İslam'a Çağıranın İlk Görevi

Adem (as)'den Hz. Peygamber'e kadar gelen her peygamber aynı ana fikri getirmiştir: Allah birdir. Hiçbir konuda O'nun eşi, benzeri, ortağı yoktur. Dolayısıyla Allah'tan başkasına kulluk asla kabul edilemez. Bütün insanlar öldükten sonra dirilecek ve bu hayatın hesabını verecektir. Her hesap bir kriter gerektirir. Ahiretteki hesabın kriteri de Peygamberlerin getirdiği dindir. (Belki de o nedenle ahiret gününün sıfatlarından biri de "din günü"dür.)

Yani Allah'ın bütün Peygamberleri üç esası vurgulamışlardır: Allah inancı, Peygamber inancı, ahiret inancı (Usûl-ü selâse).

Bütün dinlerin getirdiği ana fikir budur ama siz bunu Mısır halkına başka türlü, Hicaz halkına başka türlü anlatırsınız. Orta Asya’ya anlatırken başka teknikler kullanmanız gerekir. Başka bir dil, başka bir üslup gerekir. (Nitekim Ahmed Yesevi de öyle yapmıştır.) Ana fikir ve öz değişmemek üzere... (Üslup coğrafyaya göre değişeceği gibi, çağlara göre de değişir/değişmelidir.) Peygamberlerin mucizelerinin de çağdaşlarının ilgi alanlarına göre değişik değişik olması bu yüzdendir. Bu yüzdendir ki Rabbimiz bütün Peygamberleri kendi halkının içinde yaşamış olanlardan seçmiştir. (Yunus/47; İbrahim/4; Hicr/10; Rum/47; Şuara/208; Kasas/59)

Buraya kadar hiçbir sorun yok. Sıkıntı, Peygamberlerin ümmetlerinin (yani bizlerin) çağlarını ve toplumlarını dikkate almadan, tebliğe hoyratça girişmesinden kaynaklanıyor.

Yaşadığım toplumun gençlerine nasıl hitap etmeliyim, yaşlılarına nasıl? Bu çağın kadınlarının sorunları neler, erkeklerinin neler? İş hayatı, sosyal yaşam, kültür dünyası nasıl akıyor? Çalışma, eğlenme, dinlenme, kazanma, harcama anlayışında neler değişmiş? Bunları hiç dikkate almadan nasıl ulaşabiliriz etrafımıza?

Bunları dikkate almakla, bunları değişmez sabiteler olarak kabul etmek gerektiğini değil; tebliğde bulunacağınız toplumu tanımanın şart olduğunu söylüyorum.

İşte bu nedenle insanları İslam'a çağıranın ilk görevi toplumunu yakından tanımaktır.