Durum Tespiti
Ümmet-i Muhammed, Kur'ân-ı Kerîm ekseninde Sünnet-i Muhammed ile inşa edilmiş sosyal bir gerçeklik ve yapıdır.
Bu tespit, hiç kuşkusuz ümmete, varlığını inşa eden sünnet-i Muhammed'i yaşama ve yaşatma görev ve sorumluluğunu yüklemektedir. Zira bu iki peygamber mirasını birbirinden ayırmak, her ikisine de yapısal anlamda büyük zararlar verecektir.
İşte tam da bu sebepledir ki ümmetin, kimlik ve kişiliğini, değerlerini koruyabilmek ve sürdürebilmek için ‘Kitap ve Sünnet'e sımsıkı sarılma yükümlülüğü hadis kaynaklarımızda "el-İ'tisam bi'l-kitap ve's-sünne" ve "lüzûmu's-sünne" gibi bölüm ve konu başlıkları altında bizzat sünnetten seçilmiş sahih belgelerle hatırlatılmıştır. Yani ümmet, konunun ciddiyetine uygun bir tarz ve tonda uyarılmış bulunmaktadır.
Bu uyarının anlamı inançta ve kullukta kıvam çağrısıdır. Ramazan-ı şerif gibi toplumun bütününü kucaklayan bir kulluk ikliminde inançta ve kullukta kıvamdan söz etmek, tebliğ ve irşat faaliyetlerinde dikkate alınması gerekli "güncellik" ilkesine de oldukça uygun düşmektedir.
Konuya yönelik değerlendirmelerde bulunurken niyetimiz, kesinlikle hiçbir Müslümanı veya cemaati üzmek değildir. Yapmak istediğimiz Âkif merhumun pek zarif ve veciz bir ifade ile aşağıdaki dizelerinde ortaya koyduğu kardeşlik işlev ve görevini yerine getirmekten ibarettir:
Emr-i bi'l-Ma'rûf imiş ıhvân-ı İslâm'ın işi,
Nehyedermiş bir fenâlık görse, kardeş kardeşi.
İnançta ve Kullukta Kıvam
Güçlü bir ümmet varlığı, hiç kuşkusuz her şeyden önce iman açısından sağlam bireylere ve amel bakımından da olabildiğince eksiksiz olan fertlere dayanır. Çünkü ümmet, iman eksenli bir yapıdır. İman da varlığını ve etkinliğini amel olarak gösterir. Din ve dindarlık esasen inanç ve amelden oluşur. Din, ne sadece iman ne de yalnızca ameldir.
Ümmet, iman bağına dayalı bir sosyal yapı olduğuna göre, hem sağlam bir iman hem de o imana dayalı kaliteli bir amel hayatına sahip fertler bütünü olarak varlığını ve etkinliğini ispat edebilir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bir başkasına sorma ihtiyacı bırakmayacak bir İslam tarifi isteyen sahabiye, "Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru (müstakim) ol!" [1] cevabını vermiştir. Efendimiz’in bu cevabı, kalbin işi olan imanı (Allah'a inandım de) ve ibadet ve davranışlarla dışa vuran hayat biçimi İslam'ı (istikâmet) olarak belirlemiş, iman ve İslâm terimleri arasındaki farkı, kabul ve eylem yönleriyle ortaya koymuş bulunmaktadır. Bizim iman/inanç ve amel/kulluk dediğimiz de bundan ibarettir. Bu sebeple de imanda gerçeklik ve sağlamlık, amelde de sahihlik aranır. Bunun tek kelime ile anlatımı kıvamdır. Kıvam eksikliği, inançta zayıflık ve etkisizlik, kullukta eksiklik ve hatta yokluk olarak ortaya çıkar.
Sağlam iman, iddia meselesi olmadığı gibi mümin de sadece söylem Müslümanı değildir. [2] "Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah'a ve Rasûlü (sav)’ne iman ederler, sonra da asla şüpheye düşmezler, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad ederler. İşte onlar özü sözü doğru olanların tâ kendileridir." [3]
Amelsizlik ya da amelde kıvam eksikliği, dinin eylem/amel kısmını ya tamamen ya da kısmen, ya bilerek ya da tembellik sebebiyle ihmal etmektir. Oysa amelin sahih, salih ve kaliteli olması esastır.
Bilindiği gibi herhangi bir uygulamanın, amel ve ibadet olarak kabul görmesi için iki temel şart vardır. Biri sağlam/iyi bir niyet. Bu, işin görünmeyen yönüdür. "Ameller niyetlere göre değerlendirilir" hadisi [4] bu şartı otaya koymaktadır. İkincisi, şekil/uygulama biçimi olarak, sünnete uygunluk. Bu da görünen yönüdür."Namazı benden gördüğünüz gibi kılın"[5] hadisi ibadetlerin sünnete uygun olma zorunluluğunu;"Kim bizim dinimizde olmayan bir şey ( amel/inanç) uydurursa o reddedilmiştir" hadisi [6], genel anlamda, yani prensip olarak sünnetin bu tayin ediciliğinin dışına taşan hiçbir amelin kıymetinin olmayacağını belirlemektedir. Binaenaleyh sünnet, dinî kimlik ve kişilik için sıhhat ölçüsüdür. Bu durum Hz. Peygamber'e, bizzat dinin sahibi tarafından verilmiş olan "İnsanlara ne indirildiğini açıklama" [7] yetkisinin doğal sonucudur. Nitekim ehl-i sünnet ve'l-cemaatin görüşü de Sünnet'in sıhhat ölçüsü olduğu yönündedir.لاَ يَنْفَعُ قَوْلٌ اِلَّا بِعَمَلٍ وَلَا عَمَلٌ وَ قَوْلٌ اِلَّا بِنِيَّةٍ، وَلَاقَوْلٌ وَ عَمَلٌ بِنِيَّةٍ اِلَّا بِسُنَّةٍ = Söz ancak amel ile, amel ve söz ancak niyet ile, niyetli söz ve amel de ancak Sünnet'e uygun olmakla bir değer ifade eder ve fayda verir." [8]
Durum bu olunca, kaliteli yani sahih ameli, sünnete uygun olan ameldir diye tanımlamak gerekli olmaktadır.
Ramazan-ı şerif gibi toplumun bütününü kucaklayan bir kulluk ikliminde inançta ve kullukta kıvamdan söz etmek, tebliğ ve irşat faaliyetlerinde dikkate alınması gerekli "güncellik" ilkesine de oldukça uygun düşmektedir.
Bir Ramazan Anısı
Kulluk yoğun bir Ramazan mevsimine girdiğimiz şu günlerde yapılacak amellerin sıhhati ve kalitesi bakımından, niyetlerin sağlam ve uygulama kusurundan salim olmasına dikkat etmek, bir başka ifade ile dini yükümlülükleri ciddiye almak lazım gelmektedir. Geçtiğimiz yıllarda Teravih Namazı öncesi vaaz ederken, "dinimizi ve amellerimizi ciddiye almak" konusunu işliyordum. Birden aklıma geldi, beni mihrapta dinlemekte olan caminin hocasına;
"Hocam, görüyorum ki zaman zaman namazlardan sonra cemaatten birileri mihrapta yanınıza geliyor ve size bir şeyler söylüyorlar. Size şimdiye kadar yanınıza gelen Müslümanlardan 'hocam ben Fatiha'yı ve namaz surelerini küçüklüğümde bir şekilde öğrenmiştim. Ben, size şu namazlarda okuduğum Fatiha'yı bir okusam da siz kontrol etseniz' diyen oldu mu diye açıktan sordum. Kıraat üstadı olan hoca efendi, üzgün bir eda ile "hayır, olmadı" cevabını verdi. Bir başka camide yine aynı soruyu yönelttiğim imam efendi, başını iki tarafa sallayarak "asla!" diye cevapladı sorumu. Buradan hareketle şu nokta da önemlidir diye düşünüyorum: Cemaat önderlerinin müritlerine ezkar ve evrad verirken onların hiç değilse namaz surelerini doğru dürüst okuyup okuyamadıklarını kontrol edip gerekli gördüklerini herhangi bir hocaya yönlendirip yönlendirmedikleri de merak konusu olmanın ötesinde, büyük bir sorumluluk meselesi olsa gerektir. Hatta büyük ve merkezi camilerin dış yüzeylerinin uygun bir yerinde namaz kılarken nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair elektronik bant yayını yapılmalıdır. Bu tür bir yayın şadırvanlarda abdest alımıyla ilgili olarak da düşünülebilir. Her iki konuda ne tür yanlışların yapıldığı -özellikle Cuma günleri- şadırvanlarda ve camilerde gözlemlenebilir. Diyanet İşleri başkanlığının konuya ilgi duyması, ülke çapında "din konusunda halkı aydınlatmak" görevinin yerine getirilmesi anlamına gelecektir. Sanırım Ramazan-ı Şerif bu iş için pek uygun bir mevsim ve fırsattır.
Pek tabiidir ki namazında niyazında olanların bilgisizlikleri veya ciddiyetsizlikleri yüzünden amellerinin kalitesizliği, kullukta eksiklik sonucunu doğuracaktır. Dolayısıyla da gerekli ciddiyeti amellerinde bile yeterince göstermeyen ümmet topluluğu oluşacaktır.
Camileri doldurmak, cemaate devam etmek, ezkar ve evrad ile meşgul olmak elbette güzeldir. Ama ondan da güzeli ve gerekli olanı, -şayet varsa- yapılan ibadetin kıvamını zedeleyecek, sıhhatini tartışmalı hale getirecek eksiklikleri gidermek, inancı ve kulluğu ciddiye almak, bu yolla ümmetin iç bünyesinin sağlığına ve gücüne katkıda bulunmaktır.
Ümmetin böylesi bir içsel sağlığa ve güce kavuşması ise, bireysel ve toplumsal anlamda haklı bir bayrama ulaşma mutluluğu demek olacaktır. Çünkü sürekli mutluluk, kıvamı yerinde bilinçli ve devamlı kullukla sağlanır.
1. Müslim, İmân 62; Nesâî, es-Sünenü’l-kebir, VI, 458; İbn Hibban, Sahih, III, 221; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, VIII, 69
2. Bk.. el-Hucurât (49), 14
3. el-Hucurât (49), 15
4. Buhârî, Bed'u'l-vahy 1, İman 41, Nikah 5; Müslim, İmâre 155
5. İbn Hıbban, Sahih, IV, 541,V,503; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübra, II,345
6. Buhârî, İ'tisam 20, Büyû 60; Müslim, Akdiye 17,18; Ebû Davud, Sünnet 5
7. Nahl suresi(16), 44
8. Humeydî, Müsned, II, 546 (usulü's-sünne risalesi)