İnananlarını Yollara Düşüren İbadet: Hac

07 Ekim 2013

Tibet. Buz, taş ve rüzgarın ördüğü zorlu coğrafya. Yaklaşık iki ay önce aşk ve şevkle yollara düşen ve yolculuklarını Yüce Mabed'de kutsallıkla taçlandıracak olan bir grup, hacı adayını ağırlıyor. Günlerdir kurumuş boğazlarını ıslatmak ve bir nebze dinlenmek için durdukları bu taşlık mekânda, yanlarında taşıdıkları malzeme yüklü arabadan çıkardıkları pirinçten yaptıkları lapa ile çaylarını yudumluyorlar. Uzaktan bile heybeti okunan Tibet'in buzullarla kaplı ve hikâyelerle dolu meşhur Nyenchen Tanglha Dağı'nın vadileri arasından akan Kyi Nehri'nin buz taşıyan sularını yalayan sert rüzgâr, o gün yalnızca 7 kilometre kadar ilerleyebilmiş olan bu hacı adaylarına, sanki önlerindeki günlerin daha da zor geçeceği uyarısında bulunuyor. İnsana taş, toprak, kar ve buz dışında pek bir şey sunmayan bu coğrafya üzerinde yerkürenin şeklini incitmeyecek kadar hafif açılmış patikalar, kutsal yolculuğun hedefi olan Lhasa'ya yaklaştıkça daha düzgün döşenmiş şose yollarla, ardından asfalt görmüş caddelerle kaynaşsa da, dünyanın bu en yüksek başkentine ulaşmak için yokuş yukarı tırmanmak, iki ayın yorgunluğu da dikkate alındığında hiç de kolay gözükmüyor. İyice soğuyan havalarla, hacıların yorgunlukları sırdan bir battaniye altına gizleniyor.

Bir sonraki menzile kadar derman verecek bu moladan sonra, havalar daha da kötü gitmezse yaklaşık bir hafta sonra Tibet'in başkenti Lhasa'ya ulaşacaklarını umuyor hacılar. Yolculuklarının uzun sürmesi ve zorlu olması, tırmandıkları zirveden ziyade, her üç dört adımda, yere boylu boyunca uzanarak yaptıkları secdeden kaynaklanıyor. Zira bu ibadet biçimi yalnızca bedeni yormakla kalmıyor, yolculuğun hızını da ciddi anlamda kesintiye uğratıyor.

Lhasa...

Nirvanaya yükselmek yerine, insanlara yol göstermek amacıyla yeniden yeniden dünyaya gelmeyi tercih etmiş tulku rahiplerinden olan dalai lamaların dünyalık meskeni. Lhasa'ya vardıklarında hacıları, sürgündeki Dalai Lama'nın artık Çinliler tarafından müzeye çevrilmiş olan Potala Sarayı karşılayacak. Binin üzerindeki odası, on bine yakın tapınağı ve iki yüz bin heykeli ile bu on üç katlı devasa sarayı seyredebilme hazzı, hacıların meşakkat dolu yolculuklarının en harikulade anı olarak gözükse de aslında hacıların haftalar, aylar ve hatta kimi zaman yıllar süren gayretinin, Tibet'in en kutsal Budist tapınağı olan Jokhang içine oturtulmuş Buda heykeline ulaşmak için olduğu biliniyor.

Tibetli hacılar Lhasa'ya ulaşmak için son gayretlerini seferber ederken, onların oldukça batısında kalan Nepal'de de bir başka hac heyecanı yaşanıyor. Hintli, Burmalı yüzlerce insan, dünyanın en yüksek dağlarının aşılarak ulaşıldığı Nepal'in küçük Lumbini kasabasının yollarını aşındırıyor hacı olmak sevdasıyla. Buda'nın doğduğu söylenen küçük bir kasaba olan Lumbini, onların daha ilk durağı. Zira Nepal'den başlayan yolculuk, Ganj Nehri üzerinden batıya doğru devam ediyor ve Buda'nın kendi iç ve dış yolculuğunu takip eden güzergah üzerindeki birçok nokta, bugün Budizm mensuplarının ulaşmak için yola düştükleri hac mekânları olarak dikkat çekiyor.

Hac ibadeti, daha güneyde, Hinduizm'in yaygın olduğu topraklarda başka manzaralar sunuyor insanlık karesine. Beyazlara boyanmış çıplak Hinduların yollara düştüğü onlarca mekân arasında, pusulanın dört yönüne ithafen, Hindistan'ın dört kutsal tapınağına gidilmesini öngören Char Dam (Dört Mesken) haccının görüntüleri düşüyor zihinlere. Hinduizmde zirve kabul edilen ve hayata yeniden gelişlerden kurtuluşu ifade eden mohşaya ulaşma umudu ile girişilen bu kutsal yolculuklarla temizlendiğine inanıyor bu inanç mensupları.


Hac, dinî inançların gerektirdiği veya dinin öngördüğü yükseliş, arınış ve arayış için bir yol olarak görüldüğü için antik çağlardan bu yana, hep muhtelif din ve toplumlarda görülen yaygın bir ibadet şekli olarak çıkıyor karşımıza.

Hindistan'dan iyice batıya, Avrupa'nın Atlantik Okyanusu'nu yaladığı Portekiz'e uzanıyoruz. Her Mayıs ve Ekim ayının 13'ünde milyonlarca hristiyan, hacı olabilmek için, Meryem Ana'nın bundan neredeyse bir asır önce, üç çoban çocuk tarafından görüldüğü söylenen Fâtıma'ya akın ediyor. Fransa'nın güneyindeki küçük Lourdes kasabası ise, yine Meryem Ana'nın görüldüğü rivayetiyle, Roma'dan sonra en çok Hristiyan çeken ikinci hac merkezi olarak yükseliyor. İsa, Meryem Ana ve azizlerin bedenleri ve bedenlerinin değdiği pek çok şeyi kutsal addeden Katolik inancında, dünyanın dört bir yanına yayılmış kemik, kumaş, saç ve tahta parçaları, yeni kutsal mekanlar ve ziyaret yerleri kazandırıyor Hristiyanlık alemine. Söz konusu kutsal parçaların törenlerle halka gösterildiği özel günler, yığınlarca dindar Katoliğin bölgeye akınına sebep oluyor. Katoliklerin özellikle Roma'yı, Ortodoksların İstanbul'u haccın merkezine koydukları bilinse de, ilginç bir şekilde Reformist akımlarda, kutsallık kavramı şekil değiştirdiğinden, hac unsuru da geri plana itiliyor.

Öte yandan ibadetler konusunda Hristiyanlıktan çok daha katı olan Yahudilikte hac, başlangıçta Süleyman Mabedi'nin ziyareti ile gerçekleşirken, mabedin 70 yılında yıkılmasından sonra bu uygulama mahiyet değiştirerek başka mabedlere yöneliyor. Genel Yahudi sürgününün ardından kutsal topraklara dönene kadar hac uygulaması dondurulurken, İsrail'in yeniden tesisi ile birlikte mabetten arta kalan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) yeniden Yahudi haccına konu oluyor.

Kudüs, uğrunda yola düşülen bir başka mabed şehri. Üç kitâbî dinin kutsal mekânlarını barındırması, tarih boyunca Kudüs'e, çok sayıda ziyaretçinin akmasını sağlıyor ve Kudüs, hac yollarında önemli bir güzergâh sayılıyor.

Hac, dinî inançların gerektirdiği veya dinin öngördüğü yükseliş, arınış ve arayış için bir yol olarak görüldüğü için antik çağlardan bu yana, hep muhtelif din ve toplumlarda görülen yaygın bir ibadet şekli olarak çıkıyor karşımıza. Dini, ilkel topluluklardaki çok tanrılı dinlerden, gelişmiş toplumlardaki tek tanrılı inanışlara geçişte evrimsel bir çizgi içinde ele alan din sosyologları, haccı ilkel tanrıların yerellikleriyle tanımlıyorlar. Bu anlayışa göre, her tanrının kendi coğrafyasında etkili olduğu düşünülüyor. Mesela, kurak topraklarda bereket tanrısından bereket dilemek mümkün olmayacağı için, bereket tanrısının etkin olduğu verimli bölgelere doğru bir inanç seferine çıkmak gerekiyor. Bu inanç seferinin de, daha sonra çıkacak olan dinlerdeki hac ibadetine temel teşkil ettiği öne sürülüyor.

Tabii olarak dinlerin kaynağını insanın korku ve vesveselerinde değil, onu yaratanın göndermiş olduğu elçilerin mesajlarında arayanlar için haccın anlam ve ağırlığı, yukarıda tarif edilen çıkış noktasının oldukça ötesinde anlamlar taşıyor.

Öncelikle İslâm'da ibadet fiiliyle mekânı buluşturan mabet kavramının durağan ve dingin etkisinden öte anlamlar barındırıyor hac. Nihayetinde bir mabet, bir ibadet yeri olsa da, hacda buna ilaveten o mabede giderken harcanan emek de ibadet tanımına dahil ediliyor. Hac, ibadete o yolda harcanan emeği de katıyor. Zira yolculuğun yoğunluğu ve yorgunluğu da, hedefi kadar değerli sayılıyor. 

Haccın tek gayesi, inananları sadece ibadetin meyvelerinin daha bol alındığı kutsal bir mabete sevk etmek değildir. Hac kavramının içine işlenmiş sefer kavramı, ibadeti bir mekândan diğerine taşımayı da kapsar. 

Hac bir yöneliştir. Yönelme ve yenilenme. Yaratan'a uzanan bir yolculuk için yollara düşme...