İnsanın Yazgısını Toprağın Alın Çizgilerinde Okuyor Elçi

04 Mart 2016

“İza zulzilet’ül arzu zilzâlehâ…”

Sonsuz titreyişin haberi sarsıyor Elçi’nin dudaklarını. Kesintisiz deprenişlerin sessizliğini akıtıyor nefesleri. Sarsılışların telaşını indiriyor insanlığın nabzına. Bileğinde kıyamet saati taşıyor. Seslendirdikçe vahyin hecelerini, devriliyor ân. “Zilzal”i duyuruyor âleme. Çekiyor ayakların altındaki tozlu halıları. Yolu haber veriyor. Yolcu uçarılığına çağırıyor servetin üzerine çöreklenenleri. Gölgelerin geçip gittiğini gösteriyor ağaç altında uyuyakalanlara. Işıklar sönüyor. Perdeler iniyor. Sabırlı susuşların eteğine yığıyor acılı kelimeleri: “Sabit değil sütunları âlemin.” Dönüş yolunda kervanlar. Durağan değil arz. Durmaya gelmedi insan.

Göç var. Kimseyi burada durdurmazlar. Başladığı gibi bitecek baharlar. Güze dönecek âlemin rengi. Günler akşama varacak. Vedası başladı sıcak kucaklaşmaların. Güneş kararına doğru akmakta. Kararacak bu beyazlar. Kıyametin beyazına sarılacak renkler, şekiller, kahkahalar. Ölümün kalbine inmekte tebessümler. Yarım kalacak sevdalar. Anlar arasında uçurumlar var. Gece ile gündüz yapışık değil birbirine, arada fay hatları var. Gözler gözlere değmez öyle kolayca, ışığın bile varamadığı isimsiz boşluklar var.

Arzın hali insanın haline elçi. Önce kalbinin odacıklarında yaşıyor zelzeleyi. Sarsmak istiyor herkesi. İnsanın yazgısını toprağın alın çizgilerinden okuyor. Arz’ın gerçeği ile insanın gerçeğini hatırlatıyor göklü Söz. Ayaklar altında değil arz, insanın tam karşısında, insanın siretine ayna. Çatlaklarını haber veriyor ömrün. Kırıklarını gösteriyor dünya hayatının. Topraktan geliş ile toprağa dönüşü arasındaki her hali, toprakça… Arz, insana vahiy diye söyleniyor. Söz, arz üzerinden sesleniyor insana. Arz, söz oluyor insana.

Şüphe yok, Rabbin ona(arza) vahyetmekte… [Zilzâl, 5]

Rabbi, arzla vahyetmekte insana. Bilir ki Elçi, üzerine gökyüzü yükseltilen arza rahatlık haramdır. Toprak yağmura açıksa, kendinden umulan vardır. Olduğundan fazla olmaya gebedir ıslanan toprak. Doğum sancıları olacaktır. Kabuğunu çatlattıkça, yeniden var olacak. Rüzgâr vurdukça yanağına, altı üstüne gelecek. Kendi haline bırakılmayacak. Tozaracak başkaca var olmaların eşiğine. Un ufak oldukça yenilenecek. Sarsıldıkça, göğsündeki tohumların kabuğu çatlayacak. Daha, daha, daha çok olacak…

Elçi’nin zelzele haberi de böyle geliyor insanlığa. “Arz” “insan” halini anlatıyor Zilzal’de. Zelzelenin zemini insan. Sarsılan insanın kalbi. Rabbin vahyettiği, sözünü indirdiği, kelime kelime doku(n)duğu insan.

Sağanak sesi bu. Yağmur şıpırtısı. Nezaketli damla vuruşu. Üzerinde Söz göğü var insanın. Vahiy göğünün altında ‘arz’ gibi insan. Sağanak başladı çoktan. “İkra!” ilk damlası yağmurun. Zerrelerini yerinden ediyor insanın. Arzın yanağını çiziyor göklü telaşların titreşimi. Ötelerin sevdasıyla yaralanıyor insan kalbi. 

“Zilzal”in vuruşları duyuluyor şimdi. Söz yağmuru vurdukça, sarsılıyor insan. Depreme tutuluyor her hecede. Soyunuyor rahatlığından. Dayanakları yıkılıyor. Sabiteleri tozlaşıyor. Katılıkları eriyor.

Biliyor ki Elçi; Söz’ü yüklenenin görevi var. Anlama muhatap olandan umulan var. Dil dökenin, dil döktüğünden beklediği var. Uyaranın, uyardığından istediği var. Sözle eğilen, sözüyle eğildiğini değerli bilir, sözüyle muhatap aldığına değer verir. Kelimeleriyle tenezzül eden, kelimeleriyle dokunduğunu değiştirmek, dönüştürmek, yoğurmak, geliştirmek ister.

Yağmurun altında arz. Hiç kesilmedi yağmur. Hiç kesilmeyecek insanlığa inişi vahiy yağmurunun. İşte ‘arz’ zelzelededir. Sarsılmakta insan. Göğün altında ya insan; artık göğsü göklü gündemlere açıktır. Kendi başına kalamaz. Sakin olamaz. Uyuyup kalamaz. Rahatlığın koynuna kaçamaz. Yerinde duramaz. Öylece duramaz burada. “Şimdi”nin yastığında unutamaz başını.

(Bu)gün bütün insanlar, ettiklerini görmek üzere biri öbüründen ayrılmış olarak ortaya çıkacak... [Zilzal, 6]


Çünkü emaneti var insanın. Çünkü nöbette insan. Çünkü kaybedebilir insan. Çünkü hüsrana uğrayabilir insan. Ettiğinin her zerresinin sonsuz karşılığı var. Sonsuzca çoğalacak olana burası dar.

İnsanın tenindeki yaraların anlamı var. Yaralıyorsa insanı yâr, yaralarından kızıl gül muradı var. Sınanıyor yaşadıkça. Yaşadıkça, yaralanıyor. Yaralandıkça, ayrışıyor. Ettiklerince, ortaya koyduklarınca, verdiği tepkilerce farklılaşıyor insanlar. Niyetlerince ayrı ayrı düşüyorlar. Göklü Söz’ün sorumluluğu dokununca eylediklerine ve niyetlerine, ayrı ayrı renklere bürünüyorlar. Yarılıyor insanlığın arzı. Ayrılıyor yazgılar. Zilzal giriyor insanların arasına. Oraya buraya savruluyorlar. Feleğin eleğinden geçtikçe ayıklanıyorlar. “İyilik” yeşeriyor, “kötülük” de boy veriyor aradan. Zalimler açık ediyor kendilerini mazlumların can aynalarında. Sarsıldıkça güzel ve çirkin de ayrışıyor. Dökülüyor makyajlar, düşüyor maskeler. Aynı sanılanları, ayrı ayrı yansıtıyor Söz’ün aynası.

Boş durmuyor Elçi. İlk yarayı aldığı günden beri, yaralamak için yürüyor şehrin sokaklarını. İstiyor ki her insan, “Ya sonra”ların kaygısıyla hareketlensin. Sonsuzca var olmanın sorumluluğuyla titresin. Geçiştirmesin vakti. Her anın kalbinde sonsuzca seyredilesi bir aynanın yüzüne taşmak üzere var olsun. Olduğundan fazlası olmak için silkinsin. Dünya toprağının durağanlığına razı olmasın. Burada kalmayacağını bilsin. Kabuğunu kırıp cevherini filizlendirmeye yeltensin. Uyuyamasın. Dünya rüyasına aldanmasın.

Çünkü emaneti var insanın. Çünkü nöbette insan. Çünkü kaybedebilir insan. Çünkü hüsrana uğrayabilir insan. Ettiğinin her zerresinin sonsuz karşılığı var. Sonsuzca çoğalacak olana burası dar. Sonsuza görüntü gönderenlerin, kalbinde amansız bir sarsıntı olmalı. Bu yüzden titremeli insan. Hiç olmadığı kadar korkmalı. Hiç ummadığı kadar ümitlenmeli. Her anını sonsuzun göğsünde bilen insanın kalbidir Zilzal.

Ve kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onu[n karşılığını] görecek. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu(n karşılığını) görecektir. [Zilzal, 7-8]

Artık, “herkes çıkarsın kalbini/o çirkin mücevher sandığından…”*

 


*Didem Madak, İris’in Ölümü