel ahlak ve fazilette üstün bir makamda yer aldı. Peygamberimiz, ona ve diğer üç kız kardeşine “mümine kız kardeşler” diye hitap ediyordu.
Çok oruç tutan, çok namaz kılan ve ibadetlerinde çok titiz davranan Ümmül Fadl validemiz, haftanın pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirir, çoğu zaman vakit namazlarını mescitte Efendimizle kılardı. Sık sık onu ziyaret eder, duasını alır, iltifatına mazhar olurdu. Bir gün yine Efendimiz’e gelerek:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Rüyamda sizin uzuvlarınızdan bir parçanın kesilip evime konduğunu gördüm” dedi. Efendimiz de ona:
“Hayır görmüşsün. Kızım Fâtıma bir oğlan doğuracak onu da sen emzireceksin” yanıtını verdi.
Bir süre sonra Hz. Fâtıma, Hz. Hüseyin’i dünyaya getirdi. Hazreti Hüseyin, emzirilmek üzere Ümmül Fadl validemize verildi ve yürüyünceye kadar onu Ümmül Fadl validemiz emzirdi. Böylece ona, Efendimiz’in torunu Hüseyin’in sütannesi olma güzelliği de nasip olmuş oldu. (İbni Mace, Rüya, (3923))
Ümmül Fadl (r.anha) Peygamberimiz’in ahirete intikal ettiği günleri de gördü. Son namazını kıldırırken O’nun arkasındaki saftaydı. Sonraları şöyle demişti:
“Rasûlullah’ın akşam namazında ‘vel-murselati urfen’ suresini okuduğunu işittim. Bundan sonra artık bize, ruhu kabzedilinceye kadar hiç namaz kıldırmadı.” (Buhari, Ezan, 98; Megazi, 83; Müslim, Salat, 173; Muvatta, Salat, 24, Ebu Davud, Salat, 132; Tirmizi, Salat, 230, Nesai, İftitah, 64)
Örnek bir hayat sergileyen Ümmül Fadl validemizin altı yiğit evladı da İslam’ın selameti için farklı farklı memleketlerde şehit olmuştu. Abdullah b. Yezid el-Hilali onunla ilgili şu dizeleri söylemişti:
“Hiçbir kadın doğurmadı,
Ümmül Fadl’ın altı yavrusu gibi
Akıllı ve yiğit delikanlıları!” (Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 2/152)
Oğullarının en küçüğü olan Abdullah b. Abbas ise, İslam tarihinin en büyük âlimlerinden biri olup yaşadığı süre içerisinde çok sayıda hadis rivayet etmiş, çoğu âlimin vakıf olamadığı konulara açıklık getirmişti.
Ümmül Fadl validemiz, Hazreti Osman devrinde vefat eden eşi Hazreti Abbas’tan önce vefat etti.
Allah ondan razı olsun.
Kaynakça:
Gülşen Gazel, Sahabi Annelerimiz, Gündönümü Yayınları, 2009, İstanbul
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Yayınevi, 1987, İstanbul
Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, İz Yayıncılık, 2006, İstanbul
Hasan Ege, Siret-i İbni Hişam Tercümesi, Kahraman Yayınları, 2006, İstanbul
Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercümesi ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 1988, Ankara
Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İrfan Yayımcılık, 2003, İstanbul
Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Tarih-i Taberi, Sağlam Yayınevi, ?, İstanbul
İbn Kesîr, el-Bidaye ven-Nihaye, Çağrı Yayınları, 1995, İstanbul
İbnü’l Esir, El Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, Hikmet Neşriyat, 2008, İstanbul
İmam Zehebi, Tarihu’l İslam, Cantaş Yayınları, 1994, İstanbul
İbnu Hacer el-Askalani, El-İsabe’den Seçkin Sahabeler, Sağlam Yayınevi, 2008, İstanbul