İslâm garîb başladı. Onun garîbliği büyük çoğunluğun ona tavır almasıydı, kültürel, sosyal ve ekonomik alanların ona kapatılmasıydı. İnananlarının toplum düzenine aykırı bulunarak dışlanmasıydı, hakları ve özgürlüklerinin çiğnenerek baskılara ve bin bir çeşit şiddete mâruz bırakılmasıydı.
Allah birdir, O’nun katında din de tektir ve İslâm’dır. İslâm bütün peygamberlerin ortak tebliğidir. İslâm’ın Kıyâmet Günü’ne kadar geçerli kılınan son ve mütekâmil şeklini tebliğ eden Hz. Muhammed (sav) dâhil bütün peygamberler çağrılarına tek başlarına başladılar.
İslâm bir dindi; aydınlatıcı bir inanç, dosdoğru bir yol, kapsamlı bir düzen, kuşatıcı bir rahmet ve şifaydı. İlk tebliğ dönemlerinde insanların büyük çoğunluğu onu böyle algılamadılar. Egemen güçlerin etkisiyle onu gelenekselleşmiş inanç ve yaşam istikrarını bozucu, toplumun değer yargılarını olumsuz yönde sarsıcı, siyasî ve ekonomik yapıyı tehdit edici beşerî bir akım gibi gördüler. Peygamberleri ihtilalcilermiş gibi değerlendirdiler.
Bu sebepledir ki Peygamberlerin İslâm’a çağrılarının ilk yıllarında İslâmî îmandan yüz çevirenlerin sayıları inananlara nispetle pek çoktu. Sosyal konumları da çok daha güçlüydü.
Büyük çoğunluğu oluşturan bu güçlü ve etkili gruplar inkârla yetinmediler, alaya aldılar, dışladılar, îmanlarını sosyal hayata taşıyanları işkenceye uğrattılar, nice nice cinayetler işlediler. Şehîd edilen peygamberler bile oldu. Özetlersek İslâm her bir peygamberin döneminde garîb olarak başladı.
Kendi tebliğ dönemini de içine alan bu genel gerçeği Aziz Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle açıkladılar:
“İslâm garîb başladı. Tebliğ edildiği ilk dönemlerdeki gibi, garîbleşecek. Onun garîblerine müjdeler olsun.”(1)
Doğrusunu Allah bilir. Bu hadisleriyle peygamberimizin asıl amacı müminleri yaşadıkları coğrafyada İslâm’ın garibleşmesine sebebiyet vermemeleri hususunda uyarmak, kendilerini aşan nedenlerle garîbleştirildiğinde onun garîbi olmaya yüreklendirmek ve garîblerin ebedî mutluluğa ereceklerini müjdelemektir.
Gerçeği ifadelendirmek gerekirse İslâm garîbdir. İlk dönemlerinden farklı olarak garîbleri olarak nitelendirebilecekler de garîbliğin gerektirdiği şuurdan ve atılımdan yoksundur.
İslâm Garîb Başladı
Değinildiği gibi İslâm garîb başladı. Onun garîbliği büyük çoğunluğun ona tavır almasıydı, kültürel, sosyal ve ekonomik alanların ona kapatılmasıydı. İnananlarının toplum düzenine aykırı bulunarak dışlanmasıydı, hakları ve özgürlüklerinin çiğnenerek baskılara ve bin bir çeşit şiddete mâruz bırakılmasıydı.
Yüce Mevlamızın insanlık için hayat düzeni kıldığı ve hür iradelerle inanılıp yaşanması için ilâhî imtihan aracı eylediği İslâm’ın garîb başlaması bir kader sırrıydı ve tabîiydi. Tabiî olmayan ona inananların çoğunluğu oluşturduğu dönemlerde onun garîb olmasıdır. Daha da gayr-ı tabiî olanı ülkemiz gibi asırlar boyunca egemen olduğu topraklarda ona garîbliğin çökmesidir.
Gerçeği ifadelendirmek gerekirse İslâm garîbdir. İlk dönemlerinden farklı olarak garîbleri olarak nitelendirebilecekler de garîbliğin gerektirdiği şuurdan ve atılımdan yoksundur.
Yasal düzenin, etkili ve yetkili güçlerin onu hayatı kuşatan bir din olarak aslî mesajları içerisinde kavrayamamaları onun garîbliğidir. Sosyal alanlar ve kurumların ona kapatılması ve vicdanlara mahkûm edilmeye kalkışılması onun garîbliğidir.
Yüceliği ve güzelliği onun bütünlüğünde iken, bütün olarak arzulanması ve savunulmasının ağır cezayı içeren suç haline getirilmesi onun garîbliğidir. Hakları ve özgürlüklerinin bilincine ererek onu yaşamlarına taşıyan müminlerinin ayırımcılığa uğratılması, sürgünlere, ihraçlara ve cezalara mâruz bırakılması, sosyal haklarından mahrum edilmesi onun garîbliğidir.
İslâm’ın aydınlığını inançlarında, erdemlerini hayatlarında, yüceltici düsturlarını kurumlarında örneklendiremeyen duyarsız, cahil müminlere sahip olması onun garîbliğidir. Onu yalnızca bir kültür olarak inceleyen ilâhîyatçılarının, aşktan yoksun dâvetçilerinin ve onu kendilerine alan açmak için sömüren bilinçsiz ve yüreksiz siyasîlerin bulunması da İslâm’ın gurbetidir.
Aslında İslâm’ı garîb kılan ana sebep ona inanmayanların ona karşı çıkması değil, ona inananların onu yaşamamasıdır. Çoğunluğu oluşturdukları halde inançlarını yaşamayan dünyaperest müminlerdir.
İslâm’ın aydınlığını inançlarında, erdemlerini hayatlarında, yüceltici düsturlarını kurumlarında örneklendiremeyen duyarsız, cahil müminlere sahip olması onun garîbliğidir. Onu yalnızca bir kültür olarak inceleyen ilâhîyatçılarının, aşktan yoksun dâvetçilerinin ve onu kendilerine alan açmak için sömüren bilinçsiz ve yüreksiz siyasîlerin bulunması da İslâm’ın gurbetidir.
Bakınız bu gerçeği sevgili peygamberimiz nasıl açıklıyorlar:
“Yiyicilerin yemek çanağına üşüşmek için birbirlerini çağırdıkları gibi dışınızdaki topluluklar da yakın bir gelecekte üzerinize çullanmak için birbirlerine çağrıda bulunacaklar.”
Bir sahabinin “O dönemde biz sayıca az olduğumuz için mi bu belaya uğrayacağız” diyerek sorması üzerine şanlı Peygamberimiz şu açıklamayı yaptılar:
-Hayır, bilakis o dönemde pek çok olacaksınız. Fakat (bilinçsizliğiniz, yüreksizliğiniz, dağınıklığınız, ufuksuzluğunuz) sebebiyle sellerin sürüklediği çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalplerinden sizinle ilgili korkuyu çıkaracak ve sizin yüreklerinize de vehni salacak.
Bir diğer sahâbi vehnin ne olduğunu sorunca da şöyle buyurdular:
Vehin, dünya sevgisi, fiili çatışma korkusu ve ölüm nefreti (sebebiyle oluşacak zaaf)dir.”2
İslâm’ın gurbetini yaşayacağı dönemlerde müminlerin Allah’a isyanla, hakları, hürriyetleri ve menfaatleri arasında seçim yapmak durumunda bırakılacakları Peygamberimiz tarafından açıklanmakta, İslâmî çizgide sebatla fedakârlığın seçilmesi öğütlenmektedir.
İslâm, Gurbetini Giderecek Müminleri Beklemektedir
Şanlı Peygamberimizin diliyle tanımlanarak müjdelenen gariblerden olabilmek... O ne büyük bahtiyarlıktır.
Salât ve selam üzerine olsun. O, bir hadîslerinde İslâm’ın garîblerini inançları ve yaşantıları sebebiyle yurtlarından sürülenler, toplumlarından dışlananlar olarak tarif buyururken bir diğer hadislerinde de şöyle tanımlamaktadır(3)
Garibler: İnsanların sapıklıklara düştükleri dönemlerde İslâmî çizgiyi izleyerek hayırlara öncülük edenler, benim sünnetimin çarpıtıldığı ve dışlandığı zamanlarda öğretilerimi ve yöntemlerimi diriltmeye çalışanlardır.(4)
Cihan Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in sünnetinin özü, O’nun sözlü ve fiili açıklamaları ışığında din olarak yalnızca Kur’ân’a yönelmek, ilâhî vahyin belirlemediği alanları insanlığın hür iradeli tasarruflarına açmaktır. Sünnetini özetleyen hadislerinde O, şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah sınırlar çizdi, onları aşmayın. Yapılması gerekli vazifeler yükledi, bu vazifeleri yapın. Yasaklar koydu bunları çiğnemeyin. Unutmadı, ama size rahmet olması için pek çok alanı da özgürlüklerinize açtı. Artık onları da sorup araştır (arak hayatınızı zorlaştır) mayın.(5)
Emrolunduğumuz Doğrultuda Yaşamalıyız
İslâm’ın gurbetini yaşayacağı dönemlerde müminlerin Allah’a isyanla, hakları, hürriyetleri ve menfaatleri arasında seçim yapmak durumunda bırakılacakları Peygamberimiz tarafından açıklanmakta, İslâmî çizgide sebatla fedakârlığın seçilmesi öğütlenmektedir.(6)
Öğütlendiğimiz istikamette yaşamalıyız, çağdaş zalimlerin aleyhte propagandaları ve baskılarından yılmadan hayatımızı sürdürmeliyiz. Peygmaberimizin örneklendirdiği çizgide ve gücümüz ölçüsüne ilmî metotlar, öğütler ve verimli olabilecek mücadele yöntemleriyle İslâm’a çağrıda bulunmalıyız.
Hayat, dünyası ve âhiretiyle bir bütündür. Bu bütünlük zaviyesinden bakıldığından imrenilecek ilkeli yaşantı da, nihai galebe de, ölüm ötesi ebedî nimetler ve sınırsız güzellikler de İslâm’ın garîblerinindir. Ne mutlu onlara.
Yazımızı bir âyetle bitiriyorum:
“İmân edip de emrolunup-öğütlendikleri ameller olan evrensel doğruları yaşayanlara müjdeler olsun. Varılacak güzel cennet yurtları da onlarındır.”(7)
(1) Muhtasar S.Müslim Hn.72,İ:Mace Hn.3988.Mişkâtül-Mesabîh Hn.159.Feyzül-Kadîr Hn.1951
(2) Ebû Davûd Mehim 5,M.Zevâid 7/287
(3) İ.Mace Hn.3988
(4) Tirmizî’den naklen H.Hatibğlu S:İ.Mace Te.ve Şerhi 10/205
(5) M.Mesabîh Hn.1197,İ.KesîrBakara 230
(6) M.Zevâid 7/287
(7) Ra’d 29