Ayşe Hür’ün 28.08.2011 tarihli Taraf Gazetesi Tarih Defteri adlı köşede “Ama hangi Kuran’ı esas alacağız” başlıklı yazısı, Türkiye’de araştırıcı köşe yazarlığının geldiği durumu gözler önüne sermesi açısından hayli çarpıcı bir örnek oluşturdu.
Yazısına Ayşe Hür, bir önceki yazısından hareketle kendisine Kur’an’ın nasıl indirildiğini, sure ve ayetlerin nasıl okunması gerektiğini vb. konuları öğrenmeden Kur’an konusunda ağzını açmamasını tavsiye eden okurlarının bu önerisi doğrultusunda bu konuları araştırmaya karar verdiğini belirterek başlamış; aslında bu kararı ile iyi de yapmış.
Yazısında bilimselliğe vurgu yapan Ayşe Hür’ün konuyu araştırmak için ağırlıklı olarak başvurduğu kaynak ise bir internet sitesi.
Zira gerçekten de ele alıp konuşacağınız bir konuyu önce bilmeniz gerekiyor, tabi bilebilmek için de doğru kaynaklardan araştırıp öğrenmeniz…
Yazısında bilimselliğe vurgu yapan Ayşe Hür’ün konuyu araştırmak için ağırlıklı olarak başvurduğu kaynak ise bir internet sitesi.
İnternet birçok kişinin kolaydan araştırıcılık çerçevesinde başvurduğu bir kaynak. Nitekim Ayşe Hür de öyle yapmış; kendi ifadesiyle “Kur’an’ın yazılış hikâyesini” ağırlıklı olarak bir internet sitesindeki yazılardan hareketle öğrenmeye çalışmış ve öğrendiklerinden yola çıkarak da şu vurucu başlıkla bütün Müslümanların en temel referansı olan Kur’an’a ilişkin şu soruyu sormuş: “Ama hangi Kuran’ı esas alacağız.”
Yazısında özetle Kur’an’ın vahiy ve yazım süreçleri ele alındıktan sonra erken dönem Kur’an nüshaları arasındaki birtakım farklılıklara dikkat çekme bağlamında çeşitli Kur’an Mushaflarına ilişkin genel bilgiler ve kimi oryantalistler tarafından dillendirilen iddialar dile getiriliyor.
Yazının sonunda ise elimizdeki Kur’an nüshasının Hz. Osman dönemindeki Kur’an nüshasıyla ayetlerin sırası ve içeriği ile aynı olduğunu söylemenin bilimsel açıdan mümkün olmadığını, bunun ancak imanla mümkün olabileceği vurgulanıyor.
Öncelikle yazıda dile getirilen iddiaların A. Sprenger, Arthur Jeffery, Richard Bell, Christoph Luxenberg vb. oryantalistlerin Kur’an’a ve Kur’an tarihine ilişkin eserlerinde tartışma konusu yapıldığını belirtmek gerekir.
Ancak Kur’an’a ve Kur’an tarihine yönelik bütün bu çalışmalar, Kur’an’ın tarihsel otantizmine yönelik doğruluğu hayli tartışılır bazı iddialardan öteye geçemedi, iddiaların tutarlılığına yönelik somut hiçbir veri ortaya koymadı/koyamadı.
Oryantalistler, güvenilirliği hayli şüpheli bazı marjinal rivayetlerden, çeşitli sonraki dönem gayrimüslim yazarların erken dönem İslam tarihine yönelik iddialarından ve Kur’an’ın bir kitap halinde bir araya getirilip çoğaltılması sürecine ilişkin bazı gelişmelerden (örneğin harflerin noktalanması ve harekelenmesi, Kur’an cümleleri arasına ayraç işaretlerinin konulması, bazı kelimelerin okunuşuna yönelik olarak farklı kıraatların mevcut olması ve surelerin sıralanması gibi) hareketle eldeki mevcut Kur’an metninin otantizmini sorgulamaya ve Batı’da Kitabı Mukaddes’e yapıldığı tarzda Kur’an’ı bir tarihsel ve edebi tenkide tabi tutmaya çalıştılar.
Ancak Kur’an’a ve Kur’an tarihine yönelik bütün bu çalışmalar, Kur’an’ın tarihsel otantizmine yönelik doğruluğu hayli tartışılır bazı iddialardan öteye geçemedi, iddiaların tutarlılığına yönelik somut hiçbir veri ortaya koymadı/koyamadı.
En azından elimizdeki Kur’an metninden (mushaftan) metin ve içerik olarak farklı olan hiçbir materyalin varlığı ortaya konulamadı. Bu konuda, Türkiye’de, mevcut erken dönem Kur’an Mushafları ve Mushaflar tarihi konusunda araştırmalar yapan Tayyar Altıkulaç’ın çalışmalarına bakılabilir.
Kur’an tarihine yönelik erken dönem İslami kaynaklara ve erken dönem Mushaflarına dikkat çeken Ayşe Hür’ün bu kaynakları okuyup araştırabilecek bir donanıma sahip olup olmadığını bilmiyoruz.
Ancak yazısından, konuya ilişkin hayli spekülatif bazı yazılar okuyup bunlardan hareketle çeşitli iddiaları dillendirdiği anlaşılıyor.
Yoksa vahiy kâtipleri olarak “Yunanlı Bel’am, Yaiş, Yemenli Cebr, Yessar, Addas, İman, İranlı Selman (Selman-ı Farisi), Yahudi Bahira, Verka, Abdullah İbn-i Selam” gibi isimleri sıralaması nasıl izah edilebilir?
Bunların İslami kaynaklarda adı en çok tekrarlanan vahiy kâtipleri olduğu iddiası nasıl anlaşılabilir?
Araştırıcılık ele alınan konuda bütün görüş ve yaklaşımları analiz etmeyi, konuya ilişkin temel kaynaklara inebilmeyi gerektirir. Bu doğrultuda ciddi bir tarihçiden beklenen de İslam’ın ve İslam’ın temel referansı Kur’an’ın bir özgünlük taşımadığı kanaatinden hareketle ona Yahudi ve Hıristiyan bir köken arama iddiasındaki çeşitli Oryantalistlerin iddialarını rastgele aktarmak değil, bu iddiaların tarihsel verilerle ne derecede doğrulanıp desteklendiğini ortaya koymak olmalıdır.
Oysa söz konusu yazı, konuya ilişkin tarihsel kaynaklara o kadar yabancıdır ki Hz. Peygamber’in çocukluk döneminde karşılaştığı rahip Bahira’yı, Varaka ibn Nevfel’i (yazıda Verka diye geçiyor) ve Mekke’de yaşayan diğer bazı Yahudi ve Hıristiyan kökenli kişileri vahiy katibi olarak sıralamakta beis görmüyor.
Kur’an ve Kur’an tarihi gibi önemli bir konunun, -bir gazete köşe yazısı dahi olsa- ciddi bir araştırma ve incelemeye dayalı olması ve popüler kaygılar taşımaması gerekir.
Bilimsel verileri okura ulaştırmak yerine kendince alışkanlıkları “sarsmak” veya “eleştirel bakış” adı altında Müslüman’ın zihninde spekülatif “yeni düşünceler” üretmek olmamalıdır asıl amaç.
Esas olan şey düşüncenin kendi içerisinde bir sistematiğinin olması ve ilmi ciddiyettir. Söz konusu yazı, Kur’an tarihine yönelik farklı tartışmaları bilimsel bir tarafsızlık içerinde aktarmak yerine “hangi Kur’an’ı esas alacağız” şeklinde okurun zihninde aslında farklı birçok Kur’an’ın mevcut olduğuna yönelik spekülatif bir algı, İslam’ın temel kaynaklarına yönelik sorunlu bir okuma biçimi oluşturmaya çalışıyor gibidir.
Bu tarz “sorunlu” okumalar maalesef İslam kültürünün yabancıları olan oryantalistler tarafından sıkça uygulanmaktadır.
Bu yaklaşımın temelinde parçacılık, eleştiri ve revizyon kavramları hakimdir. Bu yaklaşım parçacıdır, çünkü küçük detaylardan ve doğruluğu oldukça tartışılır marjinal rivayetlerden yola çıkarak büyük sonuçlar çıkarma ve yeniden bir tarih yazma iddiasını taşır.
Ancak tarihi yeniden revize ederken karşımızda hangi tarihi verinin kullanılacağı sorunu kendiliğinden ortaya çıkar. Zaten söz konusu yazının da konuyu bu şekilde ele aldığı ve Kur’an tarihini bir sorun olarak karşımıza çıkarma çabası içinde olduğu görülmektedir.
Oysa aslında ortadaki sorun yazarın hangi tarihi verileri nasıl okuduğu ile alakalıdır. Hangi tarih ve kimin yorumu?
Ayrıca tarihi kaynaklarda aktarılan rivayetler İslam düşüncesinde ve kelamında ne kadar yaygın ve etkilidir?
Bu sorunun cevabını verebilmek için sıradan bir tarihçi olmak bir tarafa İslam kültürünü bilmek gereklidir. Tarihi veriler arasında otantizmi hayli tartışılır iddialar bulunduğu bilinmektedir.
Bu bağlamda Hadis kaynaklarında yer alan rivayetler arasında sıhhat derecelerinde farklılıklar bulunduğu gibi tarihi bir değeri olmayan çoğunluğun görüşünü yansıtmayan (ahad) rivayetler de yer almaktadır.
Çünkü rivayet geleneğinde asıl olan farklı kategorilerde de olsa -eğer güvenilir bir kaynaktan geldi ise- rivayete dokunmaksızın olduğu gibi bir sonraki nesle aktarılmasıdır. Bunlar arasında zayıf, Ahad, uydurma hatta İsrailiyat (Yahudi ve Hıristiyan yazılı ve sözlü geleneği) kaynaklı rivayetler de mevcuttur.
Asıl hata bu zayıf rivayetleri esas kabul edip onlardan yeni bir tarih okuması yapmaya çalışmaktır.
* İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı